1978 yılında, üniversite öğrencisiyken, beni çok etkileyen bir kitap okumuştum.
Kitabın yazarı Roger-Gérard Schwartzenberg, başlığı ise "L'Etat-spectacle/Gösteri Devleti" idi.
Yanılmıyorsam kitabın yazarı "Radicaux de gauche/Sol radikaller" partisinin yöneticilerindendi.
Siyasetle ilgilenen herkesin okumalarını öneririm.
Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencilerinin ise başucu kitabı olabilir.
***
Peki kitabın ne özelliği vardı da beni o denli etkilemişti ?
Kitabın vermek istediği mesaj bence şuydu.
Siyaset gösteriye dönüşüyor.
One men show tabir edilen Tek Kişilik Gösteri.
İktidar kişiselleşiyor.
Siyaset dünyası da, sanat dünyası gibi, star sisteme dönüşüyor.
Partiler ve programları rolleri paylaşan süperstarların haşmeti arkasında kayboluyor, önemsizleşiyor !
Halk, seçmenler, yani sen, ben, bizler kahraman bekliyoruz.
De Gaulle, Mao, Staline veya Amin gibi.
Kahraman o dönemin beklentisine uygun olarak kâh Sıradan Biri rolünü oynuyor.
Pompidou, Ford, Carter gibi.
Kâh karizmatik lider rolünü.
Kennedy, Trudeau, Gistard d'Estaing gibi.
Kâh baba rolünü, Raymond Barre gibi.
***
Bu starlar medya-siyaseti yapıyorlar, basın-yayın, radyo-tevevizyon, halkla ilişkiler ve iletişim uzmanları devreye giriyor, siyasi pazarlamacılık yapılıyor.
İmaj üretiliyor, pazarlanıyor, satılıyor.
Reklamcılık teknikleriyle beyinler koşullandırılıyor.
Siyaset sinema veya tiyatroya dönüşüyor.
Bunun için büyük paralar gerekiyor.
Parası olanlar hep kazanıyor ve bu arada…demokrasi kaybediyor !
Sonuçta vatandaş bu gösterinin seyircisi olmaktan kurtulamıyor.
Pasif ve kullanılan bir seyirci.
Demokrasiyi kurtarmak için, Gösteri-Devleti uygulamasına son vermek şart !
***
Obama'nın Türkiye ziyareti sonrası bu yazıyı yazmak zorunda hissettim kendimi.
Geldi, konuştu, diyeceğini dedi, yapacağını yaptı ve gitti.
Anıtkabir'de ziyaretçi defterine "Yurtta Barış, Dünyada Barış" bile yazdı…
Atatürk'ün önemini vurguladı.
AB'ye Türkiye'nin tam üyeliği konusunda baskı yaptı…
Hoşa giden şeyler de söyledi, hoşa gitmeyen şeyler de !
İltifatlarla eleştirilerini ve öğütlerle beklentilerini dengeli bir şekilde sundu.
Oynadı gitti.
Bir tek ziyarette Amerikan aleyhtarlığı yarı yarıya iniverdi.
O ABD'nin Başkanı sonuçta.
Türkiye'yi de o kurtaracak değil ya !
***
Bir anekdotla bitireyim yazımı izninizle.
Bir Fransız ile bir Türk aynı kompartımanda tren yolculuğu yapıyorlar.
Sohbet ilerliyor ve malum "Ermeni Soykırımı" konusunu gündeme taşıyor Fransız.
"Kabul edin, bitsin bu iş, siz de kurtulun, biz de" diyor özetle.
Küplere biniyor Türk bunun üzerine.
Ortam gerginleşiyor.
Türk Fransız'a Fransa'nın sebep olduğu katliamları hatırlatıp "Ders vermeyi bırakın, siz önce kendi yaptığınız katliamları tanıyın" deyince Fransız gülüyor, gayet sakin bir şekilde.
Ve soruyor Türk'e : "Sen Fransa'nın simgesinin hangi hayvan olduğunu bilir misin ?"
Horoz der Türk, anında.
Peki neden horoz, onu da biliyor musun ? der Fransız.
Türk bilemeyince, yanıt yine Fransız'dan gelir :
"Her iki bacağı da pislikteyken ötmeye devam eden tek hayvan horozdur da ondan…"
Adı ister Sarkozy olsun, ister Kouchner…
Güç ve para onlarda.
Tabii ki onlar ötecekler…
***
Anlayana davul zurna saz, anlamayana horoz şekeri…
Yakup Yurt ©