Sevim Ünal Yazdı.
Epey zaman önce, kapağını beğendiği bir DVD film almıştım. Kapağındaki fotoğraftan tablo yapmayı düşünüyordum. DVD`yi çevirip arka kapağına, filmin konusuna şöyle bir göz attım. Bir yazar kadın ile ressam adamın; hem aşk hikayesini hem de kariyerlerini anlatıyordu. İlgimi çekti ve izledim.
Bir zamanlar İngiltere`de çok ünlü olan bayan yazarla başlıyordu öykü. Çok genç yaşlarda yazmaya başlayan genç bir bayan. Bir de kız kardeşi var. Genç yazar, o kadar yoğun ve büyük bir tutkuyla yazdıklarını yayımlamayı hiç düşünmez, hatta kimseye de okutmaz. Sürekli yazdıklarını gizler. Kız kardeşi bir gün, ablasının yazdıklarını çalışma masasında unuttuğunu fark eder. Merakla alıp okur. Gözleri iri iri açılır. Ablasının yazdıklarını çok beğenir.
Aradan bir kaç ay geçer ve genç yazarın adına bir zarf gelir. Yazar zarfı açar. İçindeki mektupta, romanı için Londra`ya davet edildiği yazıyordur. Üstelik yayınevi yol ve otel masraflarını da karşılayacağını bildirmiştir. Kız şaşkınlıkla babasına döner. Onun romanını yayınevine gönderip göndermediğini sorar. Babası aynı şaşkınlıkla ona `roman mı yazdın?` diye sorar. Genç kız, ilk etapta epey öfkelenir. Daha sonra kız kardeşi her şeyi itiraf eder. Ardından ablasını Londra`ya gitmeye, yalvar yakar ikna eder. Yazar Londra`ya varır. Yayınevi genç yazarı tren istasyonundan aldırır, büyük bir ilgiyle brüyo gelmesini sağlar. Genç yazar, büyük bir gurur içinde yayınevi müdürünün karşısına geçer. Adamı başıyla selamlar. İlk sözü `öykümü size ben göndermedim` olur. Adam şaşkınlıkla kıza bakar. Kız `kardeşim benden gizli göndermiş` diye açıklar. Müdür gülümser. `Kardeşiniz harika bir iş yapmış` diye yanıtlar.
Yazar başını daha bir dik tutar, adamın başının üstünden dışarıya bakar. Öyle ki, adamı ciddiye almıyormuş havası yaratır. Müdür, kızın bu tavırlarını genç ve tecrübesiz oluşuna verir. Yazara; kitabını okuduklarını, çok beğendiklerini, eğer anlaşırlarsa yayınlamak istediklerini söyler. Kıza yapacakları hayli yüklü ödemeden bahseder. Kitap yayınlandıktan sonraki izleyecekleri yolu da anlatır adam. Yazar başıyla onaylar. Adam bir süre susar. Genç yazar elindeki şemsiyeye dayanmış, mağrur ve büyük bir ciddiyetle adama bakmaya devam etmektedir.
Adam suskunluğu kendisi bozar. `Yalnız bir durum var` der. Kız şaşırır. `Nedir?` diye sorar. Adam önünde duran romanın sayfalarını karıştırır. `Kitabınızdaki bazı betimlemeler yanlış` der. Kız iki kaşını şaşkınlıkla yukarı kaldırır. Tek bir şey söylemez. `Örneğin, burada bir doğum sahnesi var ve siz bebek şampanya kapağı açar gibi doğurtmuşsunuz` der. `Bence bebekler öyle doğar` der kız. Sesi keskin, kararlıdır. Adam; `hayır öyle doğmazlar. Siz hiç doğum yağan bir kadın gördünüz mü` diye sorar. Ardından ekler. `Buna benzer bir kaç şey daha var. Tüm bunların editörümüz tarafındam redakte edilmesi gerekiyor. Daha sonra yayınlayabiliriz. Kabul ediyor musunuz?` diye sorar.
Kız öfkeyle ayağa kalkar. `Bu ne cürret? Siz benim yazdığım romanın tek bir satırına dahi dokunamazsınız!` diye bağırır. Ardından dönüp oradan çıkar. Adam telaşla, ne yapacağını bilemeden bir süre ardından bakar. Sonra yardımcısını çağırır.
`Git o genç kızdan özür dile ve geri gelmesi için ikna et` der. Yardımcısı kızı ikna edip getirir. Yayınevi kızın romanını olduğu gibi yayınlar. Genç kız ünlü bir yazar olur. Bundan sonrası da yaşadığı aşkı anlatır. Tanıştığı başarısız bir ressam onun mahvına neden olur.
Bu filmden etkilenmedim desem yalan olur. Şöyle düşünmeme de neden oldu:
Sanatçı veya edebiyatçı bir kişi üretiği bir üründe iz bırakmalıdır. Herkesçe doğru olanı, standart bir şekilde yaptığı zaman ne işe yarayacak? Önemli olan gördüğünü farklı bir şekilde anlatmak, fakrlı bir şekilde yansıtmak, resmetmektir. Bir şeyin birebir aynısını yapmak belki bir yetenektir. Peki bu durumda yaratıcılığın ne anlamı kalır?