Bugün 16 Nisan 2010.
Yere düşen belgelerin çıkardığı gürültüden postacının geçtiğini anladım.
Abonesi olduğum ve her hafta Cuma günü dağıtılan Le Vif/L’Express dergisinin kapağı derhal dikkatimi çekti.
Büyük puntolarla, Brüksel 2030 da müslüman mı olacak ? diye soruluyordu…
Arka fonda Brüksel’in göründüğü tam sayfa fotoğrafta ise siyah gömleki, güleryüzlü, bakımlı sakallı ve siyah takkeli bir müslüman genci vardı.
Alt başlıklarda ise üç noktaya dikkat çekiliyordu :
* Demografi hakkında bilgi ve aldatmacalar
* Yeni kültürel ve dinsel şifreler
* Birlikte daha iyi nasıl yaşanır ?
°°°
2030.
Yani 20 sene sonra…
Yapılan (bilimsel) tahminlere göre, 2030 yılında Brüksel’in nüfusu 1.350.000 olacakmış.
Brüksel belki de Avrupa’nın en aşure, mozaik, melez, kırma kentlerinden biri.
Genelde Belçika, özelde Brüksel sömürgeci geçmişlerinin izlerini taşıyor ve sorunlarını yaşıyorlar.
Yani halkın görüntüsü her anlamda değişecek.
Brüksel ve Avrupa bir türlü dizginleyemediği bu değişimden çekiniyor, ürküyor, korkuyor.
Değişim konjonktürel değil, yapısal ; geçici değil, kalıcı.
O halde ne yapmalı sorusu akıllara geliyor kaçınılmaz olarak.
Cahiller veya kötü niyetli uyanıklar “ırkçılık” yöntemini tercih ediyor, duyguları istismar ediyor ve krizden en çok etkilenen yerli halkı yabancılara, özellikle de müslümanlara, karşı kışkırtıyorlar.
Buna enteller islamofobi, yani müslüman korkusu, diyorlar.
Kültürlü ve iyi niyetli sağduyu sahibi gerçekçi insanlar ise birlikte daha iyi nasıl yaşanırın kültürel ve dinsel şifrelerini bulmak adına arayış içindeler.
°°°
Yani hiç kolay değil.
Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’de yaşayanlar barış içinde birlikte ve uyumlu yaşamayı öğrenmek zorunda.
Kültürel çeşitlilik bir zenginlik olduğu kadar gerilim kaynağı da olabilir.
Dolayısıyla birbirini tanımayan, sevmeyen, saymayan ; birbirinden korkan, kaçan ve nefret eden farklı insanları yanyana koyan bir toplumda huzur ve barış beklemek ne kadar anlamlı ?
°°°
Golaballeşme, Avrupa entegrasyonu, ulusal aidiyet duygusunun yok olmaya yüz tutması, inanç sisteminin zayıflaması Batı Avrupa’yı sarstı ve sarsmaya devam ediyor.
Büyük çoğunluk aldığı darbelerle sersemlemiş boksör misali şaşkın şaşkın sonucu bekliyor…
Bu arada “çatışmada” tarafların azınlıktaki radikalleri o kadar çok gürültü patırtı yapıyorlar ki, sağduyulu insanları sesini duyan bile olmuyor…
Bana kalırsa yeni bir kimlik oluşuyor ; ama kimse değişimi kabullenmeye yanaşmıyor.
Ben aynı kalırım, son gelen yabancı bana ya benzer ya benzer oyunu oynanıyor.
Benzemezse kovarım…
Bunu söyleyen etkileşim sürecindeki yerli kendisinin değiştiğinin farkında bile değil ; naif bir inatla değişmeyeceği iddiasını sürdürüyor.
°°°
Olacaklar olacak, yaşananlar yaşanacak ve sonunda yeni bir “toplumsal sözleşme” ortaya çıkacak.
Diyalektik aynen bunu dayatıyor…
Şeytan veya melek rolü oynamak anlamsız ve faydasız.
Gerçekçi olmak gerek.
Hiç vakit geçirmeden siyaset bilimcilerin Fransızca “déficit démocratique” dedikleri “demokratik temsil noksanlığının” giderilerek, toplumsal bütün katmanlarla gönüllülük bazında diyalog kurulması şart.
Siyasi partilerin oy avcılığını bırakıp özellikle Brüksel’de katılımcı siyaseti benimsemeleri olmazsa olmaz bir gereklilik…
Söylenecek herşeyin söylenmesi, karşılıklı samimiyete dayalı bir güven edilmeden başarı imkansız.
Puslu hava kurtların ve tilkilerin işine gelir.
Berrak olmakta herkes için sonsuz yarar var.
°°°
Demokrasi ve İnsan Hakları şampiyonluğunu kimseye bırakmayan Batılı dostlar, sizlere bir çift sözüm var…
Bakın 10 Aralık 1948 tarihinde yürürlüğe giren İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ne diyor ?
Madde 2 :
1. Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir.
Fazla söze ne gerek var ?
Yakup Yurt ©
Brüksel, 16 Nisan 2010