Doç. Dr. İsmail Numan Telci
İstanbul- AA
Mısır’ın demokratik seçimlerle göreve gelen ilk ve tek devlet başkanıMuhammed Mursi, yargılandığı bir dava nedeniyle çıkarıldığı mahkemede hayatını kaybetti. Ülke tarihindeki ilk sivil devlet başkanı olan Mursi’nin ölümüyle Mısır’ın 2011 yılında başlayan demokrasi mücadelesi de ciddi biçimde yara aldı. Nitekim Mursi, Mısır’ın otoriter rejimlerden kurtulması, askeri vesayetten sıyrılması ve dış müdahalelerden bağımsız bir yönetime kavuşması için kararlı bir duruş sergilemekteydi. Yönetimi sırasında toplumun farklı kesimlerini de kucaklama çabası içerisinde olan ancak gerek iç gerekse de dış aktörlerin taarruzlarına maruz kalan Mursi, demokrasiye, sivil siyasete ve barışçıl mücadeleye olan inancını kaybetmemiş ve bu uğurda ülkesinin demokratik bir yönetime kavuşabilmesi için çaba sarf etmişti.
Göreve gelişinden itibaren kısıtlı imkanlar ve zor koşullara rağmen, devrimin hedeflerini tamamlamak adına girişimlerde bulunan, devrimci aktörlerle işbirliği yapmaya çalışan ve ülkede yeni bir demokratik düzenin inşası için eski rejimin aktör ve kurumlarını rehabilite etmek dahil yapıcı bir tutum içerisinde olan Muhammed Mursi, bu süreçte hem içeride hem de dışarıda ciddi bir destek bulamadı. Önce eski rejim kalıntıları, daha sonra kimi devrimci gruplar ve Selefi hareketin bir kanadı olan Nur Partisi gibi toplumsal kesimlerin desteğini çektiği Müslüman Kardeşler liderliği, dışarıdan da Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail gibi ülkelerin yıkıcı politikalarının hedefi haline geldi.
Bu dönemde Mursi’ye yönelik Müslüman Kardeşler karşıtı medya kuruluşlarında ve uluslararası basında getirilen ülkeyi İslami bir ajandayla yönettiği, ekonomik sorunlarla yeteri kadar mücadele edemediği, Hristiyanlara yönelik saldırıları engellemediği, ülkedeki istihbarat teşkilatının hukuksuz uygulamalarını sonlandıramadığı ve düzeni tesis etmekte zorlandığına dair suçlamalar aslında Müslüman Kardeşler liderliğinin yönetim kapasitesi olmadığına dair yaratılmak istenen algıyı besleyen ve gerçeklikle ilgisi olmayan ithamlardı.
Devrim karşıtı cephe
Nitekim 30 yıllık Mübarek rejiminin siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak bir enkaz haline getirdiği Mısır’ın kısa bir süre içinde demokratik, müreffeh ve kalkınmış bir ülke haline gelmesi, siyasi ekonomik ve toplumsal sorunların çözülmesi mümkün değildi. Bu sorunların çözülememesinde özellikle eski rejimin kalıntılarının varlığını sürdürdüğü ordu, istihbarat ve yargı gibi resmi kurumlarla birlikte, yine dış aktörler tarafından desteklenen iş dünyası ve medyanın rolü hayati olmuştur. Dolayısıyla Mursi, Mısır’da iktidar koltuğuna oturmuş ancak bir yıllık kısa bir süre içinde muktedir olmayı başaramamıştı.
Bunda sadece iç aktörler ve eski rejim kalıntılarının rolünün olduğunu belirtmek eksik olacaktır. Nitekim bu süreçte dış aktörler de Mursi ve Müslüman Kardeşler liderliğinin devrilmesi için büyük çaba gösterdi. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Müslüman Kardeşlerin bölgesel dönüşümün itici gücü olduğunun farkına vararak, hareketin siyasal düzlemde güçlenmesini engellemek adına tüm güçleriyle çalıştılar. Mısır medyasında ve küresel kamuoyunda Müslüman Kardeşler hakkında olumsuz algı üretilmesine destek olan bu ülkeler, ABD ve İsrail’in de desteğini alarak Mısır’daki devrim sürecini sonlandırmayı hedefledi. Nitekim 3 Temmuz 2013’deki askeri darbe ile bu hedeflerine ulaştılar.
Bu noktada şunu hatırlatmak faydalı olacaktır. Mısır’daki devrim sürecinin başarısızlığa uğratılması ve Müslüman Kardeşler hareketinin iktidardan uzaklaştırılması bölgede demokratik düzenlerin kurulmasını istemeyen tüm aktörlerin üzerinde uzlaştığı bir husustu. Devrimin başarılı olması ve Mısır’da meşruiyetini halktan alan bir iktidarın yönetime gelmesi, bölgesel düzeyde benzer taleplerin artmasına neden olacağından Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi monarşiler bu durumu kendi yönetimleri açısından tehdit olarak görmüşlerdir. Yine bu ülkeler, bölgesel düzeyde en geniş toplumsal tabana sahip hareket olan Müslüman Kardeşlerin güçlenerek, siyasi bir aktör haline gelmesini de rejim güvenlikleri açısından ciddi bir risk olarak değerlendirmişlerdir. Bu nedenle Mısır’da devrim sürecinin ve Müslüman Kardeşler hareketinin başarısız olması için politikalar yürütmüşlerdir.
Bu anlamda bu ülkelere en büyük destek Batılı ülkeler ve İsrail’den geldi. İsrail’in güvenliği açısından kilit konumda olan Mısır’da, Tel Aviv’e tehdit oluşturabilecek bir yönetimin varlığı hem bu ülkenin hem de İsrail ile en yakın ilişkilere sahip Batı ülkesi olan ABD’nin endişelenmesine neden oldu. ABD açısından bir başka sorun da uzun yıllardır bölge politikalarında anahtar konumdaki Mısır’ın Washington yönetimine ideolojik olarak yakın olmayan bir grup tarafından yönetilmesi ihtimalinin, onarılması güç sonuçlar doğurabilecek olmasıydı. Bu nedenle Washington başından itibaren Müslüman Kardeşler hareketine şüpheyle yaklaştı.
Darbeye karşı barışçıl mücadele terk edilmedi
Benzer şekilde İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya gibi ülkeler de hem Orta Doğu’daki hem de Kuzey Afrika’daki çıkarlarının zedelenebileceğini, Mısır’ın bölgenin yükselen gücü olan Türkiye ile iş birliğine giderek Batı karşıtı bir blok oluşturabileceğini değerlendirerek Mursi yönetimine destek vermekten çekindiler. Dolayısıyla Batılı aktörler Mursi’nin Mısır’da demokratik bir siyasi düzen kurma çabasına rağmen, kendi çıkarlarının olumsuz etkilenebileceği endişesinden dolayı Müslüman Kardeşler hareketinin iktidarının uzun süreli olmasını istemediler.
Gerek darbe rejiminin baskıcı politikaları gerekse de Batı ülkelerinin bu duruma göz yuman tavrına rağmen, Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler liderliği, Mısır’ın daha büyük bir kaos ortamına sürüklenmemesi adına itidalli bir tutum takındı. 3 Temmuz 2013’te askeri darbe ile görevinden uzaklaştırılmasını izleyen dönemde Mursi, mensubu olduğu Müslüman Kardeşler hareketinin darbeyi gerçekleştiren Abdülfettah es-Sisi ve rejimine karşı silahlı bir mücadele yürütmesini engelledi. O dönemde Mursi ve İhvan’ın önde gelen bazı figürlerinin bu yaklaşımı özellikle hareketin daha genç üyeleri arasında tartışma konusu olsa da, Müslüman Kardeşler askeri darbeden bu yana barışçıl muhalefetini sürdürdü. Mısır’ın 2013 sonrası süreçte kanlı bir iç savaşa sürüklenmemesinde, Müslüman Kardeşler hareketinin bu barışçıl tutumu en önemli etkendir.
Darbeyi izleyen süreçte Rabiatül Adeviye Meydanı’nda toplanan Müslüman Kardeşler üyelerine yönelik saldırılar ve 14 Ağustos 2013’te gerçekleştirilen ve bir günde binden fazla İhvan üyesinin hayatını kaybettiği katliam dahi hareketin barışçıl tutumunu terk etmesine yol açmamıştır. Müslüman Kardeşler hareketi ülkenin siyasi kaosa sürüklenmemesi, istikrarın bozulmaması, toplumsal huzurun zarar görmemesi ve ekonominin daha da kötüleşmemesi için darbe karşıtı mücadelesini demokratik yöntemlerle sürdürmüştür.
Batı`nın ikiyüzlü tavrı
Ancak askeri darbenin yerel mimarları ile bölgesel ve küresel destekçileri Mısır’ın istikrarını, refahını ve huzurunu göz ardı ederek ülkenin kaosa sürüklenmesine yol açacak gelişmeleri tetiklediler, bu süreci desteklediler. 3 Temmuz’daki askeri darbeye karşı cılız tepkiler veren ABD, Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya gibi ülkeler, izleyen süreçte yaşanan katliamlar karşısında da sessiz kaldılar. Yine bu ülkeler birçok ülkeye yönelik demokrasi eleştirilerinde bulunurken, Mısır’da darbenin mimarı olan ve ülkedeki demokratikleşme umutlarını söndüren Sisi’yi başkentlerinde ağırlamaktan, askeri ve siyasi anlamda işbirliği yapmaktan çekinmediler.
Bu durum Batı ülkelerinin demokrasiyi bir ideal olarak değil de bir araç olarak işlevselleştirdiğinin en açık göstergesidir. Arap coğrafyasında demokratik bir dönüşümü başlatabilecek olan Mısır’daki devrim hareketinin kendi çıkarları için sona ermesine göz yuman Batılı ülkelerin, Mursi’nin ölümünde şüphesiz sorumlulukları büyüktür. Ancak asıl sorumluluğun Mısır’ın demokratik seçimlerle göreve gelen ilk sivil cumhurbaşkanı Mursi’yi askeri darbe ile görevinden uzaklaştıran ve izleyen süreçte her türlü baskı ve yıldırma politikasını uygulayan, tıbbi müdahaleyi engelleyen ve onu bir mahkeme salonunda ölüme sürükleyen darbe yönetiminde olduğu açık.
Mücadeleyle geçen ömür
1951 yılında dünyaya gelen ve başarılı bir eğitim hayatı geçiren Mursi, 1978-1985 yılları arasında kaldığı ABD’de önce doktora çalışmalarını tamamlarken, ülkesine dönmeden önce üç yıl boyunca Kaliforniya Devlet Üniversitesi’nde dersler verdi ve NASA’da çalıştı. 1985 yılından 2010 yılına kadar Zagazig Üniversitesi’nde mühendislik profesörü olarak görev yapan Mursi, Mısır’daki kariyeri süresinde Müslüman Kardeşler hareketi içerisine aktif görev aldı. 2000 yılındaki seçimlerde Mısır parlamentosuna seçilen Mursi, 2005 yılında koltuğunu kaybetti. 2006 yılında katıldığı bir protesto nedeniyle 7 ay tutuklu kalan, 2011 yılındaki protestolar sırasında da kısa süreliğine tutuklanan Mursi, devrimin ardından Müslüman Kardeşler tarafından kurulan Hürriyet ve Adalet Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı olarak gösterildi. 17 Haziran 2012’de cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandığı açıklanan Mursi, 30 Haziran’da yemin ederek göreve başladı.
Zor geçen bir yıllık başkanlık dönemi 3 Temmuz 2013’teki askeri darbe ile sona eren Mursi o tarihten itibaren darbe rejimi tarafından hapis tutuldu. Mursi bu süreçte haksız ve uydurma birçok suçlamayla yargılandı, ailesiyle görüştürülmedi, hücre hapsinde tutuldu ve gerekli tıbbi müdahaleden mahrum bırakıldı. Mursi’ye itham edilen Hamas ve Hizbullah ile iş birliği yaparak protestolar organize etmek, Hamas adına casusluk yapmak, ulusal güvenliği ilgilendiren sırları Katar ile paylaşmak, halkı şiddete teşvik ve yargıya hakaret etmek gibi tamamı uydurma suçlamalar, darbe rejiminin sadece Mursi’yi değil tüm Müslüman Kardeşler yönetimini siyasi gerekçelerle ortadan kaldırmayı hedeflediğini gösteriyor. Uluslararası insan hakları kuruluşlarının çağrılarına rağmen Mursi’nin kötüleşen sağlık durumuna müdahale edilmedi ve 17 Haziran 2019’da Mısır’ın demokratik seçimlerle göreve gelen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, kararlı ve onurlu mücadelesinin de bir tezahürü olarak mahkemede duruşma esnasında hayatını kaybetti. Ahmed, Ömer, Üsame ve Abdullah isminde dört oğlu ve Şeyma isminde bir kızı olan Mursi’nin başkent Kahire’deki Nasr mezarlığına defnine sadece ailesinin katılmasına izin verildi.
[Orta Doğu siyaseti, Arap devrimleri, Mısır’daki devrim süreci ve Körfez siyaseti konularında uzman olan Doç. Dr. İsmail Numan Telci, Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü`nde öğretim üyesi olarak görev yapmakta ve SETA Dış Politika masasında araştırmacı olarak çalışmalarını yürütmektedir]