Bu gün, bir nebze de olsa; rahat, huzurlu, güvenli ve mutlu bir hayat sürüyorsak, bunu Atatürk ve silah arkadaşlarının yaptığı “İstiklal Mücadelesi”ne ve devrimlere borçluyuz. Bundan sonra bizim yapacaklarımızın da çocuklarımızın ve torunlarımızın hayatını şekillendireceği gibi...
Atatürk, önce silahlı ondan sonra da siyasal bir mücadele vermeseydi, ne durumda olurduk? Bunu anlamak çok basittir. Kaybettiğimiz topraklarda Türkler, 2013 yılında nasıl yaşıyorlarsa, o halde olurduk.
Bunu öğrenmek için çok uzağa gitmeğe gerek yok. Yunanistan’da, Batı Trakya Türklerinin 2013 yılında çektiği zulüme, Bulgaristan Türklerinin çilesine, Makedonya – Kosova ve Romanya Türklerinin feryadlarına, Türk gibi görülen Boşnakların uğradığı soykırıma, Musul ve Kerkük’le andığımız Irak Türklerinin göz yaşlarına, Kıbrıs Türklerinin nasıl topyekün imha aşamasına getirildiğine, Rodos ve İstanköy’deki Türklerin ne durumda olduğuna, Suriye ve Lübnan’daki Türklerin gözlerindeki endişeye, Ermenilerin Karabağ’da yaptıklarına ve Güney Azerbaycan’ın esaretine bakmak yeterde artar bile! Çok uzaklara da gitmedik. Hemen yanıbaşımızdakileri örnekledik.
Biz yani Türkiye topraklarında adına “Türk Milleti” dediğimiz insan topluluğu, saydığımız çevredeki insanların 100 senedir çektiklerinin hiç birini, Atatürk ve silah arkadaşları sayesinde yaşamadık.
Sorunlarımız yok mu? Elbette var. Ancak bu sorunların varlığına rağmen Atatürk, bizim, onurlu ve gururlu yaşamamızı temin etti.
Bugünkü Türkiye’nin toprakları, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonra işgal edildi. Bu işgal, 06 Ekim 1922’ye kadar sürdü. Yani dört yılı aşkın bir süre... Yüzbinlerce kadınımıza tecavüz edildi, yüzbinlerce insanımız çoluk çocuk, yaşlı, kadın, genç demeden katledildi, gayrimenkullerimize ve mallarımıza el konuldu, el konulamayanlar ise yakılıp yıkıldı.
Ben her zaman söylüyorum, Atatürk’ün sevgisini Türk Milleti’nin içinden söküp atamazsınız. Çünkü o hiç bir şey yapmadı ise bile, bizim için “namus”umuzu kurtarması yeterde artar. Bir tek bunun için bile, Atatürk sevgisi ve ona bağlılık ölmez...
Tabii ülkenin vatansever ve milliyetsever insanları olduğu kadar, azınlıkta olsalar, gafil ve hainleri de hep vardı. Bunlar Atatürk’ü tanımayan ve onun, ne yaptığını bilmeyen nesiller yetiştirdiler. İşte Atatürk’e ve aslında Türk Milletine düşmanlık derecesinde muhalif olan bu zihniyet, takkiye yaparak zaman zaman Türkiye’de ipleri de eline geçirmiştir. Ancak bunların iktidar olması, Türk Milleti’nin Atatürk’le bağını koparmasına yetmemiştir. En azından bu, 10 Kasım 2013’de bir kez daha, herkes tarafından görülmüştür.
Şimdi “sinekten yağ çıkarma” misali Atatürk’e muhalif ve düşman olanlar, uyduruk vesile ve toplantılarla Atatürk’ü anmaya çalışarak, Türk Milletini bir kez daha aldatırmıyım çabasındadırlar.
“Ne Mutlu Türküm Diyene” tabelalarını söküp indirenler, Türklükle mücadele içinde olanlar, Atatürk’ün adını ağzına almayanların; 10 Kasım’da Atatürk’ü anması ne kadar gariptir. Hele mevlidler tertip etmeleri, kadın milletvekilleri ve belediye başkanlarının ağlamaklı ifadeleri! Beyler, hanımlar siz kimi kandırıyorsunuz? Önemli olan Atatürk’ü öldüğü gün anmak değil Atatürk gibi yaşamaktır.
Atatürk gibi düşünüp ve yaşamayanların hakim olduğu bir 10 Kasım gününde İstanbul’un ortasında bir AVM’de, marka bir kafeteryada, tesettürlü ve başı açık bayanların bir arada oturduğu masının yanındaki masaya oturtulmamak ve nedenini sorduğumda, “nedeni yok” denilmesi, içinde bulunduğumuz samimiyetsizliğin bir göstergesidir. Hukuki mücadele başlattığım için şimdilik bunların ismini vermiyorum. Siz buna muhafazakar ve demokrat dönemin, insan hakları ihlali mi? özgürlüklerin kısıtlanmasımı? laikliğin zedelenmesimi? mahalle baskısı mı? ne derseniz deyiniz. Ama ülkemin içinde olduğu durum bu...
Ey Büyük Önder Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin ülküde zerrece bir kırılma göstermeden, izini takip ederek yürüyeceğiz. Hem sahte ve çakma Atatürkçülere hem de arkandan timsahın gözyaşları gibi yaş dökenlere rağmen...
Özcan PEHLİVANOĞLU