Yıl 1978 bahar ayları olsa gerek.
Louvain-la-Neuve kampüsünde İletişim Fakültesi lisans bölümü son sınıf öğrencisiyim.
Tüm sınavlarımı sözlü olarak başarıyla verdim, altı aylık son tez hazırlama dönemine girmiştim.
Tez direktörüm, tonton olduğu kadar titiz biri olan Prof. Dr. William Ugeux.
Gerçek bir halkla ilişkiler uzmanı ve 2. Dünya Savaşı esnasında Londra’da sürgünde kurulan Belçika Hükümetinin istihbarat örgütü yöneticisi olmuş, feleğin çemberinden geçmiş İletişim Hukuku dersi hocamız tonton olduğu kadar da titiz bir insandı...
Kendisiyle haftada bir, Çarşamba günleri, yarım saat görüşüyor, eleştiri ve fikirlerinden yararlanıyordum...
Haftanın diğer günleri de boş olduğumdan, aileme yük olmamak adına, ‘Le Bouc Inique’ ismindeki sahafta tam yetkili öğrenci eleman olarak çalışıyordum.
Okunmuş, ikinci el kitaplar ve 33 devir plâklar alıp satıyordum...
Kısacası hem okuma zevkimi gideriyor, hem para kazanıyor, hem de okulumu bitiriyordum...
***
Derken bir gün bir bayan müşteri girdi çalıştığım mekâna.
Sarışın, mavi gözlü, fiziken hoş ve de güleryüzlü...
Hayatımda ilk kez görüyordum kendisini !
İste bu! dedim içimden...
İktisat Fakültesi öğrencisiymiş, iş arıyormuş, ailesinin verdiği harçlık yetmiyormuş...
Kendisine yardımcı olup olmayacağımı sordu.
Ben de burada çalışıyorum, ama kabul edersen Çarşamba gününü ve kendi gelirimin beşte birini sana verebilirim dedim; kabul etti ve başladı...
Dualarım kabul olmuştu : Çok güzeldi ve aynı gün arkadaşım olmayı kabul etmişti...
***
Bu işin renkli, hoş, gül tarafı ; bir de bunun batan, diken tarafı var...
Bir de ne göreyim ?
Tırnaklarının onunu da birden yiyordu ve elleri tiksindirici bir haldeydi...
Altı ay süren beraberliğimiz sonucunda kız arkadaşım Louvain-la-Neuve’ün en güzel tırnaklı bayanı oluverdi...
Eserimle gurur duyuyordum...
O gerçek bir sinemaseverdi ve bana da sinemayı sevdirdi...
***
Sonra gün geldi, tezimi teslim ettim, halka açık savunmasını yaptım, diplomamı aldım...
1979 yılının Şubat ayıydı...
Rahmetli babam minibüsle eşyalarımı almaya geldi...
Türkiye’ye kesin dönüş yapıyordum.
Hazin bir vedalaşma sahnesi yaşandı.
Türkiye’ye döndüm ve sekiz ay kaldım.
12 Eylül olduğunda Türkiye’deydim.
Ayrılmamızdan bir hafta sonra bir koli aldım : İçinde bir Bob Marley kaseti, bir de mektup vardı...
No woman, no cry parçasını birlikte dinlerdik...
Mektubun ilk satırı şöyle diyordu : ‘Yakup sen gittin, tırnaklarım eski haline döndü.’
Yüreğim cız etti...
Demek o ki iradenin en büyük destekçisi sevgiydi...
***
Sekiz ay sonra ben Belçika’ya geri döndüm, ama o beni görmezlikten gelmeyi tercih etti.
Başkasını bulmuştu.
Ve o kişi ‘Le Bouc Inique’ sahafının gerçek sahibiydi.
Şimdi evli ve iki çocuk annesi.
Brüksel’de çalışan erkek kardeşi beni ne zaman görse hep aynı şeyi söyler : Ne haber enişte...
Ve ben de geçen 8 Ağustos günü eşim Güzin ile 30. Evlilik Yıldönümüzü 1935 yılında kurulan Bursa Çelik Palas’ta fasıl eşliğinde bir iftar yemeği kutladım.
Mutlu son bu olsa gerek!
Yakup Yurt ©
Umurbey-Gemlik, 14 Ağustos 2012