Yolumuz Strazburg'a düştü. Adalet Sarayı'nın tam karşısına geldim. Buranın hemen kapı girişinde oniki yıldızın ortasında bir terazi var. Bu terazi'nin bir tarafı aşağıda, diğer tarafı yukarıda idi. Ol terazi ne hikmetse dengelenmemişti. Ali yazar, veli bozar. Mahkeme kararını verir. Bizimkiler buna kızar. Sözleşme imzalanmış. Uymak zorundasın bre gafil. Mahkemeye gelen on dosyadan dokuzu bizim memleketten mi geliyor diye kendi kendime sordum. Biz de olmazsak AİHM'nin kapısına kilit vurulacak. Benim elimde dosyaları gören AİHM yetkilileri yata yata yoruldukları için mal bulmuş mağribi gibi koşarak geldiler. Bienvenu Kadı Nasrettin Hoca dediler. Ben kibar şekilde kafamı salladım. Dosyaları teslim ettim.
Tamgidecektim ki 'dur !' dediklerini duydum. Durdum. İmza istediler ben parmak basarım dedim. Parmağımı gösterdim. Belimden hokka takımını çıkarıp, parmak bastım. En garantili ve taklidi olmayan imza parmak izidir. Onlardan da ben bir parmak izi istedim. Meğer onlarda mürekkep kullanmadan parmak izi ile kapıları açıyorlarmış. Bir yaşıma daha girdim.
Dosyaların birinde Karagöz ile Hacivat'ın hayali resimleri vardı. Yıldırım Beyazıt 'a dava açtıklarımı düşündüm. Hayır olay çok farklıydı. Bütün dünya'nın Grek ya da Helen dediği biricik konşumuz Yunanistan baklava ,cacık, yoğurttan sonra Karagöz'e de sahip çıkmış ve Alameti farika vel Grek olarak tescil ettirmek istemişti. Evropa İnsan Hakları Mahkemesi bu davayı inceledi. Kara ve göz yani gözü kara olan ve lafını dudaktan, gözünü budaktan esirmeyen entel geçinenleri yolda bırakan yel esişine göre yön değiştirmeyen kara gözlü ve tatlı sözlü evladımız nerdeyse Anadolu kimliğini yitirecekti. Karagöz kendisi gelemediği için hayal perdesine yansıdı ve ifadesini verdi. Kolejlerde okumadığı için ne ingilizcesi ne de felemenkcesi vardı. Sağ elinin yumruğunu sıktı. Hakim : - Are you Grece ? diye sordu. Ben gres değil zeytin yağıyım, her zaman üste çıkarım dedi. Ne sordularsa Türkçe yanıtını verdi. Hakim Yunanca Kalimera deyince o da halim harap , başıma örme çorap dedi ve perdeden hayali de hayboldu. Hakimler karar aşamasına geldiler. Birbirlerinin kulaklarına bilmem neler söylediler. Sonunda Karagöz'ün Anasının da, babasının da vatanının Türkiye olduğuna oybirliği ile karar verdiler.
İkinci dava konusu baklava tescili idi. Bu konuda fikrim alındı. Yıllarca dillerden düşmeyen baklava olayım onların da gündemindeydi. Bana sordular. Mösyö Nasreddin baklava gidiyor dediler. Normalde bana ne demem gerekir. Desem yunanlılar sahip çıkacak. Demedim. Sana ne dedim. Onlar da ikinci soruyu sordular: Sizin eve gidiyor dediler. Benim cevabım yine aynıydı. Sana ne dedim. Baklava tuttukları için parmaklarını yaladılar. Hepsini sen mi yiyeceksin diye sordular. Ben de yarısını bana, diğer yarısı yine bana dedim.
Bunun üzerine mahkeme de bir oturumluk oturmamı istediler. İki tane kitap getirdiler. Birisi kara kaplı, diğeri ak kaplı idi. Kara kaplı kitaplardan hep bizim aleyhimize kararlar çıkıyormuş. Bu kitabı beyaza boyamaya kalktım. Aman Mösyö Nasreddin yasalara dokunma dediler. Ben de kabını boyamakla yasaya bir şey olmaz dedimse de inandıramadım. Ak kaplı kitaptan okuyup karar vermek zorunda kaldım. Kitabın kapağını açtım. Kapatalım mı dediler. Ben de biz her zaman hem açarız, hem kapatırız, siz karışmayın dedim. Kitabına uydurmakta üstümüze yoktur. Hukukun üstünlüğüne saygımız var da. Hukukun delinmesine, işlerin bu hale gelinmesine göz yumacak bir yapımız vardır. Bazan öyle yasalarımız vardır. Aç çocuk baklava çalarsa 10-15 yıl, muhterem zevat devleti zarara sokarsa ya da dolandırısa delil yetersizliğinden berat veya af çıkarılarak devleti daha çok söğüşlesin diye takipsizlik ve zamanaşımı ile sorunlar aşılır.
Bu gün yarın siz yine bizi germek için neler yapacaksınız bilmiyoruz. Bizi bu taraflara almazsanız yeriniz daha da mı geniş olacak ? Burada yaşayanlar lobi, hobi ile uğraşıyor. Bir de bu ara islamofobi ile insanlar arasına fitne tohumları ekiyorsunuz. Birilerini karalamakla bir yere varılacağını sanmayınız. Cadı avcılığından vazgeçiniz. Üç günlük dünyada (dün-bugün-yarın) en güzel şekilde yaşamaya çalışın. Bakın petrol azalıyor. Gidip bir yerlere saldırıyorlar. Dünyanıza sahip çıkın. Ben Konyamıza sahip çıkıyorum. Yolda, belde fazla merkep gördüm ama Evropa'da çok çok sayıda merkep bulunduğu konusunda sizinle aynı fikirdeyim. Sizin merkepler dünyayı kokutuyorlar. İklimi bozuyorlar. Benim merkebim çevreye zarar vermez. Çevre dostudur. Bunun üzerine hakimler sorar. Mösyö Nasrettin Bu hayvancağız ne yer ne içer diye sordular. Ben de bre Koca kadılar Eşeğimin ne yediğini soruyorsunuz da Bu Kadı Nasrettin ne yer ne içer diye sorduğunuz yok.
Bir soru daha sordular: Anlatmayı unuttum. Başında sarılı olan nedir ? Sen gerici misin ? Dediler. Ben dışı değişen kafayı ne yapayım. İçi değişmeli. Karpuzun dışı yeşildir ama içi gün geçtikçe olgunlaşır. Görünüşe aldanmayın. Size de iyi görünüyorsunuz da Hoca uzun yoldan geldi. Biraz da dinlensin demiyorsunuz.
Bak bu cebim de ne var. Bu yasayı sizin yasaların byutuna getireceğim. Biraz sonra kuşa benzeyecek.
Kuşa benzettiğim yasa için ceza verirler mi ? Ceza verileden size dava açıyorum. Ne olur ne olmaz hakkımda dava açılmadan savunmamı hazırlayayım. Bizde düşünüp konuşmayı bırakın, hayal etmeniz bile devletimize zarar verebilir. Türkiye'de son yıllarda hindi üretimi azaltıldı. Ekonomi de ossaat düzeldi.
Martta kuluçkadan culuklar çıkarsa düşünen hindilerin çoğalması işler zorlaşacak.
Bakın bu elimde bir dünya var. Öbür elimde görünmeyenler. Görünen köy kılavuz istemez. Kendinize güvenemiyorsanız nükteleri okuyup düşünün. Düşün... Düşün veeee dikkat tekrar düşmeyin...
Recep Cırık 1/4/2008
www.artsanat.azbuz.com