Hayata geliş sebebimizi unutmuş olabilir miyiz?
Hayata sadece tüketim için, ya da şöyle biraz yaşayıp gitmek için gelmedik elbette.
Sadece acı çekmek, mutsuz olmak için de gelmedik.
Mutsuzluğu tatmasaydık mutluluğun ne olduğunu anlamamız mümkün olabilir miydi?
İnsana hayatta en büyük tuzak ilişkileridir.
İnsan insanla sınanır, ve yine insanla ödüllendirilir…
Muhataplarımızın bize verdiği değer ya da değersizlik bizim değerimizi belirlemez.
Birileri bize bizi değersiz hissettiriyorsa o hissin bizim içimizde mutlaka bir karşılığı, bir sebebi vardır, o hissin kaynağını tespit etmemiz gerekir.
Kendimize sormamız gereken sorular vardır aslında; Acaba doğru mu algılıyorum ? Neden kendimi böyle hissediyorum? Gibi…
Hiç kimse sizin neler hissettiğinizi, neler yaşadığınızı bilemez.
Herkes kendi penceresinden bakar, kendi algılarına göre yorumlar olayları.
Dünya’ya herkes farklı bir fıtratla gelir. Her insan bir alemdir.
Hiç kimsenin istediği gibi olmak zorunda değiliz. Hiç kimse de bizim istediğimiz gibi olmak zorunda değil.
İlişkilerimizde kendimize ve olaylarda ne kadar objektif ve adil bakabiliyoruz?
Eğer bir şeyler ya da birileri bizi üzüyorsa, kırıyorsa ya da alınıyorsak bizim olaylardan nasibimiz nedir?
Muhataplarımızın hataları kendilerini ilgilendirir. Bizim dışarıda suçlu arama gibi derdimiz olmamalıdır.
Herkes kendi kuyusundan seslenir etrafına. Hiçkimse ya da hiç bir olay karşımıza tesadüfen çıkmaz. Biri gider, diğeri gelir. Bizim, kendimizde değiştirmemiz gereken duygu, düşünce ya da davranışlar mutlaka vardır. İnsanız sonuçta.
Karşımızdaki insanın bize karşı olan tutum ve davranışları bizde neler uyandırıyor?
Eğer içimizde herhangi bir travma, derin bir yara varsa, ya da bir şeyleri yüreğimize yanlış kodlamışsak normal davranışlar bile bizi negatif etkileyebilir.
Kendini tanıyan insan bütün etkileşimlerin nedenlerini anlar ve ona göre davranır.
Kişi önce kendisini keşfetmelidir sonra da muhataplarını. Kendisini keşfedip düzelten insan etrafındaki sorunlu insanlara da örnek olur ve onların da düzelmelerine yardımcı olur. Hatalarında ısrar edip düzelmek istemeyen de zaten hep şikâyetçidir ve muhatabından uzaklaşır gider.
Yalnızlık, değersizlik, onaylanma ihtiyacımız olabilir, ya da öyle olan bir muhatabımız…
Karşımızdaki insanın bilinç seviyesi ne olursa olsun biz kendi iç dünyamızda nelerin olup bittiğini değerlendirmekle ve kendimizi düzeltmekle mükellefiz.
Egomuzun tuzağına düşmeden!
İlişkilerimize doğru açıdan bakarsak, doğru değerlendirme yaparsak anlayacağımız çok şey vardır. İlişkilerimiz bize bizi anlatır aslında.
Yaşadığımız hayatın kalitesini belirleyen etrafımızdaki insanlar değil, yine biziz. Burada da hayata bakış açımız ve kalite anlayışımız çok önemli tabii.
Sayısız holdinglerin sahibi de olsak iç dünyamızın ahengi, huzuru maddiyatla ölçülemez.
“Onun evi, arabası, herşeyi var, hayat ona güzel.” diyen biri için hayat maddiyattan başka bir şey ifade etmiyordur.
Halbuki yoksulluk yoklukla değil, yoksunlukla ilgilidir. Bankalarda trilyonları olan bir adam cimrilikten para harcayamıyorsa yoksul demektir.
Afrika’daki aç bir çocuk için “playstation” hiç bir şey ifade etmez…
Kendi bilinç farkındalığını yaşayan insanı hiçbir şey üzemez…
Kınama, kırılma, kaygı, üzüntü ya da alınganlık yapmadan olayları objektif değerlendirmek durumundayız. Bu tür duygular bize gelebilir, ancak biz onlara itibar edersek kaybederiz. Bütün bunlar bizim kemâlatımız için gerekli misafirlerdir. Çok kısa bir süre için bizi yoklarlar ve itibar etmezsek geri giderler.
Zulme uğradığımızı düşünüyorsak zalim bizden başkası değildir aslında.
Allah kullarına zulmetmez. Herkes kendi nefsine, kendine zulmeder.
Yaptığımız bütün iyilikler, güzellikler, sevgi, şefkat bizden değil ki…
Bütün bunları kendimizden bilirsek beklentilere gireriz. Beklentiye giren insan hayal kırıklıkları yaşar, mutlu olamaz.
Hakikat idrak edildikçe özgürleştirir, güzelleştirir, mutlu eder insanı.
Hakikatın sırrına erenlerden olmak dileğiyle…
Birgül KAPAKLIKAYA
8 Şubat 2022
Brüksel