Yunanistan
İzinden önce konuştuğum herkes Yunanistan hakkında olumlu ve güzel şeylerden bahsetmişti. Komşu, bu güzellikleri gerçekten de bileğinin hakkıyla kazanmış. Araçlarımız yavaş yavaş ilerlerken pasaportları elime almış ilerliyordum, yanıma bir polis geldi. Fransız pasaportu mu? , dedi. Bende hayır. Belçika dedim. Polis memuru ilerdeki bir polise çağırdı ve bizi gösterdi, banada eliyle durma direk git işareti yaptı. Pasaportun içine bile bakmadı.
Vay be dedim. Birlik denilen şey, demek ki bu ,dedim. İki müslüman, bir ülkeden diğerine geçmek istese sınırlarda ne kadar bekler ?Bu düşüncelerle sınırı geçtim. Yunanistan önceden duyduğum gibi çok rahat bir ülke imiş. Petrol istasyonlarında euro kullanıldığı için, kazıklanma korkusu yok. Macaristanda bir istasyondaki fiyatla diğer istasyondaki fiyat birbirinden farklı idi. Herkes tutturabildiğine...
Yunanistandaki otoban bomboş ve tabelada yazan hız sınırı 130. Durum böyle olunca da herkes gücüne göre hız yapıyor. Selanik şehrinin ışıkları uzakta ve yol boyunca ışıl ışıl yanıyor. Ama bizim için İpsala sınır kapısı hepsinden önemli. Sağ ve selamet oraya ulaşmak için tüm enerjimizi harcıyoruz. Yolculuğun sağlıklı olması için göz kapaklarımızı dinlendirmemiz lazım. Bir ara uyku o kadar bastırıyor ki , ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Yol uzun dinlenme yerine çok var. Ne yapalım derken, mecburen otoban kenarında genişbir yerde beş on dakika gözlerimizi dinlendiriyoruz. Biz dinlenirken yanımıza bir çekici geliyor ve bir problem mi var diye soruyor. Durduğumuz yerin tehlikeli olduğunu belirterek , onbeş km ileride dinlenme yeri olduğunu söylüyor. Tavsiyelere uyup yola çıkıyoruz, bu kadarcık dinlenme bile bize büyük bir güç veriyor.
Her dinlenme yeri gurbetçilerle dolu. Herkes bir şeylerle meşgul. Biraz dinlendikten sonra son çıkış kapısına geliyoruz. Kapıda pek sıra yok. Gece saat üç-dört arası. Polise pasaportu uzatıyorum. Komşu dört kişi mi, diye soruyor. Polis burada da sadece pasaport'un kaç adet olduğuna bakıyor. Ara bölgeyi heyecanla gemeye çalışırken ileride nöbet tutan Yunan askerleri gözümüze ilişiyor. Garip bir duygu kaplıyor içimizi. Meriç köprüsünü hızla geçiyoruz.
Hasret bitiyor... ve Türkiyedeyiz
Hızla ilerliyoruz. İleride Türk bayrağını ve Türkiyeye hoşgeldiniz levhasını görünce ayrı bir duyguya kapılıyoruz. Burası benim toprağım, burada ben varım. Her şey çok güzel diye bir duygu seline kapılıyorsun. Heyecan Yunanistan içinde başlıyor. Levhalardaki Turkiye yazısını görünce ister istemez ayrı bir duygu kaplıyor içimizi, vatana yaklaştık diyerek biraz daha gayret ediyoruz. Yorgunluk ve göz kapaklarımız bizleri biraz zorlasa da yine yola devam ediyoruz. Kavuşmak acıya dönüşmesin diye daha dikkatli hareket ediyoruz.
Herkes bir an önce sınırı geçmek istiyor, biraz beklemek zorunda kalıyoruz. Gümrük kapılarında üç dört saat bekleyenlerin hikayesini dinledikten sonra yarım saat, bir saat bize hiç geliyor.
Arabalar yavaş yavaş ilerliyor, herkes bir işlem peşinde. Sıra bize bize geliyor. Pasaportları uzatıp dört kişi diyoruz. Şimdi elimizde iki kimlik var. Polis pasaportları inceliyor ve biz içeriye yabancı olarak girmek zorunda kalıyoruz. Havayolu ve karayolu ile gelmenin farklarını öğreniyoruz. Arabamızı kayıt ettirmek için evraklarımızı veriyoruz. İşlem kısa sürüyor. Bu arada GSM kayıtları için müracaat ediyoruz. Görevli memure hanım, işini yapıp yapmama arasında terddütte gibi, aheste aheste işlem yapıyor. Ben aceleden patlıyorum ama kimin umurunda. Yabancı statüsünde telefon kaydı olduğu için birde telefon kartı veriyorlar. Kartı istesende istemesende alıyorsun. Hoşgeldin kazığı olarak karta on tl veriyorsun. Benim bu karta ihtiyacım yok demek hiç bir şey ifade etmiyor. İşlem yapan kadın ekşi suratını biraz daha ekşitiyor. Kahretsin diyerek iki kağit imzalayıp, kaderine razı oluyorsun.
Anavatana geldiğini o an daha iyi anlıyorsun. Telefon kayıt ettirmek ile kart satın aldırılmanın arasındaki alakayı bu yazıyı yazarken bile anlayamıyorsun ! Olsun yaşımız genç, belki büyüklerimiz herşeye uydurdukları gibi bu işede mutlaka bir kılıf uydurmuşlardır. Bundan kesinlikle eminiz.
Kardeşim ben Türk'üm, bak nufus cüzdanım bile var. Aha bak Türk pasaportum bile var, her ne kadar tarihi eski olsa bile...Bütün çabalar boşuna, vereceksin kardeşim. Mevzuat hazretleri ne istemişse vereceksin. İtirazı yok bu işin.
Binlerce kilometre yolun stresini atmak ve vatanın güzel havasını ciğerlere doldurmak için arabanın camlarını açıp, biraz rahatlamak istiyorsun. Günlerin yorgunluğu üzerindeyken ilk anda bir şey farketmiyorsun. Bir kaç dakia sonra kaşınmaya başlayınca, vatan havasından önce arabanın içini sivri sineklerin istila ettiğini görünce, kendinden önce çocukları düşünüyorsun. O andan itibaren tüm dikkatini sivrisineklerle mücadeleye veriyorsun.
Türkiye'ye girişi yaptık. O da ne, küçücük alana yüzlerce arabayı tıkmışlar. İleride tekrar kontrol var. Avrupada kibar davranan insanlar burada birden değişik bir hal alıyorlar. Herkes bir başkasının önüne geçmeye çalışıyor. Korna sesleri, el kol hareketleri, bağırmalar etrafta kol geziyor. Neyseki bu kaotik ortam pek uzun sürmüyor. Son kontrolden de başarı ile çıktıktan sonra yarış başlıyor.
İlginç, hemde çok ilginç. Avrupa'da nisbeten kibar hareket eden yurdum insanı, sınırı geçince birden tanınmaz hale geliyor. Kural, kanun sınırın diğer tarafında kalıyor. Yol kenarında hız sınırını be. lirten lambalar var. İlk anda levhalara uymak için dikkat ediyorum.
Herkes yanımdan son sürat geçiyor. İleride bir polis arabası var, bu kadar hız ile gidenler kesin ceza alacaklar veya polis tarafından durdurulacaklar diye beklerken, bakıyorum en gerilerde kalmışım. Levhada 50- 60 yazıyor, en yavaş gidecek olan polis aracı bile bana bir iki kilometre fark atmış. Polisin uymadığı kurala ben mi uyacağım diyorum. Biraz hızlanıyorum.
Bir anda, hiç alışık olmadığım bir trafik karmaşasının içinde buluyorum kendimi. Ne sağ belli, ne sol. Herkes bir an önce öne geçmek için tüm gücünü harcıyor. Bir ara sağ şeride geçmek için sinyal veriyorum, benim sinyali kaale alan yok. En sonunda canım sıkılıyor, sağa kırıyorum. Arkadan bir uyarı geliyor. Dönüp baktığımda Alman plakalı bir gurbetçi. Kızıyorum ama nafile. Yarım saat önce tüm kurallara zoraki de olsa uymaya çalışan gurbetçi, burada kural mural tanımıyor.
Ya sabır diyerek yola devam ediyorum. Otobana girince çok rahatlıyorum, bir bilet alıp hızla ilerliyorum. Otoban çok güzel yapılmış. Türkye'nin şanına layık. Herkes son sürat ilerliyor. Gişelere yaklaşınca trafik yoğunlaşıyor. Ücretimizi ödeyip geçerken, memura köprü geçiş işlemini soruyorum. Köprüye varınca kart alacaksın diyor. Yorgun olmamıza rağmen etrafı izliyoruz, acele gitmeyip her anı tatil olarak yaşamak istiyoruz.
Fatih Sultan Mehmed köprüsü uzaktan görünüyor. Oh be kazasız belasız yolun sonuna yaklaştık derken, bir anda kendimizi inanılmaz bir kaosun içinde buluyoruz. Kimin ne yaptığı, ne yapacağı belli değil. Saygı, sevgi, centilmenlik, yol verme, yol gösterme diye hiç bir şey kalmamış. Herkes korkusuzca birbirinin önüne geçmeye çalışıyor. Köprüde bakım çalışması olduğu için ulaşım tek şeritten sağlanıyor. Bu durumda kargaşaya sebep veriyor.
Gurbetçiler gerek yorgunluk, gerekse işi bilmemenin verdiği acemilikle ne yapacaklarını bilemeden geçmeye çalışıyor. İster istemez biraz tedirgin şekilde hareket ediyorlar.
İki çizginin arasında sıramı bekliyorum. Tabi ki boşuna bekliyorum, gelen araba önüme direksiyon kırınca mecburen durmak zorunda kalıyorum. Adamın arabası eski, başkası çarpsa ne olacak. Bu lüks bizde yok. Tedbirli olmak zorundayız. Kızgın bir halde beklerken, yanıma bir araç yaklaşıyor. Adam camını açıyor, bende adam ile konuşmak için camımı açıyorum. Bu ne biçim iş 4000 km yoldan geldik, böyle rezillik görmedim diyorum. Adam: evet, doğru insanlarda terbiye, saygı,sevgi kalmadı diyor. Adam bana yol verecek diye beklerken, şikayet eden adam da utanmadan öne geçiyor,yol vermiyor. Hem söyleniyor, hem gülüyorum. Bu ne biçim anlayış, insanlara ahlaksız , terbiyesiz de, aynı yanlışı kendin yap... Ya sabır diyerek santim santim ilerliyorum. Eski bir kamyonet hiç bir şey yokmuş gibi, pişkin pişkin önüme geçmeye çalışıyor. İşte o anda patlıyorum. Nedir lan bu edepsizlik, körmüsün, biz burada boşuna mı bekliyoruz, diye çıkışıyorum. Hakkına razı olsana, sıranı beklesene diyorum. İnsanda yüz olması lazım, edep olması lazım, aile terbiyesi olması lazım. Pişkin pişkin yine cevap veriyor. Senin önüne geçeceğimi nereden biliyorsun, diyor. Bu durumda yapacak hiç bir işim kalmıyor, fotoğraf makinamı çıkarıp arabasının bir iki adet fotoğrafını çekiyorum. Allah'ım kazasız belasız şuradan bir çıkayım dedim. Hem kızdım hem güldüm.
Yazık hemde çok yazık. Uçan kuşlara hastahane yapan milletin çocukları, kendi misafirine dahi saygı göstermiyor. Bu anlayışla ne kadar yol alacağız ki?
Yorucu bir yolculuktan sonra sağ selamet hedefe ulaşıyoruz. Tatilden sonra, bunun birde dönüş macerası var.... bitti.
[OpicC:12168]
[OpicC:12169]
[OpicC:12170]
[OpicC:12171]
[OpicC:12172]
[OpicC:12173]
[OpicC:12174]
[OpicC:12175]
Şeref KILIÇ
Espiye-Giresun