Haberin yayım tarihi
2015-12-24
Haberin bulunduğu kategoriler

KÜRESEL ORTAKLIK ARAYIŞLARI..

TİCARETTE ÇATIŞMALI YENİ DİNAMİKLER VE TÜRKİYE’NİN TPP VE TTIP ÇAĞINDA GELECEĞİ..

Bozkurt Aran

Bu yazı, mevcut ticaret sistemini koruma ve geliştirme gerekliliğinin nasıl yeni arayışlara, yani Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) ve Trans-Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’na (TTIP) yol açtığı konusunu ele almaktadır. İki girişim birbirini tamamlayıcı niteliktedir ve ABD’nin öncülüğünü yaptığı tutarlı bir uluslararası stratejinin ayrılmaz parçaları olarak değerlendirilmelidirler. Yükselmekte olan ekonomilerden biri olarak Türkiye’nin kendini nasıl konumlandırdığının hayati öneme sahip olduğu inancıyla yazı, şu önemli soruları sormaktadır: Türkiye, geniş kapsamlı dönüşüm için gerekli olan zorlu politika kararlarını alarak, yeni ortaklık arayışlarına entegre olma mücadelesine girmeye hazır mı? Yoksa yeni edindiği yükselen ülke statüsüyle yetinecek mi? Bu sorulara verilecek yanıtlar, Türkiye’nin TPP ve TTIP’nin parametrelerini belirleyeceği yeni oluşmakta olan ticaret rejimindeki yerini belirleyecektir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası küresel ticareti izleme ve düzenleme konusunda görevlendirilen Bretton Woods kurumları aracılığıyla yürütülen çok taraflı ticaret sistemin yeni liberalleştirme arayışları, son on yıldır sonuç vermeyi bırakmış durumda. Başta 2001’de yürürlüğe konan Doha Kalkınma Gündemi’nin (DKG) tamamlanmasına yönelik olanlar olmak üzere, Dünya Ticaret Örgütü’ndeki (DTÖ) bitmek bilmeyen müzakereler, pek çokları tarafından artık “yararsız” bir uğraş olarak görülüyor. Küresel ticaretin büyük paydaşları, Uruguay Görüşmeleri’nin tamamlanmasından bu yana yaklaşık 18 yıldır kapsamlı liberalleşme sürecinin sonuçlanmasını bekliyor. Dolayısıyla mevcut ticaret sistemini korumak ve geliştirmek, her zamankinden daha büyük bir gereklilik haline gelmiş durumda. ABD ve AB arasındaki sinerji, bugünün ticaret ortamının karmaşıklıklarını ele almak ve liberalleşmeyi sağlamak için gerekli yeni kuralları ortaya koymakta yetersiz kalıyor. “Yükselen ekonomiler”in küresel ticaret alanında yeni aktörler olarak ortaya çıkması da küresel ticaret alanında yeni bir meydan okuma olarak görülüyor.

“Küresel Trendler 2030” başlıklı ABD Ulusal İstihbarat Konseyi raporu, bu konuyu şöyle vurguluyor: “Asya; GSYH, nüfus büyüklüğü, askeri harcama ve teknoloji yatırımı temelinde küresel güç olarak Kuzey Amerika ve Avrupa’yı geçmiş olacak… Yaşanacak sarsıcı değişim sonrasında küresel ekonominin sağlığı giderek geleneksel Batı’nın değil, gelişmekte olan dünyanın performansına bağlı olacak.” Rapora göre ayrıca “bireylerin güç kazanması ve devletler arası gücün resmi olmayan ilişkiler zincirine  yönelmesi dramatik bir etki yaratacak ve Batı’nın 1750’den beri süren tarihsel yükselişini büyük oranda tersine çevirecek.”1

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı UNCTAD’a göre bu doğrultuda bir gelişme sonucunda küresel doğrudan dış yatırımlar (DDY) 2012’de %18 azalarak 1,35 trilyon ABD Doları’na indi ve bu miktarın çoğu da gelişmekte olan ülkelere aktı. “2012’de ilk kez gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerden daha fazla DDY çekti ve küresel akışın %52’sine sahip oldu.”IMF’nin Nisan 2013 Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’na göre, “küresel ekonomik beklentiler tekrar iyileşti ama ileri ekonomilerde toparlanmaya giden yol hala engebeli.” Şimdiye kadar yükselen pazarlar ve gelişmekte olan ekonomilerde güçlü, ileri ekonomilerde daha zayıf olmak üzere iki kademeli olan düzelme, artık üç kademeli hale geliyor. 

Yükselen pazarlar ve gelişmekte olan ekonomiler hala güçlü bir performans sergiliyor, ama ileri ekonomilerde bir yanda ABD, diğer yanda ise Euro bölgesi olmak üzere giderek büyüyen bir ayrışma gözleniyor.Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)’nün tahminlerine göre Euro bölgesi bu yıl %0,6 küçülecek ve böylece ABD ve Japonya gibi daha hızlı büyüyen ekonomilerle arasındaki fark daha da açılacak.4 Paris merkezli kuruma göre, “Avrupa’daki zafiyetin sürmesi, küresel ekonomiye zarar verebilir.” Dünya Ticaret Örgütü’ne göre “dünya çapında mal ticareti hacmi, 2012’de yalnızca %2 arttı. Gelişmiş ülkelerden sevkiyatlar, dünya ortalaması olan %1’den daha yavaş büyürken, gelişmekte olan ekonomilerin ihracatı ise %3,3 gibi daha yüksek bir hızla büyüdü. İthalat tarafında ise, gelişmiş ülkeler %0,1 düşerken, gelişmekte olan ekonomiler %4,6 hızıyla büyüdü.”5

Dolayısıyla 2008 finansal krizinin ülkeler arası güç dağılımını hızlandırdığı ve değişime yol açan baskın eğilimlere ivme kazandırdığı görülüyor. Endüstri devriminden bu yana, gelişmekte olan ekonomilerin küresel ekonomideki payları hiç bu kadar büyük olmamıştı. Gelişmiş dünyanın zenginliği hala geçerli, ama ileri ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki fark önemli oranda kapanıyor. Başka bir deyişle, “transatlantik pazarlar, ezici üstünlükten üstünlük konumuna geçiyor – hala önde gidiyorlar, ama eskiden olduğu kadar açık arayla değil.”6

Küresel ticaret pazarları, yakın gelecekte büyük paydaşlar arasındaki güç dengesinin nasıl oluşacağını öngörme özelliğine sahip. Başka bir deyişle küresel ticaret, uluslararası ilişkilerin diğer alanlarından daha önde gidiyor ve ülkeler arası güç dengesinin gelecekte nasıl şekilleneceği hakkında ipuçları sunuyor. Gelişmekte olan ülkelerin ve özellikle de yükselen ekonomilerin çıkışıyla, beklenenden daha hızlı bir değişimin başladığı yönünde işaretler var. Yukarıda adı geçen Nisan 2013 Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’na göre, “Çin, Hindistan ve Brezilya’ya ek olarak, Kolombiya, Endonezya, Nijerya, Güney Afrika ve Türkiye gibi bölgesel oyuncular da küresel ekonomi için özellikle önemli hale gelecek.”7

Bu nedenle bütün göstergeler, ABD ve diğer gelişmiş ülkelerin çoktaraflı küresel ticaret sistemi üzerindeki etkisinin zayıflamakta olduğunu varsaymanın yanlış olmadığını düşündürüyor. Ancak bugünün en acil sorusu şu: Gelişmiş ekonomiler bu aşamada kenara çekilmeye ve bu kötümser tahminin gerçekleşmesini izlemeye razı mı? Kısa yanıt da şu: Büyük olasılıkla hayır!

Yükselen ekonomilerden biri olarak Türkiye’nin yeni dönemde kendini nasıl konumlandıracağı büyük önem taşıyor. Türkiye, geniş kapsamlı dönüşüm için gereken ağır politik kararları alarak, yeni ortaklık arayışları ile bütünleşmek için zorlu bir mücadeleye girmeye hazır mı? Yoksa yeni edindiği yükselen ülke statüsüyle yetinecek mi? Bu sorulara verilecek yanıtlar, Türkiye’nin paralel ve birbirini bütünleyen iki girişim tarafından parametreleri belirlenecek olan yeni ticaret rejimindeki yerini belirleyecek.

Yeni Girişimler: TPO ve TTYO

2008 küresel finansal krizinin ardından, ABD’nin başını çektiği gelişmiş ülkeler, yükselen Doğu’yu dengelemek için iki büyük girişim başlattı: Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) ve Trans-Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP). İki girişimi birbirini tamamlayan nitelikte ve tutarlı bir uluslararası stratejinin ayrılmaz parçası olarak ele alınmalılar.

TPP’nin etkisi Pasifik bölgesinin çok ötesine uzanacak. TPP, bölgesel bir ticaret ortaklığı olarak sınıflandırılıyor ve başlıca paydaşları arasında ABD, Kanada, Meksika, Avustralya, Yeni Zelanda, Singapur, Vietnam, Malezya, Brunei, Peru ve Şili bulunuyor. Müzakere grubunda gösterilen çaba sonucunda, görüşmelerde o noktaya kadar üzerinde anlaşılan hususları kabul etmesi koşuluyla, kısa bir süre önce Japonya da kabul edildi. Japonya’nın katılmasıyla bu anlaşmanın kapsamı, sıradan bir bölgesel ticaret anlaşmasının ötesine geçmiş durumda. TPP artık çok taraflı ticaret sistemi üzerinde ciddi etki yapabilecek bir potansiyel kazandı. 12 TPP ülkesinin toplam GSYH’sı 27,5 trilyon Amerikan Doları, ya da küresel üretimin %37,4’ü; toplam ihracatıysa 5,4 trilyon Amerikan Doları. Aslına bakılırsa, küresel GSYH’nin %22’ine sahip ABD, üye ülkelerin en önemlisi.

ABD’nin önayak olduğu TPP girişimi, iki yıldan biraz daha uzun bir süredir kayda değer bir ilerleme kaydetti. 18 turluk müzakerelerin ardından, TPP’nin bu yılsonuna kadar sonuçlanması gerçekçi görünüyor. Anlaşılan,  teknik seviyede yürütülen konularda müzakereciler varabilecekleri mutabakatların sınırına geldiler ve bazı hassas konulara ilişkin henüz çözülememiş zorlukların ise 2013’ün ikinci yarısında bakanların katılımıyla gerçekleştirilecek Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) toplantısında siyasal düzeyde halledilmesi bekleniyor.

Bu zamana kadar yürütülen turlar, müzakereleri ileri bir aşamaya taşıdı. Yeni ABD Ticari Temsilcisi (USTR) ve Başkan Barack Obama, anlaşmanın bu yıl içinde tamamlanması için meslektaşlarıyla doğrudan temas halindeler. Anlaşmanın zamanında gerçekleştirilmesi için gerekli siyasal irade, tüm paydaşların ortak hedefi olarak görülüyor. Bugüne kadarki müzakere süreci hizmetler, kamu alımları, hayvan ve bitki sağlığı standartları (SBS), ticaret çözümleri, işgücü ve anlaşmazlıkların çözümü gibi önemli alanları kapsadı. Müzakerelerin yoğun olarak yürütülmesine karşın ayrıntılara ilişkin bilgiler kamuoyuna pek yansıtılmadı. Ancak pazar erişimi ve  özellikle tarım gibi hassas alanlarda sorun çıktığı anlaşılıyor. Buna ek olarak, fikri mülkiyet hakları, çevre ve kamu iktisadi teşebbüsleri gibi zorlu konular da bakanların gündeminde olacak.

TPP müzakerelerinde kaydedilen ilerleme, Trans-Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) yaklaşımını de hızlandırmış olabilir. Bu konu daha önceki pek çok ABD yönetiminin gündeminde bulunmuştu; ancak bu kez gerek ABD gerek AB, müzakerelere hızla başlanılması ve 2008’deki küresel finansal krizden beri güçlük çekmekte olan durgun ekonomilerinin canlandırılması yönündeki niyetlerini dile getirdi. Bu yıl, Euro bölgesinin biraz küçülmesi, ABD’nin ise yüzde 2 civarında büyümesi bekleniyor.8

Başkan Obama’nın 17 Haziran 2013’te Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso’yla görüşmesinin hemen ardından Beyaz Saray tarafından dolaşıma sokulan bilgi notu, iki tarafın önceliklerini açıkça ortaya koyuyor.

Yatırımların güçlendirilmesi, ticarette tüm gümrük vergilerinin kaldırılması, yüksek maliyetli “sınır ötesi” gümrük vergisi dışındaki engellerin, özellikle de tarımsal ürünler için olanlarının ele alınması, hizmetlerle ilgili ticarette pazar erişiminin iyileştirilmesi ve düzenleme ve standartlarda farklılıkların azaltılması konularına vurgu yapıyor.9 Fikri mülkiyet hakları ve kamu iktisadi teşebbüsleri gibi küresel boyutu olan yeni işbirliği biçimlerinin ve kurallarının geliştirilmesine yönelik vurgular da ayrıca dikkat çekici.

Aynı şekilde Avrupa Komisyonu da bir bildiri yayınlayarak ana unsurları üç kategoride özetledi.10 Bunlardan ilki, pazar erişimi konulu bir bölüm; gümrük vergilerini, menşei kurallarını, damping ve sübvansiyon karşıtı önlemler konusundaki diyaloğu, hizmetleri, yatırımı ve kamu alımlarını kapsıyor. İkinci olarak düzenleyici unsurlar,“sınır ötesi” konular (güvenlik ve çevre standartları, SBS önlemleri, finansal hizmetlerde benzeşme) olarak sıralanıyor ve en büyük ekonomik fayda potansiyelinin bu alanda olmasının beklendiği vurgulanıyor. Son olarak, anlaşmanın boyutu ve etkisi nedeniyle, çoktaraflı ticaret sisteminin de güçlenmesi, beklenen katkılardan biri olarak yer alıyor.

ABD ve AB birlikte dünya GSYH’nin %47’sini, küresel ticaret akışının da %30’undan fazlasını sağlıyor. İki tarafta DYY yaklaşık 3,7 trilyon Amerikan Doları düzeyinde. Her iki tarafın karşılıklı DYY’si ticaret ve yatırımlarla karşılaştırıldığında dev boyutlarda olup, transatlantik ekonomisinin belkemiğini oluşturuyor. Birlikte DYY iç stokunun %57’sini, dış stokunun ise %71’ini sağlıyorlar.11 Benzer şekilde ABD ve AB, dünyanın en büyük iki hizmet ekonomisidir. Avrupa, ABD’nin hizmet ihracatının %38,4’ünü, hizmet ithalatının da %41’ini oluşturuyor. ABD’nin AB’ye hizmet ihracatı 225 milyar Amerikan Doları’nı buluyor.12

Bu ortaklığın derinliği, görüşmeler sırasında tarafların karşılaşacağı zorlukları da ön plana çıkarıyor. TTIP’nin mal ticaretinin ötesine geçmesi, tarım ve hizmetler gibi hassas konuları da ele alması bekleniyor. Öte yandan, yatırımlar, standartlar, deniz taşımacılığı sınırlamaları, sınırötesi bilgi akışı, özel-kamu yatırımlarının durumu, çalışma vizesinin kısıtlayıcı uygulamaları ve işitsel-görsel hizmetlerle ilgili, her ülkenin kendine ait düzenlemeleri de daha uyumlu hale getirilmek zorunda. Tarım ticaretine daha fazla tutarlılık getirmek üzere yapılan görüşmeler, tarafların genetiği değiştirilmiş ürünler konusundaki farklı bakış açıları nedeniyle zor geçecek. Özellikle Avrupalı tüketiciler, GDO konusunda ciddi endişeler dile getirdi.

Ne Beklemeli?

Her ne kadar görüşmelerin son aşamaya geldiği söylense de, TPP henüz sonuçlanma aşamasında değil. TTIP’nin özü hakkında görüşmeler ise daha başlamadı ve süreç içerisinde konuların taraflarca nasıl ele alınacağı henüz açığa kavuşturulmadı. Dolayısıyla bu iki büyük girişime karşı üçüncü tarafların olası tepkisini tam olarak ölçmek bu aşamada mümkün değil. Yine de TPP ve TTIP’nin, çok taraflı ticaret sisteminde tartışma yaratacak yeni konulara sebep olacağı rahatlıkla varsayılabilir.

Bu iki girişimin yan ürünlerinden biri, bunlara katılmayan ülkeler arasında, bu girişimlerin mevcut ticaret sistemine uzun vadede olumsuz etkileri olabileceğine dair meşru endişelerin su yüzeyine çıkması olabilir. Ortaklık arayışları sistem için başka bir risk daha taşıyor: gelişme yolunda ülkeler ile yükselen ekonomiler, bu süreci onlar olmadan biçimlendirilmiş “yeni ticaret kuralları”nı benimsemeleri için bir baskı unsuru olarak görebilir.

İki girişimin de en tartışmalı yanı, diğer paydaşların katılımı ya da onayı olmadan, evrensel olarak uygulanacak kurallar belirleyebilme potansiyeli. Kapsamlı bir “yeni kurallar kitabını” geliştirmenin yanı sıra, mevcut kuralların da ciddi biçimde elden geçirilmesi bekleniyor. Bu konulardan bazıları, daha önce DTÖ Doha Kalkınma Gündemi görüşmelerinde kapsamlı bir biçimde ele alınmadığı için süreç, katılımcı ülkelerin büyüklüğü nedeniyle çoktaraflı ticaret sistemi için kural koyma ya da kural yenileme çalışması haline kolaylıkla gelebilir.

Başka bir deyişle katılımcıların elde edeceği başlıca kazancın, anlaşmanın “kural koyma” kabiliyetinden kaynaklanması bekleniyor. Bürokratik işlemlerin tekrarının önlenmesi, ticaretin kolaylaştırma konusunda kuralların daha uyumlu hale getirilmesi,  rekabet politikası, işçi ve çevre gibi konular, dünyanın GSYH’sının kabaca %60’ını ve dünya ticaretinin %45’ini temsil eden bir grup gelişmiş ülke tarafından tayin edilecek. Bu nedenle de çoktaraflı sistem üzerinde belirleyici bir etkisi olacak.

Ne TPP, ne de TTIP, özellikle endüstri ürünlerine uygulanan gümrük vergilerini kaldırmaya ya da düşürmeye odaklanan sıradan serbest ticaret anlaşmaları (STA) olarak görülmemeliler. Aslında, ABD’de ve AB’de endüstriyel ürünlere uygulanan mevcut gümrük vergilerinin yaklaşık %70’i sıfır seviyesindedir. Kalan gümrük vergilerinin kaldırılması ya da ciddi oranda düşürülmesi ve hassas sektörler üzerinde çalışılması, görünen o ki işin en kolay kısmı olacak.

Her iki yeni girişim de gümrük vergilerinin düşürülmesinin ötesine geçiyor ve tarım, hizmetler ve kural koyma gibi karmaşık alanları kapsıyor. Pazar erişimi konusundaki görüşmelerin zorlu geçmesi bekleniyor, özellikle 27 AB ülkesi arasında çıkarların uyumlu hale getirilmesi son derece çetin ve zaman alıcı olacak. Özellikle tarım, hizmetler, fikri mülkiyet hakları ve kültürel alanlarındaki iddialı hedefler ve çatışan duyarlılıklar, özel bir dikkatle ele alınmalı.

Bu arada ABD yönetiminin Avrupalı diplomatları gizlice dinlediği yönünde son zamanlarda ortaya çıkan iddialar, Avrupa kamuoyu, kişisel verileri çok hassas bir konu olarak gördüğünden, Avrupa başkentlerinde dalgalanmalar yarattı. Fransız hükümeti, ABD-AB ticaret görüşmelerinin ertelenmesini istediğini söyledi, bir Alman yetkili ise kendi vatandaşlarına, özel hayatın mahremiyeti ile ilgili endişeleri varsa Amerikan internet şirketlerini kullanmayı bırakmalarını önerdi. Ancak sonunda sağduyu hakim oldu ve süreç, planlandığı gibi başladı. İlk görüşmeler Temmuz 2013’te gerçekleştirildi.

Geneline bakıldığında bu dev görüşmeler, bugünün küresel ticaret ortamında yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyor. Gelişmiş ülkelerin tekeli altında bir liberalleşme sürecini şekillendirmek, alışılmadık güçlükleri de beraberinde barındırabilir. Üçüncü tarafların bu girişimlere yönelik olası tepkileri, büyük oranda girişimlerden duyacakları rahatsızlığın derecesine göre değişebilir. Bu yeni gruplaşmada bir başka stratejik nokta daha var: Çin’i “çevreleme” isteği, uluslararası alanda sıkça dile getiriliyor. Elbette Çin’in bu girişimler bağlamındaki algısı, uluslararası camianın tepkisinin boyutunu da büyük oranda belirleyecek. Bunun sonuçlarının ne olacağı bu aşamada henüz kestirilemiyor.

Bugünlerde Asya-Pasifik bölgesinde yeni bir oluşum önerisine tanık oluyoruz – ASEAN ülkelerini, Avustralya, Japonya, Kore, Yeni Zelanda, Hindistan ve Çin’i içerecek ama ABD’yi dışlayacak olan Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP). Bu girişimin zaman içinde nasıl evrileceğini söylemek için henüz çok erken.

Kısacası, TPP ve TTIP girişimlerinin yalnızca çoktaraflı ticaret sistemi için değil, tüm dünyayı kapsayan stratejik uluslararası ilişkiler için de “oyun değiştirici” nitelikte olması bekleniyor. Ancak aşırıya gidilirse, yeni küresel ticaret dinamikleri bizi “ticaret savaşları”na götürebilir, bu da ne olursa olsun kaçınılması gereken bir sonuçtur.

Türkiye ve küresel ticaret rejimindeki son gelişmeler

Küresel ekonominin ayrılmaz bir parçası olan Türkiye, söz konusu iki ortaklık arayışının yol açacağı değişikliklerden mutlaka etkilenecek. Başka bir deyişle, kural koyucu yeni süreçlerin dışında kalmak Türkiye için orta – uzun vadede daha maliyetli olacak. O yüzden Ankara için mantıklı olan yaklaşım,  her iki tarafla katılma olasılıkları  araştırmak olmalı. Türkiye, Gümrük Birliği kanalıyla AB’yle olan mevcut ilişkilerini, küresel güç olan ABD ile de stratejik ortaklığından kaynaklanan bağlarını kullanmalı.

Yarım yüzyıldır AB’nin tam üyesi olmaya çalışan ve AB’yle tam işlevli bir Gümrük Birliği içinde olan Türkiye, bu yeni ortaklıklara dahil olmasını sağlayacak bir politika geliştirmeli. Şu haliyle Türkiye, AB ticaret politikasının belirlenmesinde etkisi olmadığı için güç bir konumda. Mevcut durum, AB’nin Serbest Ticaret Anlaşması girişimleri bağlamında Türkiye’nin rolünü bir “AB uydusu” konumuna indirgiyor. Bu “uydu” statüsü, Türkiye’nin karar alma ve müzakere süreçlerine taraf olmaksızın AB’nin serbest ticaret anlaşmalarını kabul etme zorunluluğundan kaynaklanıyor.13

Bu nedenle ilk adım, AB ile Türkiye arasındaki yerleşik mekanizmaların daha iyi kullanılarak Türkiye’nin çıkarlarının korunması olacak. Dahası, Gümrük Birliği altındaki kurumsal mekanizmanın, Türkiye’nin hassasiyetlerini ve tercihlerini yansıtması sağlanmalı. Nihai müzakereler başlamadan önce, varolan danışma mekanizmaları daha geniş kapsamlı olarak kullanılabilir. Bu amaç doğrultusunda Gümrük Birliği Ortak Komitesi, Türkiye’nin beklentilerine derhal yanıt verebilme yetkisine sahip ana mekanizma olacak. Ortak Komite’yle gerçekleştirilecek görüşmelerde, müzakere sürecine yönelik etki değerlendirme analizine Türkiye’nin de dahil edilmesi de sağlanabilir. Mevcut danışma mekanizmalarının güçlendirilme potansiyelini derhal kullanmaya başlamak gerekli.

Bir başka ve daha da etkili düzenleme, Türkiye’den bir temsilcinin AB’nin Ticaret Politikası Komitesi’ndeki TTIP konulu özel görüşmelere geçici statüde katılması. Her ne kadar Komite’nin kararları bağlayıcı değilse de, Türkiye’nin dahil edilmesine yönelik bilinçli bir karar, AB’nin Türkiye’ye yükümlülüğünün bir göstergesi olarak değerlendirilecektir. Bu da ilişkilerin şu anki düzeyine son derece güçlü bir katkıda bulunacak.

Söz konusu mega ortaklık girişimlerinin, Türkiye’yle AB arasındaki hassasiyetlerin kabardığı bir dönemde ortaya çıktığını ve ilişkilerin en iyi düzeyde olmadığını hatırlamakta yarar var. Ancak her iki tarafın da mevcut ilişki düzeyini geliştirmek ve güçlendirmek için geçerli nedenleri var. Etkin bir koordinasyon mekanizmasının yokluğunda, Gümrük Birliği’nin sürdürülebilirliği bile, siyaset ve iş çevrelerinden yükselen eleştiriler nedeniyle tehlikeye girebilir.14

Buna ek olarak, Türkiye’nin görüşmelere katılımını sağlamak için bazı alternatifler de önerilmiş durumda. Bir görüşe göre ilerlemenin en iyi yolu, müzakereler başlamadan önce AB’yle etkin bir koordinasyon yapmak ve böylece AB’nin müzakereleri, Türkiye’nin çıkarlarını da gözetecek biçimde yürütmesini sağlamak. Başka bir görüş, Türkiye’nin taraflarla kendi paralel müzakerelerini başlatarak üç taraflı bir müzakere süreci yaratması gerektiğini savunuyor. Ancak bu seçenekler daha ilk bakışta hiç de uygulanabilir görünmüyor, çünkü iki büyük paydaş, zaten karmaşık olan müzakere sürecini, Türkiye’yi bu kadar erken bir aşamada işin içine katarak daha da karmaşıklaştırmak konusunda hevesli değil. Her iki yaklaşımda da çok büyük güçlüklerin aşılması gerektiği ortada. Nitekim AB tarafından medyaya sızdırılan bazı belirtiler hiç de umut verici değil.

Amerika’nın yaklaşımı biraz daha cesaretlendirici. Başbakan Erdoğan’ın son Washington ziyaretinde Başkan Obama ile birlikte bu konuda bir komite kurulmasına karar verilmişti. Yüksek düzeydeki bu ilgiye rağmen, erken iyimserlik ters tepebilir. ABD’de ticaret politikasıyla ilgili kararlar, Ticaret Bakanlığı ve  Ticaret Temsilciliği gibi çeşitli birimlerin katıldığı karmaşık bir iç süreçlerden geçiyor. Daha da önemlisi, üçüncü ülkelerle herhangi bir ticaret düzenlemesinin başlaması ve sonuçlandırılması konusunda politik olarak son söz Kongre’nin. Bu, zaman alan ve masraf gerektiren bir süreçtir. Devletler arası ilişkilerin yanı sıra, girişim için iş dünyasının da lobicilik faaliyetleri yürütmesi çok önemli. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), Türk-Amerikan İş Adamları Derneği (TABA), Türk-Amerikan İş Konseyi ve diğerleri, Amerikan meslektaşlarının nezdinde lobicilik yapma konusunda başı çekmeli. Buna ek olarak, profesyonel lobicilik şirketlerinden de bu amaçla hizmet alınabilir.

Amerikan iş dünyasının da Türkiye’nin arayışlarını desteklemek için nedenleri var. Türkiye’nin yükselen bir ekonomi olarak artan nüfuzu ve bölgede komşusu ülkelerle güçlü bağları, Türkiye’yi stratejik ortaklığın içinde tutmaya çalışmak konusunda Amerikan iş dünyasını motive edecektir. Basitçe söylemek gerekirse, buradaki fikir, Türkiye’yi ABD’nin genel ticaret stratejisinin bir parçası olarak TTIP girişimine entegre etmek olacak.

Son olarak bu süreç, Türkiye için çeşitli meydan okumaları barındırıyor. Bugünün “yeni nesil ticaret anlaşmaları” yalnızca endüstriyel ürünlerle sınırlı değil; tarım, hizmetler, teknik düzenlemeler, fikri mülkiyet hakları, yatırım politikası gibi çeşitli konuları içeriyor. Bu nedenle bu yeni unsurları yoğun bir biçimde içeren dev ortaklık anlaşmalarına uyum sağlamak için gerekli dönüşümün, Türk ekonomisini zorlayacağı göz önünde bulundurulmalı. Türkiye bu hassas konuları kapsamlı bir biçimde ele almalı ve günümüz dünyasında meydana gelmekte olan “tektonik hareketler”den kaynaklanan zorlukların üstesinden gelecek politikalar üretmeli. Başka bir deyişle, Türk ekonomisinin mevcut çoktaraflı ticaret sisteminin içerdiği zorlukları aşması için, yeni bir dönüşüm geçirmesi gerekli.

Burada Türkiye’nin geçirmiş olduğu benzer bir uyum sürecini hatırlamakta fayda var. AB’yle yapılan ve ağırlıklı olarak endüstriyel ürünleri kapsayan Gümrük Birliği, Türk ekonomisine direncini kanıtlaması için bir fırsat sunan ve endüstriye rekabet gücü veren bir “çıpa” olmuştu. Örneğin AB’yle Gümrük Birliği’nin kurulması sürecinde otomotiv endüstrisi, daha ileri liberalleşmeye karşı en büyük direnci gösteriyordu. Geçen zaman, Gümrük Birliği dinamiklerinin en çok Türk otomotiv endüstrisine yaradığını gösterdi; 1 milyar Amerikan Doları’nın altındaki ihracat kapasitesi 15 milyar Amerikan Doları’nın üstüne çıktı ve Türkiye’nin ihracatının amiral gemisi haline geldi. Bu dönüşüm, hükümetlerin siyasal iradesiyle Türk özel sektörünün uyum sağlama kapasitesinin birleşimiyle mümkün oldu.

Tarım ve hizmetlerde karşılaşılacak zorluklar aşikar, ancak bunların hepsinin üstesinden gelinebilir. Toplumun tarımdan hayatiyetlerini sağlayan kesimi nüfusun yüzde 24’ünü oluşturuyor. Tarım ürünlerinin büyük bir bölümü yüksek gümrük vergileriyle korunuyor. Türkiye aynı zamanda kendi politikalarını, AB’nin çok tartışılan Ortak Tarım Politikası’yla uyumlu hale getirme sürecinde. Öte yandan, hizmet ticaretinin liberalleştirilmesi için Türkiye’de henüz tamamlanmamış, kapsamlı iç düzenlemeler gerekiyor. Ancak tıpkı AB’yle Gümrük Birliği oluşturulduğunda endüstri politikaları konusunda olduğu gibi, bu kez de TTIP, Türk tarımının, hizmet sektörünün ve diğer alanların dönüşümü için yeni bir “çıpa” olabilir. Küresel ticaretin “yeni kurallar”ına erken uyum sağlamak, büyümeyi de destekleyecek ve Türkiye’yi yeni bir gelişmişlik düzeyine taşıyacaktır.

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.