Öncelikle farklı dillerin tek-ortak bir dilden çıktığının (monogenesis) delili ne olabilir, onun üzerinde duralım:
Dille ilgili incelemeler(dil bilgisi ve onun kuramsallığını ifade eden dil bilimi) toplam 5 ana dilin var olduğunu gösteriyor. Söz konusu sınıflama dil biliminin 5 alt dalına göre yapılmaktadır: anlambilim, biçim bilgisi, ses bilgisi, cümle bilgisi, kökenbilim..
Örnek: cümle bilgisine göre Türkçe ile İngilizce farklı öğe dizilişine sahip olmaları bunların farklı ana dillere bağlı olduklarının göstergesidir. Bunun yanında Türkçede ses uyumlarının aranması da söz konusu iki dilin farklı ailelerden geldiğini kanıtlamaktadır. Ayrıca bir dildeki "yapmak", "etmek" , "get", "to" gibi yardımcı sözcüklerin kullanım alanları da bu dilleri kullananların düşünme yöntemlerinin farklı olduğunu, dolayısıyla farklı dil ailelerinden geldiklerinin göstergesidir.
Yukarıda özetlediğim durum acaba gerçekten dillerin tek-ortak bir dilden türemediğini gösterir mi? Yani İngilizceyle Türkçeyi karşılaştıracak olursak:
1. Türkçede ses uyumu aranır ama İngilizcede aranmaz.(fonetik farklılık)
2. Türkçede yüklem sonda İngilizcede ise özneden hemen sonra yer alır.(sentakssal farklılık)
3. Türkçe sondan eklemeli, İngilizce ise hem sondan hem de baştan eklemeli dildir(yapısal-morfolojik farklılık)
Şimdi, bu bilim dallarına göre dil sınıflaması üzerinde konumuz bağlamında duralım
Örneklerimiz " i am going to school" ile "ben okula gidiyorum" olsun. Sorularımız açık:
1- Nasıl oldu da, biri "i" derken diğeri "ben" demiş; biri "going" derken diğeri "gidiyorum" demiş; biri "school" derken diğeri "okul" demiş?
2- Nasıl oldu da, biri "to school" derken diğeri "okula" dedi?
3- Nasıl oldu da, biri "özne+yüklem+tümleç" yapısıyla konuşurken, diğeri "özne+tümleç+yüklem" yapısını tercih etmiş.
Birinci sorunun cevabı kolay olmasa da vardır. Bir cevap sonuçta var. Adem babamız 'gidiyorum'u nasıl diyordu bunu bilmiyoruz ama köken kelime ne olursa olsun o kelimeden "gidiyorum" ve "going"in türemesi mümkündür. İnsanların yaşadığı iklim şartları, coğrafi bölge özellikleri, psikolojileri, sosyal hayatları, inançları, dünyaya bakış açıları kelimelerin değişmesinde etkilidir. İnsanlar bir nesneye isim verirken çok farklı yöntemleri kullanır. Yeni gördüğümüz bir nesneye bazen çıkardığı sese göre tanımlarız kendisini, bazen görünüşüne göre, bazen bize olan etkisine göre, bazen işlevine göre v.s.
Türkçedeki hakan sözcüğünü ele alalım. Bu kelimenin kökeni 'kagan'dır, hükümdar anlamına gelir. Bu sözcükteki kakma fiilini görmeliyiz. Hükümdar da bir toplumu kakan yani iten kişidir. Yine Arapça aslı 'bilge' anlamına gelen 'abdal' kelimesi Türkçede tam tersi anlamı kazanmıştır zamanla. Bir zamanlar bir kültürde dünyadan el etek çekmek bilgelik sayılırken günümüzde aptallık, salaklık kabul edilir. Yine salak kelimesinin kökeni 'salah'tır. Barışçı, sulhçu demektir. Bir zamanlar kavgadan uzak durmak bir erdem sayılırken bu isim kullanılmış, zamanla kavgaya girmezsen pastadan pay da alamazsın inancı, baskın gelince bizim barışsever 'salah' olmuş salak, manyak. Manyağın kökenini de kendiniz araştırın artık. Ama araştırmak yetmez, cesaretle kelimenin üstünü üstüne gitmek gerekir. Çünkü geçirdiği anlam değişimi sizi ürkütebilir. Tırsmayınız, pes etmeyiniz. Zekayı en çok da cesaret tetikler. Cesur ol ki zeki olasın.
2. ve 3. soruların cevabı daha zor. Belki de imkansız. Çünkü bir dili denek olarak kullanamayız. Denek olmayınca kesin delil de olmaz. Olsa olsa bir açıklama olabilir. Açıklama ise kimini ikna eder kimini etmez.
Türkçe şiirler genelde İngilizcedeki gibi "özne+yüklem+tümleç" formundadır. Hatta özne sonda da olabilir bazen. Yani İngilizcede kural olan bir yapı Türkçede bir alternatif, bir müstesna. Bir yerlerde kırılma noktaları varmış, yada süreçler mevcutmuş ki bunlar toplulukların milletlerin duygu ve düşüncelerini farklı yapılarda ifade etmelerini sağlamıştır.
İlk insanların cümle yapısı acaba nasıldı? Bizimki gibi özne+tümleç+yüklem formatında mıydı, yoksa İngilizcedeki gibi özne+yüklem+tümleç şeklinde miydi, ya da öznenin sonda olduğu bir yapıda mıydı? Bunun cevabını kesin olarak bilemiyoruz.
Şahsi görüşüm şudur:
Başlangıçta hiçbir form yoktu. İlk insanlar kalabalık kitleler oluşturduktan sonra birbirinden ayrılınca dilleri de bazı yapılara erişti. Ve her yapı kendi yolunda gitti. Makul olanı da budur.
Bunu medeniyetleri oluşturan diğer şeylerden anlıyorum. Mesela barınmayı ele alalım:
İlk insanlar muhtemelen mağara, kovuk gibi doğal barınaklarda yatıp kalkıyordu. Zamanla basit barınaklar yaptılar. Daha sonra bu barınaklar çadıra kulübeye dönüştü. Zamanla da evler binalar ortaya çıktı.
Nasıl ki ilk insanların barınaklarının belli bir yapısı olmadığı halde zamanla birbirinden farklı binalar yaptılarsa dildeki gelişme de benzer bir yolu takip etti. Önce hiçbir dil formu yoktu. Zamanla öyle formlar oluştu ki artık bunlardan birbirine geçişler de kapandı.
Ve yazımızın baba cümlesi geliyor. İyi dinleyin:
İnsan beyni hiçbir gramatik yapıyla yola çıkmadığı için hiçbiriyle de sınırlı değildir. Bunun için her insan her gramatik yapıdaki dili öğrenecek kapasitededir. Hem de birden fazlasını.
İşte diller arasındaki yapısal farklılıklar dillerin ortak kökenden gelip gelmedikleri konusunda karşımızda duran en sarp dağ. O dağı aşıp arkada neyin olduğunu gören henüz çıkmadı.
Tek-ortak dil inancına karşı çıkanlar peşin hükümlü de savunanları bilerek mi konuşuyor? Bu sorunun yanıtı hayır'dır. Her şeyden önce dillerin ortak bir dilden türediğini iddia etmek bir inançtan öteye gitmiyor. Aslında bu biraz da masumcadır ve insana özgü doğal bir beklentidir. Zihnimiz olgular ve nesneler arası bağlantılar kurarak bunları birleştirme eğilimindedir(sentetik düşünce). Bu sentetik yetimizden ötürü dilleri bir anadile bağlamayı olduğu üzere söz konusu kuvvetleri birleştirmek 21. yüzyıl fiziğinin belki de ana hedefidir.
Antropolojik araştırmaları da takip etmek gerekiyor. Yani eğer 5 dil ailesi var ve bunlar birbirinden bağımsızsa 5 ana insan ırkı bulunması gerekir. Antropoloji insanlığın kalıcı eserlerini sunmaktadır bize. O eserler üzerinden dille ilgili sonuçlar çıkarmak yararlı olur. Bunun nedeni, Dünya'daki demografik dağılımın (nüfus hareketliliğinin) savaşların, göçlerin v.s etkisiyle geçirdiği değişimin dile hemen yansımaması. İki farklı toplum karşılaştığında bunların ticaret yapmaları, oturup kalkmaları, yiyip içmeleri, birlikte evlenip yuva kurmaları gerekiyor. Ancak bu aşamalardan sonra kelime alış verişi başlıyor. Kelime alış verişi de asırlarca sonra ancak iki dilin gramer olarak birbirini etkilemesi sonucunu doğuruyor. Osmanlıca bunun bir örneğidir. Bu yapay dil, birbiriyle yapısal olarak çok farklı olan Türkçe Arapça ve Farsçanın bir araya gelmesiyle oluş(turul)muştur. Dolayısıyla insanların daha ellerinde kesin bilgiler olmadan "diller tek-ortak bir dilden türemiştir/türememiştir" demeleri acelecikten başka bir şey değildir. Bakalım antropolojik araştırmalar bize ne gösterecek.
Yazar:A.E