Dün arkadaşlarla “Turquaze” filminin gala gecesine doğru yol alırken hoş bir sohbet imkanımız oldu.
Galada Türk sanatçıları Belçika Basınının önünde görünce onlarla gurur duydum, duygulandım.
Unutulmaz bir gün yaşadık diyebilirim.
Sohbet de, film de güzeldi güzel olmasına ama…
***
Yatağıma uzandıktan sonra film gözlerimin önünde tekrar canlandı ve bazı şeyler beni o kadar düşündürdü ki, uyuyamadım.
Filmin konusu, oyuncular, oyun ve yaşanan bazı gerçekler…
Bir aşk hikayesi ve beraberinde getirdikleri, Belçika’da yaşayan göçmen bir ailenin yıllar sonra Türkiye’ye dönüp aradıklarını bulamaması ve hepsinden de önemlisi, önyargılar…
Bizlere hayatı zindan eden art niyetli duygular…
Hayata gökyüzünden, kocaman bir pencereden bakmak ; ya da küçücük bir pencereden, at gözlüğüyle bakmak…
Nedense insana insan gözüyle bakmayı bir türlü öğrenemedik.
***
Adilce konuşmak gerekirse bu söz hepimiz, yani her millet için geçerli.
Belçikalıların Türklere, Türklerin Belçikalılara bakış açıları filmde de gayet açık.
Her ne kadar moderniz, çağ atladık, artık kadın, çocuk, yaşlı veya insan hakları var desek de, nedense gerçek hayatta bu söylediğimiz değerleri bir türlü uygulayamıyoruz.
Polis teşkilatı, hukukçular, insan hakları mahkemeleri görevlerini ne kadar yapabiliyorlar ?
Elbette onlar görevlerini ellerinden geldiğince yapmaya çalışıyorlar ama toplumda ne kadar etkililer?
***
Peki ya biz, yani insanlar ?
Onların görevlerini bizler kendi vicdanlarımıza yerleştirsek “insanca yaşama” uğraşımız daha kolay olmaz mı ?
Elimizi, ayağımızı yanlış bir yere veya dilimizi yanlış bir söze atmadan önce vicdan bekçimizin onayını alsak ?
Özellikle de bizler, yani Avrupa Türkleri, buralarda çok şey öğrendik, iyi paralar kazandık, kariyer sahibi ve Avrupalı olduk, ama ya kaybettiklerimiz, kaybedeceklerimiz ?
Onları hiç düşünüyor muyuz ?
Filmde de olduğu gibi, eşlerimiz bizi aldatıyor ya da çocuklarımız bizi dinlemiyorsa, artık hayatın hiçbir anlamı yoksa mutlaka ters giden bir şeyler olmalı diye düşünüyorum.
***
Öyleyse “geç kaldık, yazık oldu” demeden önce, iyice düşünüp kaybettiğimiz ya da kaybedeceğimiz şeyler için neler yapabileceğimizi iyice düşünmemiz gerekiyor.
Neleri asla unutmamalıyız?
Burada, saygıdeğer büyüğümüz, üstadımız, dostumuz Yakup Yurt’un hayati önem arzeden Sevgi, Saygı ve Samimiyet kelimelerinin ilk harflerinden oluşan “3S Kuralı”nı hatırlatmadan geçemeyeceğim...
Ona göre insani bir ilişkide bu üç değer ya birlikte vardır, ya da hiçbiri yoktur.
Olduğu andan itibaren ise anlaşmak ve birlikte hareket ederek ortak projelerde buluşmak her zaman daha kolaydır.
O halde görevimiz insanları ayrıştıran farklılıkları değil, asgari ortak değerleri arayıp bulmak ve değerlendirmektir.
Yaşamın herkes için daha da güzel ve yaşanılır olması için...
Bilmem anlatabildim mi?
Birgül KAPAKLIKAYA (c)
Brüksel, 25 Eylül 2010