Yazan Sevim Ünal.
Resim sanatı bir macera. Öyle ki, bir dağın zirvesinden aşağılara bakmak gibidir. Tüm dünya ayaklarınızın altında, beyaz bulutlara değer başınız. Sıra dağların hiç biri sizin bulunduğunuz yerden daha yüksek değildir. İşte böyle bir şey, hatta fazlasıdır resim yapma duygusu. Aklımda bu düşüncelerle, gecenin geç saatinde Foça’nın kıvrılıp giden yollarında ilerliyorum. Uzaktan, denizin üzerine savurduğu kara saçlarıyla, yan gelip yatmış, haylaz bir kız çocuğuna benzetiyorum Foça’yı. Öyle ki, yattığı yerden hayata dil uzatır misali duruyor. Işıltılar içinde, gökyüzünde iri yıldızları kopartıp eteklerine saçmış gibi alımlı.
Şöyle bir bakıyorum küçük koyun kıyısına.
Oradaydı. Boyaların arasında, elinde fırçasıyla, bir kaç yıl önce, kocaman gülümsemesiyle bize bakıyordu. Yüzünden tablolarına yansıyan o mutlu duygularla. ‘İşte tam buraya dokundum’ diyordu, coşkulu bir sesle, tualinde bir noktayı göstererek. ‘Fırçayı dokundurduğum anda gelip yerleşiyorlar.’ Bir mücizeye bakar gibi, irir iri açıyordu gözlerini, sanki bir sır verircesine düşüyordu ses perdesi. Kırlarda koşup, oynayan bir çocuk bu derece mutlu olabilir miydi? Bence olamazdı. Onunki daha büyük bir duyguydu, bir aşk. Aşk kelimesi, o yoğun duygu dahi böyle bir sevdanın yanında sönük kalmaz mıydı? Kalırdı, tabi kalırdı.
İşte yeniden oradaydım. Foça’nın kalbinde.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandım. Kutsal bir mabedi ziyarete gider gibiydim. Yüzümü buz gibi suyla yıkadım, dirildim. Sonuçta, benim için her sanat evi, yaratıcılığa hizmet veren kutsal bir mekandı. O mekanlara yaraşır olmalıydı her şey. Sonund gitmem gereken yerdeydim ‘Fevzi Yavuz Sanat Evi.’ İşte, o güleç yüz, mutlu ışıldayan gözler.
Bu sefer, daha da genişletilmiş bir mekan. Sanat evi ve atölyesi. Onlarca resim, yüzlerce roman gibi.
Sıra-sıra, dizi-dizi raflarda. Her biri, beyazın üstünde, önce figüre, sonra kelimelere dönüşüvermişler. Mitolojiyi, tarihin derinliklerini, medeniyetleri, aşkları, çığlıkları, sevinçleri, olayları; her şeyi anlatıyorlar.
Bir tablosunu anlatmak istiyor, tablo yaratıcısından önce davranıyor, renkler dolduruyor atölyeyi, binlerce kapı açılıyor farklı dünyalara. İşte o anda, Zümrüt kuşuna dönüşüyorsunuz, kanatlanıp, tabloların sunduğu o mistik dünyalara uçuyorsunuz. Büyüler içinde, renkler içinde raks ediyorsunuz. İlk girdiğiniz kapıdan girip, gerçeğin kapısından geri geliyorsunuz. Köşede duran, geniş, boyalı masanın yanında Zümrüt kuşu sizi terk ediyor, yine kendi bedeninize dönüveriyorsunuz.
Masanın üstünde duran fırçalarda sıra, kıvranıyorlar, sihir değmiş gibi. Usta dokunur dokunmaz yep-yeni dünyaların geniş kapılarını oluşturuverecekler. Fakat zamanı değil. Onlardan uzaklaşıyoruz. Kıvrılıp sarkıyor boyunları.
Fevzi Yavuz her şeyi tek tek anlatmak, göstermek, ifade etmek istiyor. Ondaki duyguların kelimelere dönüşmesi ne kadar zor biliyorum. Anlatırken yoğunlaşıyor, atölyede var olan her şey ile bütünleşiyor. Renga-renk bir kelebek gibi, kah bir tabloda, kah diğerinde. O an fırçalarına konsa, kapıp tuale geçse neler yaratacak. Biraz daha sabrediyor, resim yapma ilhamını şimdilik savuşturuyor.
Hep resimler onu anlatıyor, şimdi sıra onda. Hepsini anlatmalı. O dünyalara giden yolları nasıl oluşturduğunu tarif etmeli. Yani söz ressamda. Uçuk mavi tonların arasından geçip giden sarılar, yeşiller, pembeler sözcüklere dökülmeli... Piposunu dudaklarının arasına sıkıştırıp, bir süre dalıyor. Nasıl anlatmalı renkleri? Gözleriyle okuşuyor her bir objeyi.
Ötede bir ses ‘çaylar hazırr!’
Çayların hazır olduğu masaya geçip oturuyoruz. Çevreme bakıyorum. Hafif esen rüzgarda sallanan ağaç yapraklarına takılıyor gözlerim, ‘bu resimler çok büyülü’ diye geçiriyorum içimden. Bahçenin bir köşesinde duran tualden müzik sesleri yükseliyor ‘bunu yeni yaptım’ diyor Fevzi hoca. Merakla başımı oraya doğru çeviriyorum. ‘Görüyor musun? O bir dansöz’ diyor. Müziğin ritmi yükseliyor, tualdeki dansöz, yeşil otlara çıplak ayaklarıyla basıp kalçalarını kıvırıyor, ayak bileğindeki halhaller şıngırdıyor. Dönüp göz kırpıyor bize. Püsküllü, kırmızı kostümünü savuruyor, kollarını yanlara açıp bir iki göbek atıp yok oluyor.
‘Nasıl olmuş?’ diyor Fevzi hoca.
‘Daha iyi olamazdı’ diyorum. Gülümsüyoruz.
Ressam ve Mimar Fevzi Yavuz her şeyi resimleriyle anlatan bir sanatçı. Hani Picasso’nun bir sözü vardır ya.
“Herşeyi söylemem ama, her şeyin resmini yaparım.”
İşte bu söz tam da bu ressam için söylenmiş olmalı.
Sevim Ünal
Antwerpen 3-08-2018