BİR TEHDİT DEĞİLDİR FARKLILIK ,
TERSİNE, BİR UMUTTUR…
Göçmenler… Yabancılar…
İşte iyi bir tartışma konusu!
Kimileri Onları bütün kötülüklerden sorumlu tutuyor, bütün olumsuzlukları Onlara mal ediyor.
Başkaları ise duyarsız kalıyor.
Bir kaçı Onları bir zenginlik kaynağı olarak sayıyor ve Onlarla ilişki kurmak için çaba gösteriyor.
Fakat Onlara karşı gerçekten ilgi duyan kimlerdir?
O insanların sorunları, mutlulukları ve korkuları hakkında ne bilgileri vardır?
Zira bulundukları ülkelerde göçmenler çok nadir söz sahibi olmuşlardır.
Başka İtalyan ve Arapların gibi annemin, babamın ve arkadaşlarının kırk yıl önce yaşadıklarına kıyasla daha şanslı olsam da, ben bugün bu eksiği tamamlamak istiyorum.
Babam ve binlerce başkaları neden gelmişler buraya?
İnsanın kalp coşkusuyla Türkiye’nin güneşini ve manzaralarını bırakabileceğine inanmak mümkün müdür?
20 yaşlarındaki delikanlıların dayanılmaz acısını bir düşünün… Bunlar çoğu zaman arkalarında gencecik bir hanım bırakıyorlardı ve hatta bazen daha iyi tanımaya vakit bulamadıkları bir bebek bile vardı.
Bu delikanlıları yurtdışına iten ne eğlence dileğidir, ne macera tadı.
Ülkelerindeki zor ekonomik durumun getirdiği yoksulluğa karşı direnişleridir; mademki öyle gerekiyordu, aileleri için başka yerlerde doğru dürüst bir hayat kurma dileğidir.
Hatta kimileri için tek iki seçenek bulunuyordu; ya hapse girmek ya da sürgüne gitmek: haksızlıkları alenen ifşa etmek her zaman iyi olmayabiliyordu.
Sefalete karşı onurlarını ortaya koyma çabasında olan bütün bu insanlar için güzel bir fırsat çıkmıştı, Valon bölgesi o zamanlar felakete doğru giden bir bölge değildi. Belçikalıların ve hatta ilk işçi olarak gelen İtalyanların yetmediği erinç dolu madenler bağıra çağıra işçi talebinde bulunuyorlardı.
Kalpleri elem ve umut ile dolu yola çıkıyorlar…
Koyuldukları yolda gönüllerini korku kemiriyor...
Köylerinden o vakte kadar ayrılmamış ve ilk kez büyük şehrin girdabında bulunacak olanlar için meçhulden korku var.
O kadar uzun ve rahat olmayacak olan yolculuktan korkuyorlar…
Yol ucunda onları bekleyenden veya bulamayacaklarından korku var…
Ya varışlarındaki yaşadıkları karışıklık nasıl tanımlanır? Belki siyah bir gökyüzü ve istasyonun hoparlörlerindeki yabancı bir dildeki garip tonlar… “Acaba bana mı sesleniyorlar? En azından şu levhalardaki yazıları okuyabilseydim…”
Peki, ilk konutlarının karşısındaki hayal kırıklığından, yeni ve bitkin düşürücü bir işin ilk günlerinden de bahsetmem gerekir mi?
Daha önce dediğim gibi, bütün bunlar sadece düşündüğümde tahmin edebildiklerim, bu babamın hayatı ve bu konuda genelde sessizdir. Bu yaşadıklarından sadece, günlük hayatımızda küçük güçlüklerden yakındığımız zaman, elimizdeki şansı göstermek için bahsediyor.
Hâlbuki bu olumsuzluklar bizde de mevcut. Mesela dil konusu üstesinden gelmesi zor bir sorun olarak kalıyor. Anaokuluna başladığımda, bana söylenenlerden hiçbir şey anlamıyordum. Küçük bir kız korkaklığımı yenebilmem için ilk öğretmenlerimin sınırsız sabrı ve hoşgörüsü gerekti. İlkokuldaki ilk senemden sonra başarısızlıkla tanıştım ve bugün halen dil konusunda sorunlar yaşayabiliyorum.
Hatta belki de dil konusunda kimi korkularımdan kurtulma amacı ile bugün sizlerin önünde konuşma cesareti gösteriyorum, sizlere bizim gerçeklerimizi anlatabiliyorum.
Bu gerçekleri duyurabilmek önemlidir. Belki bizi anlayınca kimileri bize sırt çevirmeyi bırakır.
Bu istenmeyen, reddedilen, hor görülen olma duygusu kimi zaman taşınması gerçekten zor bir yük oluyor günlük çileye dönüşüyor. Bu itilme tepkilerinin çoğu zaman anlaşılmazlığın, iletişimsizliğin, kültürümüzü yanlış tanımanın ve farklılık korkusunun sonuçları olduğunun kanaatindeyim.
Kendi farklılığımın diğer farklılıklar gibi bir tehdit değil bir umut, bir hediye olduğunu anlatmayı borç bilirim. Farklı olmak bilgi takasını, diyalogu ve tabii ki diğerinin keşfini sağlıyor. Size kültürümü ve sizin dünyanızdan o kadar uzak olmayan bir dünyadan gelen bilgilerimi hediye ediyorum.
Fakat benim sorunum çift taraflı, çünkü bugün, Türkiye’ye döndüğümde hemşerilerimin endişelerini de yatıştırmak düşüyor bana, burada olduğum gibi orada da yabancı oldum.
Büyük olasılıkla uzun zaman gerekecektir bunun bir özür değil de bir güç olduğuna ikna olmak için.
Her yerde yabancı görülenin aslında tersine hiçbir yerde yabancı olmadığı bir gün mutlaka anlaşılacaktır.
Atalarımız için göçün zorlukları belki evrimi frenlemişti biraz, ancak evrimin üzerine gitmek ikinci nesil göçmenleri olan bizlere düşüyor.
Sakın yanlış anlamayın! Benim burada yaptığım göçmenlerin kaderi hakkında yakınmak değil, anlattıklarımı şikâyet olarak değil, tersine bir gönüllülük ve bir umudun beyanı olarak kabul edin. Buraya kadar gerçek olan zorluklarımızdan bahsettiysem, ödediğimiz bedelleri bilmeniz içindir.
Ancak göçün avantajları da bir gerçektir.
Böylelikle babam Belçika’da ailesine doğru, dürüst ve onurlu hayat şartları temin edebildi.
Gurbetçiliğimiz sayesinde ben burada, bir okulda orada varlığını dahi tahayyül edemeyeceğim bir gelecek hazırlamakla meşgulüm.
Babamın yolculuğu bana inanılmaz bir “çift kültür” zenginliği kazandırdı, O’nun bana verdiğini koruyorum ve okulun bana getirdiğini de kucaklıyorum.
Biliyorum, bir gün babamın yolculuğu, buradaki hayatım bana gurbet gibi gelmeyecek, tersine harika bir fetih olacak bu benim için.
İşte o gün, çiçek açan, mutlu ve o kadar paylaşacak ve kabul edecek zenginliklerle dolu olacağım ki kimse bana sırt çevirmeyi düşünmeyecek…
Bundan eminim… Emin olmak istiyorum…
Teşekkürler
Ümmü YILMAZ
AÇIKLAMA
Gününüz aydın,
Ocağınız şen olsun.
Bu göçün 50. yılında sizinle 16 yıl evvel bir gurbetçi ailenin kızının sunduğu düşüncelerini, yaşadıklarını ve hayallerini paylaşmak istedim.
2. nesil genci olarak o zaman (1997) çok eksiğimiz olduğu aşikar.
Peki bunları okuyunca bir düşünelim, 4. nesillerin yetişme vaktinde olduğumuz halde, aradan 16 sene geçmesine rağmen, ne kadar gelişme katedebilmişiz acaba?
Terazi eksiklerde mi ağır basıyor, artılarda mı?
Bana geliyor ki kimilerimiz öyle bir kat etmiş ki
Asimilasyon rüzgarı içinde kaybetmişler kendilerini,
Ne kültürümüz kalmış kalplerinde, ne de dillerinde dilimiz..
Başkaları ise hiç adım atmamış olduğu yerde sayıyor,
Ve o vazgeçilmez egosantrizmleriyle ne anlaşmak ne de anlamaktır dertleri,
"Hep bana, hep bana..."dercesine sadece anlaşılmak dilekleri,
Asıl olması gereken ise bu iki grup arasında sıkışıp kalmış entegre olanlar,
İki kültürü bir arada yaşama çabasıyla güzel şeyler başaranlar...
Herkese ayak uydurup kendileri hiç biri tarafından anlaşılmayanlar..
Önemli değil hangi gruba ait olmamız,
Asıl en başta gereken insanca davranmamız.
Temennim odur ki,
Eğer parmakla gösterileceksek yaşadığımız ülkede,
Bu ancak örnek anlamında olsun saygı ve sevgi ile...
YAZININ ORİJİNALİ FRANSIZCA OLARAK AŞAĞIDAKİ PDF DOSYASINDADIR..