MUHSİN CEYLAN
Türk toplumunda ibadet edilen küçük yerlere mescit, büyüklerine de cami diyoruz. İçinde cuma namazı ve bayram namazı kılınmayan namazgâhlar, hemen hemen her derneğimizde vardır.
Bilhassa toplu ibadet için geniş mekan gerekir. Bu mekanlar dinlere göre cami, mescit, havra, kilise, şapel, dua odası şeklinde adlandırılır.
Almanya’nın yeni yerlileri haline geldiğimiz süreçte, camilerimizin namazgâhlarımızın da ilk başlardakilerden çok değiştiğini hep beraber yaşadık, yaşıyor bundan sonra da yaşayacağız. Bu değişikliğin fiziki yönde bariz şekilde olduğunu görürken, hizmet içerikleri açısından ciddi mesafe katedildiğini söylememiz mümkün değil.
BİNA İNŞAATININ UNUTTURDUĞU İNSAN İNŞASI
Olmak yerine görünme hastalığımız, camilerimizin faaliyetlerinde de dikkat çekiyor. Emeği geçen herkese çok çok teşekkür ettiğimiz, minareli, kubbeli camilerimiz de var artık, bugün yeni yerlileri olduğumuz tüm Avrupa ülkelerinde. İstisnalar kaideyi bozmaz. Tarihimizden gelen kültürümüzün ana damarlarından biri olan camilerimizde, Kur’an’ın bahsettiği insan inşasına yönelik faaliyetler görmek maalesef mümkün değil.
Devamlı bir yerlerde ‘Güzel Kur’an Okuma Yarışması’ ilanlarıyla karşılaşırken, ‘Nebi Rehberliğinde Kur’an-ı Kerim’i, İslam’ı Doğru Anlama’ etkinliği ilanına rastladınız mı hiç? Evet, rastladınız mı?.. Dine ilave ettiğimiz kandillerin ve onun kutlaması için memleketten getirilen, aslında şovmen olan bizlerin ise ‘hatip’ dediği beylerli kutlamalarla kermes ilanlarını unutup haksızlık etmeyelim.
Bu sorumuzun sizi rahatsız ettiğini biliyorum. Daha fazla rahatsız olmak istemiyorsanız, yazıyı burada okumayı bırakıp başka sayfalara geçin derim.
İBADETİN ÖNÜNE GEÇİRİLEN TİCARET
Doğru anlamadığımız bir şeyi nasıl temsil edebileceğimizi fakirin aklı basmaz. Ehli bilir; câmilerin fonksiyonlarını, mabet, yönetim merkezi, ilim ve kültür mekanı olarak kabaca üç gruba ayırmak mümkündür. Bu fonksiyonların detaylarına girmiyorum. Müdavimi olduğumuz hangi camimizde bunları görmemiz mümkün?
Her renkten ve sınıftan insanın bir araya gelip aynı safta ibadet ettikleri camiler, özünde sosyal dayanışmanın sağlanmasında önemli bir misyona da sahipken, camilerimizde para toplanmayan en son Cuma namazını ne zaman ede ettiniz? Bir de imamlarımızın asli göreviymiş gibi, genel merkezlerin kurdukları ‘Helal et’ şirketlerine sipariş toplama mecburiyetiyle karşı karşıya bırakılmaları size garip gelmiyor mu?
Camilerimiz, içinde yaşadığımız toplumla kaynaşabilmek için öğretim faaliyetleriyle külliye olması gerekirken, farkındaysak bambaşka bir şekle evriliyor. Bu ibadet mekanları camiler, ticaret mekanlarına dönüşüyorsa; nereye gidiyoruz diye oturup düşünmek zorundayız. İnsanı inşa eden ibadetin, adetin ve ticaretin gerisine itilmesi, çok uzakta değil yakın gelecekte bile telafisi mümkün olmayacak dine yabancılaşmayı beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Genç kuşakların camilerimize mesafeli durmaları, etkinliklere ilgisizlikleri sizce neden?
POLİTİKAYI PARTİCİLİK ANLAMA HASTALIĞI
Camilerimizdeki kendilerine ‘din gönüllüleri’ diyen imamlarımızdan kaçı bırakın federal veya eyaletteki bugün ve gelecekle ilgili gelişmeleri içinde yaşadığı şehirde neler olup bittiğinden haberdar? Gerek cami yönetimi, gerekse imam dostlarımız, bu süreçlerle ilgili cami cemaatine bir Müslüman olarak, hangi cümleyi kurar?
Almanya’da 2 bin 400 civarında cami var. İslam’ın sembolü olan bu mekanlarımız, çoğunluk toplumuna İslam ile ilgili bir resim veriyor. Bu resimden memnun olanlarımız elini kaldırsın bir zahmet.
Merhum Ahmet Haşim, ’’İki kapı olsa, birisinin üzerinde ’Cennet’ diğerinin üzerinde ‘Cennet hakkında konferans’ diye yazılı olsa, bütün Almanlar ikinci kapıya hücum eder’’ diyor Frankfurt Seyahatnamesinde.
Camilerimizi maddeden manaya taşımak için geç kaldığımız yola revan olmadığımız sürece, çoğunluk toplumunun hücumlarını hep ‘düşmanlık’ olarak anlama kolaycılığımızı sürdüreceğiz. Mağduriyet retoriği, iyi prim yapıyor. Oysaki bu sokak, çıkmaz sokak. Artık bizler herşeyimizle buralıyız. Buralılığın gereklerini de, amasız, fakatsız yerine getirmeye de mecburuz.
EDİLGENLİĞİN SEBEBİNİ SORMAK, HAKKIMIZ
Çoğunluk toplumunda, camilerimizden birine yapılan alçakca bir saldırı karşısında bir kiliseye veya bir havraya yapılan herhangi bir saldırıdaki gibi bir tepki neden oluşmuyor sizce? Polisin, papazın izni olmadan birini almak için dahi içeri giremediği kilise de ibadethane, cami de ibadethane. Ama aynı polis, uyduruk kıytırık gerekçelerle yanında köpeğiyle ayakkabılarını çıkarma ihtiyacı duymadan bir camiye girip, sözde aramasını yapabiliyor. Böyle bir gayri kanunilik ve ahlaksızlık karşısında hangi tepki veya itiraz cümlesini kuruyoruz? Genel merkezler olarak veya onların oluşturduğu birliktelik kurumlarımız üzerinden niye iki kelam edemiyoruz? Nedir bu edilgenliğe sebep olan gebelik?
Avrupa’da varoluşumuzun sürekliliğinin oturduğu iki ayak var; ilki anadil Türkçe diğeri de camilerimiz. Camilerimizden kastımız fiziki yani mimari yapıları değil, külliyelikleri. Burada, Şefik Kantar ağabeyimin ’’Allah’a Bir Ev Yapmak’’ kitabını hatırlatmanın tam da yeri.
TÜRKÇESİ CEMEVİ OLAN CAMİ
İbadethaneler camilerimizin, mescitlerimizin, teolojik boyutuna da girip hem yazıyı uzatmak hem de sizleri daha fazla yormak niyetinde değilim. O konuyu da ehline sorup hasbihal edebilirsiniz.
Cemevinin arapçası olan camilerimizin sosyokültürel ve sosyopolitik yönünü ivedilikle her türlü tabudan uzak bir şekilde konuşup tartışarak, ortak bir yol haritası çıkarmak zorundayız.
Günümüzde de insan ve çağımızla ilgili her türlü meselenin konuşulabildiği mekanlar olması gereken camilerimizi, terk edilen bu özelliğiyle yeniden buluşturmak zorundayız. Cami, kilise benzeri sadece belli vakitlerde ibadet edilen kutsal mekânlar değildir.
Yeni yerlisi olduğumuz ülkenin eğitim sürecinden geçen çocuklarımız, torunlarımız ve sonraki kuşakların kaybolmasını istemiyorsak ve asli yerlilere ulaşmak niyetine sahipsek, camilerimizi külliyenin çağa uygun halini kurup işlerlilik kazandırmaya mahkumuz.
PARA TOPLAMA DİLİ TÜRKÇE, DUA DİLİ İSE ARAPÇA
Camilerimizi, ununu elemiş eleğini de duvara asmış birinci kuşağın akranlarıyla buluşma mekanları olmaktan kurtarmak gibi bir vizyonumuz yoksa, günümüzdeki ziyaretçisizlik ve ilgisizlikten satışa çıkarılan kiliseler gibi orta ve uzun vadede aynı akıbetten kurtulmak mümkün değildir.
Yaşadığımız sürecin farkında olanların bugünlerde atacakları adımlar, kuracakları tez cümleleri, yarınlardaki cami kimlik ve şahsiyetini oluşturacaktır. Sadece para toplarken değil, dualarında Türkçe de konuşabilen ve Allah’ın Türkçe de bildiğini bilen ilahiyatçılarımız, İslam’ın yeni vatanlarda da kurumsallaşmasına çok ciddi katkı sağlayabilirler.
Şayet bunu yapamazsak, mülteci olaylarıyla değişen Almanya’daki göçmen demografik yapısını sevki idare edenler, değişim sürecinin hem istikametini hem rengini hem de muhtevasını belirleyecektir. Bu süreçte özne mi olmak istiyoruz, yoksa nesne olarak kalmak mı, bunu bizlerin bugünlerde atacağı adımlar belirleyecek.