Dünya tarihinde adını herkese öğretebilen ve herkesi bir şekilde etkileyen, kimileri tarafından çok sevilip kimilerince şeytanî vasıflarla nitelendirilen ve her kötülüğün kaynağı sayılan fikir akımları -dinler hariç- az değildir.
Günümüzü merkez üssü kabul edip yakın tarihe bir göz atmak icap ederse, meselâ çift kutuplu -siz buna iki başlı da diyebilirsiniz- bir dünya düzeni vardı eskiden. Dünya iki süper güç arasında paylaşılmıştı: Kapitalist ABD ve Komünist SSCB.
Günümüzde kapitalizmi her nefesimizde hissediyoruz, yaşıyoruz/yaşatıyoruz. Yeni nesil ancak kitaplardan ya da televizyonlardan bilir -gerçi hâlâ Çin ve Küba gibi bazı ülkelerde adından bahsediliyor ama oralarda yaşayanlar da bunun artık karma bir yapı olduğunun, evrilip yarı kapitalist bir hâle geldiğinin farkında- komünizm vardı bir zamanlar, karasevdalıları ile birlikte hem de. Taraftarları onu göklere çıkarır, ona toz kondurmazlardı. İnananları nezdinde dünyanın ve insanlığın kurtuluş iksiri idi o adeta. Diğer tarafta ise, halen de doymak bilmez arzuları ile hükümferma olan, kapitalizm var/dı rakip olarak -maalesef hâlâ var- ve “kendine göre/kanlı” demokrasinin/özgürlüğün temsilcisi idi. Ötekini şeytanlaştırmayı ise elindeki teknik imkânlar ve Holivud adlı çok uzun menzilli silâhla rakibinden daha iyi beceriyordu desek yalan olmaz.
Kapitalist düşünce Protestan ahlâkını temel alan bir mahiyete sahiptir. Nitekim Max Weber de kapitalizmin gelişmesini Protestan ahlâkının yaygınlaşmasına bağlar ve, ne oldu da geleneksel toplumdan modern topluma geçildi, sorusu ile kapitalist düşüncenin temel dinamiklerine bir açıklama getirmeye çalışır. Weber, bugün de geçerli olan bir ilkeden hareket eder. Ona göre fikrî değişimler ekonomik değişimlerin öncülüdür. Ayrıca Weber, modern dünyayı şekillendiren kapitalizmin rasyonelliği üzerinde durur ve Protestan ahlâk ile kapitalizmin bu yönden örtüştüğünü iddia eder.
Süreç içinde evrilerek vücut bulacağı varsayılan komünizm ise kendi ahlâkî normlarını inşa etme yoluna gitmiş, diyalektik materyalizmi kendine esas kabul etmiştir. Ayrıca o, bütün dinleri -yok edilmeleri gerektiği noktasında- eşit saymış ve hepsine “afyon” demeyi tercih etmiştir. Böylece, “afyon” diye addederek mabedleri, din adamları ve manevî varlıkları ile birlikte yok ettiği/etmeye çalıştığı bütün dinlerin yerine “dinsizlik dini” olarak kendisini koyarak tarihte eşi görülmemiş bir paradoksa sebep olmuştur. Yani komünizm, Protestan ahlâkını esas alan kapitalizm ile kıyaslandığında, resmî anlamda kendi ilkeleri olan ve esasında tanrısız/lidertanrılı bir dindi(r).
Sadede gelip sevmek ve kapitalizm, sevmek ve komünizm arasındaki münasebete dönünce... Hiç kimseye akıl satmak, hiç kimseye fikir vermek, hiç kimseyi yönlendirmek ya da hiç kimseyi tenkid etmek, hiçbir fikri desteklemek, övmek ya da yermek gibi bir kaygım yok. Buna rağmen, bana öyle geliyor ki dindar, dinci, dinsiz, ateist, seküler, laik, antilaik, sosyalist, komünist, nasyonal sosyalist, faşist, anarşist,... bütün unsurlarımız ile galiba sevdik biz bu kapitalizmi. Nereden mi çıkartıyorum ben bunu? Hayatın içinden, “Para” adlı putun varlığından ve gücünden, AVM adlı mabedlerden ve onları derin bir vecd ile tavaf eden çağdaş müminlerin halinden, elbette. İsterseniz etrafınıza, isterseniz içinize bir bakın. Yüreğiniz yetiyorsa ve itiraf edebilecekseniz elbette kendinize. Sevmek ayıp değil, utan(may)ın!
M. UZUN