Haberin yayım tarihi
2010-08-17
Haberin bulunduğu kategoriler

Yaşayan suçlu bulunamadığına göre, herhalde ölenler suçlu.

Değerli arkadaşlar,

Biraz vaktinizi alacağım, çok özür diliyorum. Dedim ya sizlerin, hepinizin şu anda aklı Türkiye'nin gÜndeminde olan iktidar partisinin kapatılması davası ve Ergenekon davası. Onunla Türkiye yatıp-kalkıyor. Herkes televizyon başında bu iki konuyu izliyor. Her toplu bir araya gelmelerde bu konular tartışılıyor.

Ben izniniz olursa bu iki konunun biraz dışına çıkarak kendimle ilgili, şahsımla ilgili bazı konuları sizin huzurunuza getirmek istiyorum. Ve böylece birazda tarihe not düşmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar,

Biraz duygusalım, beni bağışlayın. 54 yaşındayım, son 20-25 senedir Sakarya'da ne zaman seçim olsa, genel seçim olsa, yerel seçim olsa beni yakinen tanıyan, birikimimi bilen, vizyonumu bilen eş, dost, arkadaş' 'Hoca, ne zaman Belediye Başkanı adayı olacaksın? Hoca ne zaman Milletvekili adayı olacaksın?" diye hep sorarlar.

Önümüzde de mahalli seçimler var, başka seçimler de var. Bu tür yakıştırmalar, bu tür sormalar hep olmaya başladı, bundan sonra da sıklıkla olacaktır. Onun için ben buraya huzurunuza Ticaret ve Sanayi Odası Meclisine gelirken nereden geldim, başımdan geçen yaşadığım acı olayları beni yakinen tanıyan arkadaşlarım biliyor ama beni tanımayan Meclis Üyesi arkadaşlarım da var, onlar da bilsin istiyorum ve tarihe not düşmek istiyorum.

Hayatımda iki acıklı hadise var.

Türkiye'nin de bu 2 hadise ile beraber bir fotoğrafının da çekilmesini, bir fotoğrafının da ortaya konmasını istiyorum.

Değerli Meclis Üyeleri,

Üniversite tahsilimi Türkiye'de bitirdikten sonra Belçika'ya gittim. Orada yüksek lisans eğitimimi alırken, Türkiye'deki eşimden bir mektup geldi. Diyor ki "hastayım" o yıllarda TÜrkiye'nin Dünya ile haberleşme şansı yok. İstanbul ile bile buradan telefonlaşmaya kalktığınızda sabahleyin telefon yazdırıyorsunuz, akşama ya çıkıyor ya çıkmıyor. Belçika'da yaşıyorum, iki tane çocuğumla birlikte eşim TÜrkiye'de. Bir mektup yazıyorum 1 ayda gidiyor, mektubun cevabı 1 ayda geliyor. Bilirim ki hayat arkadaşım kolay ­kolay hastalıktan bahsetmez, hastalığı sevmez, hastayım demez. O mektubu alınca mutlaka ciddi bir iş vardır diyerek Belçika' daki yüksek lisans eğitimimin bitmesine 1,5 ay kala ilk uçakla atladım Türkiye'ye geldim.

Değerli arkadaşlar,

Eşim gerçekten hastaydı.Sakarya'dan başlayarak İstanbul, Ankara, İzmir tüm Türkiye'yi dolaştım. Tedavi ettirebilmek için bütün birikimlerimi harcadım. Türkiye' de o zaman sosyal güvenlik yok, insana değer yok, Türkiye'nin sosyal güvenlik sistemi dandik, Türkiye'nin hukuk sisteminin dandik olduğu gibi, Türkiye'nin eğitim sistemin dandik olduğu gibi, sosyal güvenlik sistemi de o gÜnlerde dandik ve ben bir servet harcadım. Eşimi çok basit hastalıktan tedavi ettiremedim. Param bittiği için özel hastane İstanbul'dan beni kapı dışarı ettiler. Adapazarı'na eşimi getirdim 28 yaşında hayatının baharında 2 tane çocuğumun annesini 1985 yılının 21 Kasım'ında kaybettim.

Kendimi ancak 10 yıl sonra toparlayabildim.

Değerli arkadaşlar,

1985 yılından sonra yaklaşık 10 yıl Sakarya' da başı kesilmiş tavuk gibi dolaştım. Hayata küstüm. 10 yıl sonra ancak kendimi toparlayabildim.

Artık işime gücüme bakmaya, hayata yeniden asılmaya, insanlarla beraber yeniden iletişim kurmaya, toplum içerisinde kendi enerjimi, gücümü toplayarak bu topluma, bu ülkeye bir işadamı olarak hizmet etmeye yeniden başladım. Aradan 5 yıl geçti. 17 Ağustos'a böylece geldik.

17 Ağustos depreminde de kendilerine hem annelik hem babalık yaptığım iki tane evladımı, hem kızımı, hem oğlumu kahpe 17 Ağustos depremine kurban verdim. Şimdi, dedim ya bu ülkede sağlık sistemi dandik, hukuk sistemi dandik, idare sistemi dandik.

Değerli arkadaşlarım,

Ben iki tane evladımı kurban verdiğim, satın aldığım bina kaçak değildi. Devlet bu binaya inşaat izni verdi, Devlet bu binaya imar izni verdi, iskan izni verdi. Ben de imarlı, ruhsatlı, iskan izinli binaya çocuklarımla birlikte, bu devlete güvenerek gittim oturdum. Binlerce Sakaryalı hemşehrim gibi... Ve o bina benim başıma yıkıldı ve iki tane evladımı ben orada kurban verdim.

Şimdi benden daha cevval, daha aktif olmam isteniyor. Değerli arkadaşlarım bu halde bir insan, bu haksız yıkımları yaşayan bir insan toplumuna ülkesine ne kadar hizmet edebilir, ne kadar faydalı olabilir.

Sakarya'mızda 4.000'in üzerinde insan öldü.

Marmara Bölgesi'nde 30.000'in üzerinde insan öldÜ. Bu çürük binaları yapan müteahhitler bugün ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyorlar. 17 Ağustos depreminden sonra biliyorsunuz 7,5 yıl deprem davaları sürdü. O depremde binası yıkılan müteahhitler veya fenni sorumlular ile ilgili davalar 7,5 yıl sürdü. Geçen yıl 17 Şubat'ta da dosyalar mürurû-zaman'a uğrayarak düştü. Dolayısı ile hiç kimse mahkum edilmedi.

Bununla İlgili bir fıkra aklıma geldi onu da sizlere anlatmak istiyorum;

Bir gün kasabanın birinde bir hanım bakar ki köyde kendisinin ırzına geçmiş adam cezaevinde yatması gerekirken sokakta onu dolaşır görür. Der ki; "bu adam niye sokakta dolaşıyor? köyde benim ırzıma geçmişti, hapishaneye düşmüştü, hapiste yatıyor idi? Bu niye sokakta dolaşıyor?" diye kasabadaki ileri gelenlere sorar. Kasabalılar der ki; "Hanım Hanım bu adamı Hükümet affetti, onun için serbest.

-Hanım der ki; "bu adam benim mi ırzıma geçti, Hükümetin mi ırzına geçti?

-Hükümet nasıl affeder bu adamı?"

30.000 insanın katili hırsız müteahhitler serbest..

Değerli Arkadaşlar,

Hırsız müteahitler bugün aramızda serbestçe dolaşıyorlar. İşini namusluca, dürüstçe yapan müteahhide sözüm yok. Onlar bu tarafa. Ama bu Marmara Bölgesinde, bu çürük zeminde, bu binalara imar izni veren belediye görevlileri de görevlerinde suç işlemişlerdir. Bu çürük binaları yapıp başımıza geçiren müteahhtler de suç işlemişlerdir. Ama bu hanımefendinin dediği gibi olan bize olmuştur, bedeli biz ödemişizdir.

Bu müteahhitler ellerini kollarını sallayarak geziyor. Ben artık Türkiye' de adalet olduğuna, hukuk olduğuna o günden itibaren inanmıyorum. Türk toplumu, bu konularda beni geçmişte eleştiriyorlardı. Ancak son hadiselerde insanlar benim olduğum yere geldiler. Türk toplumunun yüzde lOO'ü bugün Türk adaletine güvenmiyor. Toplumun %50'si şu sebeple toplumun diğer yüzde 50' si de bu sebeple yargının bağımsız olduğuna Türk yargısının adalet dağıttığına inanmıyor. Bu durumdan en az bizim kadar yargıçlar da şikayetçi.

17 Ağustos depreminden sonra duygularımı yansıttığım bir gazetemizdeki köşe yazımı tekrar okuyarak huzurlarınızdan ayrılmak istiyorum. Beni anlayacağınızı, bana anlayış göstereceğinizi ümit ederek bu yazıyı okuyorum:

"İşte yine Ağustos ayının içerisindeyiz. Şerefsiz ve kahpe depremin üzerinden bir yıl geçti. Depremde yürekleri yanmayanlar, ocakları sönmeyenler 17 Ağustos'un yıldönümünü bir festival havasma sokmaya çalışıyorlar. Neymiş, anma programları düzenlenecek, nutuklar atılacak, 17 Ağustos gecesi evlerin lambaları açık tutulacakmış.

Sonra.. sonra ne olacak? Her şey unutulup gidecek. Geçiniz bunları. Bütün bunlar benim ve benim gibi yÜreği yanıkları asla rahatlatamaz. Bizim kanayan yüreğimizi rahatlatacak bir tek şey var: Başımıza yıkılan evlerimizi yapanlardan, onlara yapım izni verenlerden, binalar yapılırken kontrol etmeyenlerden esaslı bir şekilde hesap sorulursa bir nebze olsun rahatlayabiliriz. Bu depremin meydana getirdiği yıkımdan, bunların sorumlularından bahsettik mi, hemen bahane hazır: " Ne yapalım Allah'tan geldi" Ne basit kolaycılık! Her türlü kabahati ve çirkinliği Tanrı'ya fatura et. Tam bir şarklı toplum mantalitesi. Bütün şarklı toplumlar böyledir. Kendilerine boş bir kadercilik anlayışı hakimdir. Başlarına gelen her bela ve musibeti kadere ciro ederler. Bunları önleme yönünde en küçük bir gayret sarf etmezler. Bir dünya haritasına bakınız. YeryüzÜndeki bütün kaderci toplumlar geri kalmıştır, açtır, fakr-u zaruret içerisindedir. Benim depremin kendisinden bir şikayetim yok. Deprem bir doğa olayıdır. Aynen yağmurun yağması gibi, denizlerdeki med-cezir olayları gibi, yazın güneşin yakması gibi, kışın soğuğun dondurması gibi. Bunları ne kadar doğal karşılıyorsak, depremi de kabullenmek zorundayız. Ya itirazımız neye? 

Devlet vatandaşa doğruları söylemiyor..

Geçenlerde bir özel televizyon kanalında konusunun uzmanı olduğu her konuşmasında açıkça ortaya çıkan değerli bilim adamı Prof.Dr. Celal ŞENGÖR şunu ifade etti: "Deprem konusunda Devlet vatandaşa hiç doğruları söylemiyor. Doğu Marmara Bölgesi'nde bu şiddette bir deprem olacağını Devlet daha önceden biliyordu. Marmara denizi fayı konusunda da devlet dürüst davranmıyor. Önümüzdeki yıllarda İstanbul'u da etkileyecek 7.4 den daha şiddetli bjr deprem Marmara denizinde mutlaka olacaktır."

Şimdi ben bu sütunlardan açıkça ilan ediyorum:

Eğer hocanın söylediği gerçekten doğru ise, yani ki; Kuzey Anadolu fay hattı buradan geçiyor, 7 şiddetinin üzerinde deprem olacağı biliniyor, bu bilindiği halde bataklığın üzerine 4 katlı, 5 katlı ve hatta 6 katlı binalar yapılmasına izin verildiyse, kimse o devlet yetkilileri (makamı ve mevkii ne olursa olsun) alçaktır, namussuzdur ve şerefsizdir.. Karaman Köyünde bana yapıp verecekleri 75m2'lik deprem konutunu da alsınlar başlarına çalsınlar.

Yaralar sarılacakmış. Ulan, oğlum Mustafa Gültekin DÖNMEZ'in yaşamadığı bir dünyada yaralar sarılır mı hiç?

Ulan, kızım Zehra Asena DÖNMEZ'in yaşamadığı bir dünyada yaralar sarılır mı hiç?

Diyorlar ki İzzet DÖNMEZ isyan ediyor. İsyan ne kelime? Daha ötesini yapmaya gücüm yetse, onu yapmaktan geri dururmuyum acaba? Ben medeni cesaret sahibi bir insanım. Dolayısıyla rahatça konuşabiliyor, yazabiliyorum.

Adapazarı 'na benim gibi evlatlanı kaybeden, anasını, babasını, kardeşlerini kaybeden binlerce insan benden fazla isyan ediyor da, çevre baskısı yüzünden seslerini çıkaramıyorlar acılanı içlerine gömüyorlar.

Başımıza müteahhitlerin yaptığınız bu bina depremde yıkılmadı, adeta tuzla buz oldu, adeta toz ve kül yığınına dönüştü. [ZpicR:15992]

Depremden sonra bina enkazının yanına gelen Hakim Mustafa GÜLER ile bilir kişi olarak İstanbul' dan gelen İnşaat Mühendisi Abdülkadir BİLSEN'in enkazı görünce sarf ettiği şu sözleri asla unutamayacağım: "Böyle bir inşaat yapmak için ancak vatan haini olmak lazım. Bu binanın projesi de hatalı, işçiliğide hatalı, malzemesi de hatalı. Biz şimdi neyin tespitini yapacağız." dedi ve şeklen bir tutanak düzenleyerek enkaz mahallinden ayrıldılar.

Yıkılan binalardan sadece müteahhitler mi sorumlu? Değil elbette ki. Zemin emniyet gerilmesi deniyor, fay hattı deniyor, zemin sıvılaşması deniyor. Deniyor da deniyor. Ben vatandaş olarak ne anlarım bunlardan. Anlamak zorunda da değilim. Belediyenin imar verdiği arazi üzerinde, inşaat ruhsatı verdiği, kurallara uygun olarak yapıldığını kabul edip iskan belgesi verdiği bir konutu bedelini ödeyerek satın aldım ve çoluk çocuğumla canımı içine koydum.

İnşaatı yapan malum müteahhitlerden biri " size öyle sağlam bir inşaat yaptım ki, 10 şiddetinde depreme dayanıklı. Gidin rahat rahat oturun" diyordu. Bina ile ilgili her itirazımızı bu sözlerle bastırıyordu.

Dünyevi adalet boş çıktı. Mahkemenin ön kapısından giren müteahhit arka kapıdan çıkıp gidiyor.

Değerli arkadaşlar; ben deprem ile ilgili duruşmalara katıldım. Duruşmaya giriyorsun hakim soruyar " anayın adı, çat çat çat, babayın adı çat çat çat, kızım Melahat işin beraat, arka kapıdan çık git." Fazla teferruata girmek istemiyorum mahkemeler hep böyle sürdü gitti.

Çünkü niye? Türkiye'de siyasetin finansmanını hırsız müteahhit yaptığı sürece Türkiye'de bu işlerin denetimi olmaz, bu işlerin hesabı da sorulmaz. Bunun da altını çiziyorum. Mahkeme başlamadan önce avukatıma bu işten bir şey çıkmaz dava açma demiştim. Çünkü bu işleri iyi biliyorum. Yargının siyasetten bağımsızlığı sağlanmadığı sürece bu böyle gider.

Yaşayan suçlu bulunamadığına göre, herhalde ölenler suçlu.

Tanrım; hikmetinden de sual eder olduk.

Ey ulu Tanrınm! "hikmetimden sual olunmaz" diye bir tüzük ortaya koymuşsun.
Biz kullarına o kadar büyük yıkım ve acılar verdin ki hikmetinden de sual eder olduk. Kulun uydurduğu adalet tecelli etmiyor. Bizde sana yöneldik Anaları-babaları evlatsız kodun. Körpecik yavrulan yetim kodun. Balçığın üzerine şehir kuranların burnunu bile kanatmadın. Demirden çalan, çimentodan çalan, çaldıkları ile keşaneler kuranları evlad-ı ıyalleri ile burnunu dahi kanatmadan sağ kodun. Bu hikmetinden sual ederiz ey ulu Tanrım.

Ey Ulu Tanrım..

"Ben adaletimi karanlık-uzaklarda tecelli ettireceğim" deme bize. Et kafalı, odun kafalı bazı kulların bizi anlamasa da sen anlarsın. Bu defa kantarının topuzu biraz ağır geldi bize. Senin depremin bizi öldürmedi. Sen kullarına bela ve müsibetleri verirken korunsun diye akıl da verdin. Her gün vatandaşına yalan söyleyen siyasetçi kullarına, üç kuruşluk menfaati için hırsız müteahhitlere söz yuman yerel yöneticilere, çalıp-çırpıp insanlara ev yapıyorum diyerek mezar yaptığı halde, hala meydanlarda dimdik yürüyenlere... Kılıcını değdir biraz! Aksi takdirde, acı çeken bu kulların hikmetinden hep sual edecektir."

Saygılar sunuyorum.





Sakarya Ticaret ve Sanayi Odası
Meclis Başkan Yardımcısı

İzzet Dönmez

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.