Art-painter Sevim Unal
Öfkesi henüz dinmemişti. Zihnine gelen en keskin cümleleri kartopu misali elinde yuvarlayıp fırlatıyordu. Bazen kesici harfleri, kadının yüzünde hedeflediği yere doğru hızla savuruyordu. Kadının çenesine, boynuna isabet eden Z’ler, L’ler, İ’ler oldukça etkiliydi. Hele ‘İ, İ’yi, iki parça halinde atarken ne kadar eğleniyordu. Anlına, çenesine, yanaklarına hatta başına isabet edenlerin bazıları derisine saplanıp kalmıştı. İri iri açılmış gözleriyle adama yalvarırcasına bakıyordu. Yüzünün çeşitli yerlerinden kanlar çenesinde birikip, boynuna doğru zikzaklar çizerek ilerledi.
Bunlar yetmemiş, hala öfkesi dinmemişti. Dışarda yüklendiği dertleri; borcunu ödemelisin, maşına zam yok, eve ekmek götürememek, kira ve daha bir çok şeyi evin salonuna dökerek rahatlamaya çalıştı. Hayır, bu da işe yaramıyordu.
Evine her dönüşünde, başı önde, ağzı- var dili yok, süklüm-püklüm kapıyı açan karısını akşam yemeğinden sonra dövmeyi alışkanlık haline getirmişti. İşte onu dövmeye başladıktan sonra biraz olsun rahatlıyordu. Şimdi, keskin, belki de öldürücü kelimelerden cümleler oluşturup kalbine saplasa. ‘Hayır’ diye düşündü biran. “Ölürse her şey biter. Bu zevkten mahrum kalırım. ‘Gerçi cezası yok fakat ben kendimi bu zevkten mahrum bırakmamalıyım” diye mırıldandı. ‘Kadına dair, alışılmış, gelenekselleşmiş, benimsenmiş olan her şeyi alıp kendime bir saray kurabilirim. Evet, evet, her şeyi tek öfkede silip atmamalıyım’ düşünceleri arasında gözlerini, mutfak dolabının köşesine sığınmış karısına dikti. Elindeki öldürücü kelimeyi yere fırlattı. Kadın, gözlerini yumup, derin bir nefes aldı.
‘ Dün seni çay bahçesinde görmüşler. Ne işin vardı orada? Üstünde inceymiş’ dedi. Ağzından çıkanları yumak yapıp kadına doğru attı. Kadın, kendisine doğru yuvarlanan yumağa tiksinerek baktı. ‘Ne yapmaya çalışıyor, yeniden mi başlayacak?’ diye geçirdi zihninden. Sustu, suskunluğu şeffaf, ince bir ipe dönüştü. Adam elini, kadının tiksinti saçan gözlerine bulaştırıp, mutfak tezgahına bıraktı, parmaklarıyla kadının sessizliğine tempo tuttu.
Kadın gitmeyi hayal etti. İlkin baba evinin duvardan kapısını, o duvarın ardında, keskin dilini beline bağlamış babasını düşündü. ‘Olmaz’ diye inledi.
‘Ya komşu evler?’ Diye geçirdi zihninden. Pencerelerinden, kendi evine benzeyen mobilyaları, salonlarına gelişi güzel yığılmış, kanıksanmış sorunları gördüğünü hatırladığı an vaz geçti. Sokaklara kaçsam? Kalabalıklara karışmış, oraya buraya savrulmuş ölü kadın bedenleri, onları suçlarcasına üstünü örten gri gazete haberleri olmasaydı…
Bu şartlarda gemiyi terk etmeye hazır olmadığını düşündü.
‘Evet, komşu kadınla çay içmeye gittik’ diye fısıldadı. Adam, elini yavaşça tezgahtan çekti. Sessizce konuşmadan, başları önde öylece durdular. Sonra adam, öfkesini toplayıp yan cebine soktu ‘neyse işte, bir daha haber ver öyle git… Laf çıkmasın!’ diye uyardı, mutfak penceresinden süzülüp gitti.
Kadın, yerden kalkıp, doğruldu. Üstüne yapışmış harfleri elinin tersiyle silkeleyip attı. Mutfak lavabosuna eğilip avuçladığı soğuk suya göz yaşlarını ekledi. Tam o sırada ‘İ, harfinin sarı noktası suda, döne döne yitti.