Bilindiği gibi 1950 doğumluyum.
Benim çocukluğumda ilkokul 5, ortaokul 3, lise 3 yıl sürerdi.
İlkokula 1957 yılında doğduğum köy Umurbey’de başladım.
Eşi köy ebesi olan öğretmenim Sami Bey’e babam beni «eti senin, kemiği benim» diyerek teslim etti.
Elleri öpülesi iyi bir öğretmen, ben de çalışkan ve disiplinli iyi bir öğreciydim…
Dördüncü sınıfın ortasında iftiraya uğrayan öğretmenim köyü terk etti ve bize onun yerine bir yedek öğretmen gönderdiler.
Yedek öğretmen bize sürekli müzik ve spor etkinlikleri dayatıyordu.
Bunun üzerine babam beni dersyılı ortasında komşu ilçe Gemlik Atatürk ilkokuluna naklettirdi.
Birkaç arkadaşımla birlikte her sabah belediye otobüsüne biner Gemlik’e okumaya giderdik.
Neyse ilkokul bitti ve Gemlik Ortaokulu’na başladım.
O vakitler Gemlik’te lise yoktu ve ortaokulda tek yabancı dil Fransızca idi ve şansımıza yabancı dil hocalarımız Refet Hanım veya Kâmuran Hanım üstün kalite idiler.
***
Ortaokul bitince dokuz arkadaş ister istemez Gemlik ve yakın köylerinden en yakın il olan Bursa’ya gidip yatılı okumaya başladık.
1883 yılında kurulan tarihi Bursa Erkek Lisesi’nde okumaya başladık.
Lisede Almanca, Fransızca ve İngilizce dersleri verildiğinden her öğrenci ortaokulda öğrendiği yabancı dile devam ediyordu.
Öğrencilik yaşamımda tanıdığım en kaliteli öğretmen Torchon lâkaplı Salim Bey Fransızca dersi veriyor, öğretiyor ve Fransız kültürünü Paris’te 10 yıl yaşamış biri olarak bizlere aktarıyordu.
Dürüstlük abidesi hocamızın notu kıttı ve hak etmeden ondan geçer not almak imkânsızdı!
66 kişilik sınıfta 10 üzerinden geçer not, yani en az dört buçuktan beş alabilen, 12 öğrenci vardı.
Ve işin garibi Fransız kızları ile mektup arkadaşlığı yapıyorduk.
***
Sonra şartlar öyle gerektirdiğinden, lise son sınıfa geçtiğim 1967 yılında, 1966 yılında Belçika’ya giden rahmetli babamın anlamsız ısrarı üzerine liseyi bitirmeden Belçika’ya geldim.
Benim için bir milat oluşturan 24 Ekim 1967 tarihinde…
Temeli zaten sağlam olan Fransızcam sayesinde ilk yıl konuşma ve yazma konusunda akıcılık kazandım, sınava girdim başardım, işçilikten kurtuldum, mektuplarımdaki Fransızca kalitesi çok yükseldiği için Paris’li mektup arkadaşım tarafından terk edildim…
Kısa sürede hızlı kalite artışı mektup arkadaşımı şüpheye sevketmişti.
Acaba mektupları kendim yazmıyor da Belçikalı okul arkadaşlarım mı yazıyordu!
***
O günden beri Belçika’da yaşamaktayım.
Batı Avrupa’nın gerçeklerini okuyarak ve içinde yaşayarak öğrendim.
Ve şunu anladım ki paternalist Avrupalılar kendilerini eleştiren ‘nankör’ yabancı kökenlileri sevmezler.
Fark etmez.
İstedikleri kadar uyumlu da olsam onlar kullanabildiklerini sever ve desteklerler.
Bu sözlerimi hiç kimse olumsuz eleştiri olarak algılamasın lütfen.
Bir dizi yaşanmış saptamadan ibaret olan bu sözlerim husumet, düşmanlık, kin veya nefret içermiyor.
Sadece diyalog kurmanın, kendini dürüstçe ifade etmenin ne denli zor olduğunu ifade ediyorum.
Avrupalı dostların Türkler hakkındaki önyargıları Türkler göçmen işçi olarak gelmeden önce yerleşmiş zaten dillerine, kültürlerine.
Bizleri şamar oğlanı, günah keçisi, vur abalıya amaçlı kullanıyorlar…
Kalite aşığı Avrupalı dostlarımız başarsızlığı ve kişiliksizliği sevmezler.
Yüksek performanslı sağlık ve eğitim sistemlerinden yararlanmayanları acımasızca dışlar, tu kaka ederlerken, istisnai başarılı olanları sayemizde diyerek hemin benimserler!
***
Yani Fransa’yı herşeye rağmen severim ve her fırsatta benim için kültür ve sanat ile eşanlamlı olan Paris’e giderim.
Sanki sadece İstanbul Türkiye demekmiş gibi birşey!
O nedenle çok kez Paris’e, bir kez Lille yakınındaki Roubaix’ye, bir kez de Normandaiya’nın Calvados vilayetindeki şirin Caen şehrine gittim.
Caen şehri 6 Haziran 1944 tarihinde yapılan Amerikan çıkartma gemilerinin yanaştığı ve o anda 10.000 Amerikan askerinin can verdiği Omaha Beach’in bulunduğu okyanus sahilinde…
Amerikalılar bir şehitlik inşa etmişler ve yanılmıyorsan Başkan Obama geldi, saygı duruşunda bulundu.
Aynı noktaya eşim ve ben de gittik, fotoğraf çekindik.
Gazeteci dostumuz Mehmet Köksal canlı tanık!
***
Şimdi gelelim esas meseleye.
Wisconsin-Madion Üniversite’sinde bayan profesör Mary Louise Roberts uzun ve titiz araştırmalar sonucunda What Soldiers Do başlıklı ve 1944 çıkartması sonrası Amerikan askerlerinin cinsel yaşamını konu edinen bir kitap yazmış.
Fransa’yı ve Avrupa’yı nazi Hitler belasından kurtarmak amacıyla gönderilen 18-20 yaşındaki tecrübesiz Amerikalı genç adamlar cinsel şölenle aldatılmış ve kandırılmışlar.
Askerlere mühimmatlarının yanında beşer adet prezervatif verilmiş.
Çünkü o dönemde Fransız aileler kızlarının evlilikle sonuçlanabilecek ilişkilerine göz yumuyorlarmış.
Hatta Life’a yazan bir gazeteci olan bay Joe Weston 1945 yılında : «Fransa devasa bir genelev. 40 milyon hedonist sadece yiyor, içiyor ve seks yapıyor.» demiş.
Roosevelt general de Gaulle’ü hiç sevmezmiş.
Fransayı yönetenler dört yıl boyunca resmen uyumuş ve ancak çıkartma ile uyanmışlar.
Saçları kesik Fransız kadınlar düşman (Alman) askerleriyle yattılar ise bunun yegâne sebebi güçsüz ve pısıkrık Fransız erkekleridir diye düşünüyormuş Amerikalılar…
Amerika’da skandal olur korkusuna rağmen Brest’te general Gerhardt’ın girişimiyle bir genelev açmışlar, fakat beş saat sonra kapatmışlar.
Bu arada gelen müşteri sayısı sıkı durun 70 kişi.
Normandiya’ya çok sayıda fahişenin gelmesi üzerine bulaşıcı cinsel hastalıkların yayılmasından korkan yetkililer prezarvatif dağıtmış ve askerler için sağlık merkezleri açmış.
Askerlerin mezarlıklarda çiftleşmeleri olağan bir görüntüymüş.
Le Havre Belediye Meclisi tutanaklarında «hiç değilse Almanlar askerlerinin cinsel yaşamlarını denetleyebiliyorlardı» yazılıymış…
Siyahi Amerikalı askerlere sunulan bayanlar bile farklıymış.
O dönemde ordu ırkçı bir kurum olduğundan, ırza geçme gibi yüz kızartıcı veya cinayet gibi ağır suçlar meydana gelince siyahilerin üzerine atılıyor, bunün dışında siyahi askerler geride, lojistik hizmetlerde kullanılıyormuşlar.
Onlar bizi kurtardılar diyerek, herşeye rağmen, Fransızlar Amerikalıları eleştirmiyorlarmış.
***
İşte orada, Caen şehrinde, her yıl geleneksel olarak avukatlara açık «İnsan Hakları Hukuku Hitabet Yarışması» düzenleniyor.
Büyük oğlum Cavit katıldı, 3060 avro değerinde üçüncülük ödülü aldı.
Geçen yıl küçük oğlum Onur katıldı, yetmiş aday arasından on avukat finale kaldı, derece alamadı.
Cavit gelecek yıl yapılacak yarışmaya şimdiden hazırlanıyor.
Yarışmanın yapıldığı salonun tavanında bombardıman uçağı sabitlenmiş, bir kenarda ise o dönemden kalma bir jeep bulunuyor.
Akşam yenilen etli ve tuzlu krep yemeği ve içilen Fransız şarabı yaşamanın herşeye rağmen ne denli güzel olduğunun en açık kanıtı.
Yakup Yurt ©
Umurbey, 27.08.2013