Avrupa’nın Son Tutsak Milleti
İstanbul’daki Rum azınlık kendisine bir papaz seçse… Ve Ankara bunu kabul etmese… O papazı illegal ilan etse… Hatta Ankara kendi ideolojik ve politik fikirlerine göre başka birisini Rum azınlığın papazı olarak tayin etse… Ankara’nın görevlendirdiği “kukla papaz” Rum azınlığın evlenmesinden boşanmasına, miras düzeninden kanaat önderliğine kadar her misyonu üstlense…
Türkiye-Avrupa Birliği katılım müzakereleri “sonsuza kadar” durdurulurdu. Avrupalı liderler şoka girerdi. Avrupa basını çıldırırdı. Yüzlerce sivil toplum kuruluşu ve binlerce gazeteci Türkiye’ye gelir, bu garip, haksız, anlamsız ve çok kötü durumu değiştirmeye çalışırdı.
Türkiye’nin Rum azınlığın ibadet hürriyetine saldırması, Rumların haklarını insafsızca kısıtlaması… Bunun adı sizce ne olurdu?
Bunun adı “ahlaksızlık” olurdu. Çünkü Türkiye bugüne kadar çok sayıda anlaşmaya koyduğu imzalarıyla kendi sınırlarının içerisinde yaşayan azınlıkların her türlü hakkını taahhüt etti. Devletlerin itibarı verdiği sözü tutmasıyla ölçülür. Devletler için “şeref” verdiği sözü tutmasıdır. Çünkü bir devlet verdiği sözü tutmazsa, altına imza koyduğu anlaşmaya itaat etmezse, bunun bedelini saygınlığı ile öder.
Elbette Türkiye için geçerli olan “ahlak” ve “şeref” ölçütleri her devlet için de geçerlidir. Bazı çevreler için şaşırtıcı olabilir, ama verdiği sözü tutmak sadece Türkiye için değil, her devlet için zorunluluktur. Hatta her devlet bütün vatandaşlarını aralarında dil, din, ırk ve mezhep gibi ayrımlar yapmadan korumak zorundadır. Her devlet her vatandaşının kendisini ana dilinde, öz kültüründe ve kendi inancında özgürce geliştirme hakkına saygı göstermek zorundadır. Bu durum hiç şüphesiz ve hiç istisnasız her dil, din ve kültür için geçerlidir.
Yine aynı çevreler için şaşırtıcı olabilir, ama “her devlet” denildiğinde geçerli olan ilkeler ve kurallar Yunanistan için de geçerlidir. Belki de şöyle demek gerekirdi; Her devlet için geçerli olan ilkeler ve kurallar Yunanistan için bile geçerlidir. Yani bütçe kuralları gibi veya Maastrich Kriterleri gibi ve daha fazlası gibi…
Yunanistan’da Türkler -Türk asıllı Yunanistan vatandaşları- bütün devlet taahhütlerine rağmen kendi müftülerini seçemiyorlar. Çünkü Atina onların seçtiği müftüleri illegal ilan etti. Yunanistan’ın Türkleri devletin kendileri için uygun gördüğü müftüyü kabul etmek zorundalar. Türk azınlığın cemaat lideri konumunda olan müftü, Atina’nın dini, milli ve tarihi saplantılarına hizmet etmek zorunda...
Bu ağır, vicdansız ve hukuksuz devlet baskısı Yunanistan’da yaşanıyor. Görüldüğü gibi Atina’da sadece finans sistemi, Yunanistan bütçesi, Avro ve Avrupa Birliği’nin itibarı iflas etmedi. Atina’da aynı zamanda hukuk, insan hakları, inanç özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü de iflas etti. Buna şaşırabilirsiniz, çünkü Avrupa Birliği raporları bu konuya değinmez. Aklınıza Atina’daki Sokak gösterileri de gelebilir. Hatta bunlara bakıp, halkın hür olduğunu, her düşüncenin ve tepkinin serbest olduğunu zannedebilirsiniz.
Aslında haklısınız, çünkü Yunanistan’da hükümetten mutsuz ve krizden tedirgin bir -Yunan asıllı ve Ortodoks kökenli- Yunanistan vatandaşı iseniz, bu konuda düşüncelerinizi açıklayabilir, tepkinizi gösterebilirsiniz. Ama eğer Müslüman veya Türk iseniz, siz herhangi bir şeyi protesto edemezsiniz.
İnanmıyorsanız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 27 Mart 2008 tarihinde ne yapmış ona bakın. Mahkeme Yunanistan’ın “İskeçe Türk Birliği”ni ismindeki Türk ibaresinden dolayı “kamu düzenini ihlal ettiği” gerekçesi ile kapatmasın kınadı…
Yunanistan’da Türk olmak, tıpkı Çin’de Tibetli olmak gibi veya Saddam döneminde Irak’ta Kürt olmak gibi... Yunanistan’da Türk kültürü, Türk dili eritiliyor. Yavaş yavaş ve sistemli bir biçimde…
Yunanistan’da Türkler, kendilerinin kurduğu, ama ismini Atina’nın Yunanca verdiği kentlerde, köylerde yaşıyorlar. Orada, o toprakların çocuğu olan Türkler şüpheli bir trafik kazasında kaybettikleri liderleri Sadık Ahmet’in ardından gelecek için umudunu korumakta zorlanarak yaşıyor. Pek çok Türk ülkesi Yunanistan’ı terk etmek zorunda kaldı. Ortodoks Yunan devleti Türk asıllı vatandaşlarını Yunanlaşmaya zorluyor.
Atina’nın ideolojik ve dini saplantılarla “içerideki düşman” kabul ettiği Türkler hayatlarının her aşamasında onur mücadelesi vermek zorundalar. Çünkü Atina mirastan mülkiyete, eğitimden kültüre kadar her yaşamın her sahasında Türkleri ezmeye devam ediyor. O nedenle Yunanistan’daki Türkler için “Avrupa’nın son tutsak milleti” demek hiç yanlış olmaz. Çünkü sadece tutsak olan bir insan, tutsak tutulan bir toplum çaresiz biçimde bu kadar baskı yaşar.
Avrupa Birliği elbette Yunanistan’ı bu ağır ekonomik buhran karşısında yalnız bırakmamalı ve desteklemeli. Ama Yunanistan’ın Avrupa Birliği’nden destek almasının karşılığında hayata geçirmesi gereken reformlar sadece finans sektörü ve milli bütçe ile ilgili olmamalı. Avrupa Birliği Yunanistan’a yardım ederken -ve aslında bu şekilde kendi prestijini de kurtarırken- Yunanistan’ın “demokrasi ve insan hakları da dahil olmak üzere” her sahadaki eksikliklerini gidermesine yardımcı olmalı.
Hatta bunun için basit ve kolay bir formül de var;
Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan’ın Avrupa Birliği kurallarına uyması için, Avrupa Birliği olmayan Türkiye’nin Avrupa Birliği kurallarına uymasını sağlamak için neler yapıldıysa, aynısı yapılabilir…
Yoksa çok ağır, çok gaddarca mı olur?...
Ayhan Demirci
Azerbaycan-Belçika Dostluk Cemiyeti Başkanı