Bildiğimiz gibi 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla pratik olarak ‘’Soğuk Savaş’’ sona erdi. Bütün kaynaklarda bu böyle geçer.
Aslında savaşın başka bir boyutta hala devam ettiğine inanlardan olduğumu bildirmek isterim..
Bu günlerde “uluslararası ilişkilerde teoriler” dersine çalışırken de yine ayni şeyleri düşündüm.. Neo-realizme karşı Neo-liberalizm akiminin yayılışını ve insanların çıkar savaşlarıyla birbirlerini yediklerini yine bir kez daha hatırlamış oldum.
Sonra konstrüktivizm, post-pozitivist yaklaşımlar, feminizm,...
Sonuç?
Hep aynı, ortada güzel bir dünya oluşumu için hiç bir çare yok..
Tek çarenin “insan olmak, insanca yasamak” olduğunu anlamayanlar için.
Din savaşları halen sürmekte, milliyetçilik akımları da..
Öyle olmasaydı küçücük bir ülke olan Belçika’da bile Flaman, Walon kavgaları sürmezdi.
Ya da koskoca Türkiye’de ufak tefek sorunlar büyütülerek karşımıza çıkarılmazdı.
Terör örgütü diye bir şeyden söz edilmezdi.
Çoğumuz isimize geldiği zaman « Elhamdülillah Müslümanız » deriz, ama adam olmadan, yani insan olmadan önce Müslüman olunamayacağı hiç mi aklımıza gelmez ki ?
Öyle ya, Türk’üz, doğruyuz, Elhamdülillah Müslümanız da, e tabii daha ne olsun...
Üzülerek söylüyorum, belki bu benim kendi tespitim, katılmayanlar olabilir, ama özellikle de burada, yani Belçika’da çıkarları için bizi bizden daha kolay satan, bize bizden, yani kendi kendimizden daha düşman bir millet daha göremiyorum.
Evet, bir sitenin seçimlere yakın hakkımda yazdığı yazıdaki gibi, seçimlerdeki kampanyalar boyunca pek ortalıklarda görünmedim, doğru, ama bu ne özel bir taktikti ne de gazetecilerin bana karşıt eylemi, zira parayı verenler düdüğü çaldı. Bu benim ortalıkta dönen çirkefliklere ve yolsuzluklara karşı uzak durma politikamdı.
Son günlerde gündemde olan Hindistan’daki tecavüz olayı başlı başına içler acısı..
İnsanların sırf kendi zevkleri, nefisleri için masum bir insana çekinmeden barbarca nasıl saldırdıklarını bir kez daha gördük.
Üstelik bunu yapanlar ne aç, ne de susuz, sadece kısa bir sürelik zevkleri uğruna bir başkasının canına kıymak..
Hiç kimse mükemmel ya da hatasız değildir.
Hepimizin kendimizin farkında olmadığı ama başkalarına karşı yaptığımız hataları mutlaka vardır.
Hata yapmak demek insanın kötü olduğu anlamına gelmez, ya da bir iki kez iyi bir is yapan insan mükemmeldir anlamına..
İnsana insan olarak bakamayan insan asla insan olamaz, hatta hayvan bile..
Önce insanca düşünmeyi öğrenmek gerek, sonra da akıllı uslu davranıp başkalarını yargılamadan, karalamadan, güzel bir ahlaka sahip olmaya çalışmak..
Yoksa ister dünyanın en zengin ve taninmiş insani olmuşsun, ister vekil, ister bakan, isterse dünyanın başkanı, insan olmadıktan sonra bunun hiç bir anlamı yoktur..
Bu tür insanlar elbette bir süre bazı yerlerde el üstünde tutulur ama orada diğerlerinin çıkarları bitesiye kadar.
Çıkar dengeleri değiştiği an pat diye yerde bulur bu tür insanlar kendilerini.
Artık birbirimizi hatalarımızla, kusurlarımızla sevelim ne dersiniz?
Pek çoğumuz da kendimizi dev aynasında görmeyi bırakıp, birbirimize her zaman muhtaç olduğumuzu ara sıra olsun hatırlayalım.
Sonuçta hepimiz insanız ve dinimiz, dilimiz, cinsiyetimiz, maddi durumumuz ne olursa olsun, ortak noktalarımız ve birbirimize ihtiyacımız mutlaka var, ve lütfen artık birbirimizi kandırmayalım çünkü gerçekler o kadar şeffaf ki...
Görmemek için ya kör, ya da aptal olmak gerek..
Geçenlerde Antropolog, Araştırmacı Sayın Özbil Bıyıklı’nın hatırlattığı su cümle çok hoşuma gitti, “Bu gidişle ya birlikte el ele verip birbirimizi kurtaracağız, hepimiz kurtulacağız, ya da teker teker ölmeye mahkum olacağız. ”