Kaynaklar Türklerin, anavatanları olan Orta Asya'dan 4'ncü yüzyılda başlayan göçlerinin 10'uncu, hatta 11'nci yüzyıla kadar devam ettiğini yazıyor. İlk göçleri tetikleyen ana neden hiç kuşkusuz, 'kuraklık', günümüz jargonuyla, 'ekonomik kriz'di. Aradan geçen yüzyıllar boyunca Türklerle Çinlilerin ilişkisi bu ülkede yaşayan soydaşlarımız dolayısı ile hiç kesintiye uğramadı. Ancak ilişkilerin çok da canlı olduğu da söylenemezdi.
Son 20 yılda Çin kabuğunu kırıp dev nüfusunu dezavantajdan avantaja çevirdi. Kısa bir süre önce, dünyanın ekonomik yönden ikinci büyük gücü olan Japonya'yı tahtından etti. Birinciliğe gözünü diken Çin'in 2025'de ABD'yi sollaması bekleniyor.
Dünya yakından izliyor
Çin'in nüfusu ve turist potansiyeli Türkiye'nin iştahını kabartan konuların başında geliyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın geçtiğimiz Haziran ayında Çin'e yaptığı ziyarette iki ülke arasında imzalanan mutabakat zaptıyla 2012 yılının Türkiye'de Çin yılı, 2013'ün de Çin'de Türkiye yılı olması kararlaştırıldı. Geçtiğimiz Ekim ayında Çin Başbakanı Wen Jiabao'nun Türkiye'ye gelmesinin iki ülke için dönüm noktası sayılması hiç de abartılı sayılmaz. 17 milyar dolar olan ticaret hacminin 2015'te 50 milyar dolara, 2020 yılında ise 100 milyar dolara çıkartılması hedefleniyor.
Çin, Türkiye'nin enerji yatırımları, demiryollarının iyileştirilmesi ve diğer ulaşım projelerinden pay kapma yarışında. Ancak, dünyanın 17. büyük ekonomisi olan, bölgesinin belki de istikrarlı tek ülkesi Türkiye ile 'başa güreşen' Çin'in ilişkilerini sadece ekonomi ile sınırlandırmak iki ülkeye de büyük haksızlık olur. Türkiye ile Çin'in yakınlaşması, bir başka deyişle birbirlerini görmemezlikten gelmekten vazgeçmelerini dünya yakından izlemekle kalmıyor sorguluyor da. 2009'da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 14 yıl aradan sonra gerçekleştirdiği stratejik Çin ziyareti sırasında başlayan ivmenin bizi bu günlere getirdiğini unutmamak gerek.
Türkiye seyirci kalmıyor
Çin'in ekonomik yükselişi 21. yüzyılın en büyük olaylarından biri olarak kabul ediliyor. Kültürel değerleri batıdan farklı olan Çin'in yükselişi sadece Asya'nın dengelerini değiştirmekle kalmayacak, aynı zamanda Avrupa ve Amerika'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada etkisini hissettirecek. Bu açıdan yükselen Çin, Türkiye için de önemlidir. Çin hükümeti ne kadar yeni güvenlik konsepti ve barışçı yükseliş gibi ifadelerle batıya sıcak mesajlar verse de, kuşkuları tam olarak giderdiği de söylenemez. Çin'in yanı sıra Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerin de sıçrama yapması dünyanın çok kutuplu sisteme yöneleceğinin çok açık sinyalleri olarak okunabilir.
Balkanlar'da, Ortadoğu'da, Kafkasya ve Orta Asya'da çok köklü değişiklikler yaşadığımız şu günlerde Türkiye'nin izlediği aktif dış politika Çin ile Türkiye'nin ilişkilerine de ayrı bir boyut katıyor. Türkiye'nin bu gelişim ve değişimden kendi payını almak zorunda olduğu kesin.
1500 yıl önce ayrı düştüğümüz komşumuzla yeniden komşu olduğumuzu söylersek hiç de abartılı olmaz. "Komşu komşunun külüne muhtaçtır" atasözünü herkes bilir. Bize düşen komşumuzla ilişkileri Türkiye'nin lehine geliştirmek ve zenginleştirmek olmalıdır.
Ayrıca Türkiye-Çin arasında geliştirilen ilişkilerin, Türk kamuoyu için hassasiyet arz eden Uygur Türklerinin uyum içerisinde temel hak ve özgürlüklerden eşit şekilde faydalanmaları, güvenlik, istikrar, refah ve huzur içinde yaşamaları ve yaşam düzeylerinin yükseltilmesine yönelik bir yansıması da mutlaka olacaktır.
Fırat KÜÇÜKKÖMÜRCÜ
bilgi@globalyorum.com