Yeni bir zaman dilimine giriyoruz: 2020.
Almanya’daki resmi göç(menlik) tarihimizin de 59. yılına gireceğiz.
Geçen süre, Almanya Türk Toplumu için önemli bir zaman dilimidir.
Gelip yerleştiğimiz bu ülkede, artık kalıcı olduğumuz konusunda hemfikiriz.
Ancak, Almanya şartlarında, önceliklerimizi belirleyip hem insanlarımızın her alandaki bütün ihtiyaçlarını hem de birlikte yaşadığımız toplumun beklentilerini dikkate alarak, anlaşarak ve uzlaşarak ortak geleceğimizin inşasına katkıda bulunabiliyor muyuz?
Bu bağlamda, her alanda kurumsallaşmayı başarabildik mi?
ÜÇ ALANDA BAŞARI SAĞLANAMADI
Almanya Türk Toplumu olarak 58 yıldır bu ülkede varlığımızı sürdürüyor ve sınırlı imkanlarımızla kurduğumuz çatı örgütleri vasıtasıyla özellikle dini, kısmen de sosyal/kültürel ve diğer alanlarda ağırlıklı olarak Türk kökenliler olmak üzere farklı ülkelerden gelen Müslümanlara yönelik hizmetler sunmaya çalışıyoruz.
Fakat, geçen süre içinde hizmetlerimizi kurumsallaştırmayı, standartlaştırmayı/profesyonelleştirmeyi ve toplumsallaştırmayı başaramadık ve çalışmalarımızı hâlâ günübirlik sürdürmeyi tercih ediyoruz. Elbette bunun farklı nedenleri var.
Hiç şüphesiz, en önemli nedenlerin başında, çatı kuruluşlarında yönetici konumundaki kişilerin Almanca bilmemeleri geliyor.
Aslında Almanca lisanını bilmek de yeterli değil; Alman devlet mekanizmasının işleyişini, dışa ve içe dönük politika stratejilerini, toplumsal gerçeklikleri, çok kültürlü toplum yapısını, psikolojisini, zihniyetini ve medyanın dilini bilmemeleri ve geçmişte yaşamaları da diğer eşdeğer nedenleri oluşturuyor.
Kısaca; yeni Almanya’yı yeterince tanımadıkları için sadece kendi geleceklerine göre önemli gördükleri çalışmaları “kapalı devre” yürütmeye çalışıyorlar.
İŞ EHLİNE VERİLMİYOR
Diğer en önemli bir neden de, bu ülkedeki ortak geleceğimizin inşasına katkıda bulunabilecek akademisyenlerin/aydınların özellikle çatı kuruluşlarında kendilerine yer bulamamaları, bir başka deyişle işin ehline verilmemesi...
Hâl böyleyken göçten sonra yeniden şekillenen çok kültürlü bir toplumda, mevcut yapılarla barış içinde birlikte yaşama kültürü ve sanatı ile ilgili kurucu kavramlar üretemediğimiz için ortak geleceğimizi sadece üretilen kavramlar/değerler üzerine inşa etmek zorunda kalıyoruz.
Devlet kurum ve kuruluşlarıyla, toplumla, özellikle medya ve karar merci ile doğrudan irtibat kuramayan, çalışmalarını sadece tercümanları vasıtasıyla yürütebilen, işin ehli olmayan yöneticiler, kendilerine verilen bilgilerle yetinmek zorunda kalırlar.
Ülkede olup bitenler, özellikle ortak geleceğimiz açısından hayati derecede önemli konular hakkında edindikleri bilgiler ve bundan dolayı elbette muhakeme imkanları da sınırlı olur.
TÜRK TOPLUMUNUN İMAJI ZARAR GÖRÜYOR
Nitekim mevcut oluşumlar, özellikle sosyal ve kültürel alanlarda bireysel ve toplumsal ihtiyaçları karşılayamaz haldeler. Geçen 58 yıla rağmen, Almanca bilmeyen kişilerin hâlen yönetici konumunda olmaları, toplumda, ‘bu kadar süre içinde ihtiyaca uygun yönetici yetiştiremedikleri’ şeklinde yorumlanıyor ve algılanıyor.
Ve herkes haklı olarak şu sorunun cevabını arıyor: Almanya Türk Toplumu neden Almanya’nın dil, edebiyat, hukuk, tarih, siyaset, kültürüne ve medeniyetine yabancı yöneticilere mahkum ediliyor?
Nedenleri ne olursa olsun, bu durum, Almanya Türk Toplumunun imajına zarar veriyor ve özellikle geleceğimizi ipotek altına alıyor.
Bu şartlarda, ortak geleceğimiz için ortak akıl oluşturarak inşasına katkı sağlamak, yarınlara yönelik misyon ve vizyon belirlemek ne kadar mümkün olabilir?
Geleceğini bu ülkede görmeyen insanlarla gelecek nasıl inşa edilebilir?
Sanırım, bu sorunun henüz olumlu bir cevabı yok.