İzzet Dönmez Yazdı.
Bu başlığı görenler diyecektir ki; Devlet Bahçeli, Recep Tayyip Erdoğan`a yağcılık yapıyor, sende Devlet Bahçeli`ye yağcılık yapıyorsun.
Hayır, gerçek hiçte öyle değildir.
MHP, 9 Şubat 1969 yılında Adana`da kurulmuştur.
Daha doğrusu adı CKMP olan parti, MHP adını almış ve siyasi ideolojisini de baştan aşağı yenilemiştir.
Demek ki, MHP`nin 47 yıllık bir siyasi geçmişi vardır.
Bu 47 yılda, ülkenin bölünmezliği ve bütünlüğü MHP`nin tek şiarı olmuştur.
MHP`nin kurucu Genel Başkanı Alparslan Türkeş`te, şimdiki Genel Başkanı sayın Dr. Devlet Bahçeli`de daima ülkenin geleceği konusunu, birliği ve bütünlüğü konusunu siyasi duruşlarının önceliği haline getirdiler.
MHP, sonuçta bir siyasi partidir.
Doğruları da vardır, yanlışları da vardır.
Tıpkı diğer partilerin olduğu gibi.
Benim açımdan, en göze batan yanlış, Ekmeleddin İhsanoğlu`nun CHP ile müşterek aday yapılmasıdır.
Birilerine göre belki doğrudur, bana göre net yanlıştır.
1969 yılından günümüze, MHP`nin doğru yaptığı şeyler çoktur.
1980 öncesi, ülkede kan gövdeyi götürürken, siyasi ortamı yumuşatmak için, MHP, kan düşmanı CHP`ye ortak hükümet kurmayı teklif etmiştir.
Zamanın Ankara Belediye Başkanı merhum Vedat Dalokay aracılığı ile merhum Türkeş, Bülent Ecevit`e ortak hükümet teklifi yapmış, Ecevit öneriyi reddetmiştir.
Böyle bir hükümetin siyasi iklimi yumuşatacağı tabiidir.
Ancak, kavgadan rantlananlar, böyle bir hükümete şiddetle karşı çıkmıştır.
Türkiye`de koşar adım 12 Eylül askeri darbesine gitmiştir.
Yine 12 Eylül`den önce, Meclis Başkanlığı seçimi kilitlenmişti.
Bir türlü Başkan seçilemediği için, yasama faaliyetleri durmuştu.
MHP, kan düşmanı CHP`nin Meclis Başkan adayını destekleyerek, krizi çözmüştü.
O vakit MHP`den kuru bir teşekkür bile esirgenmiştir.
1999 Genel Seçimlerinden sonra kurulacak bir merkez sağ koalisyonda, Devlet Bahçeli, rahat Başbakan olacakken, sırf ortam yumuşasın diye 28 Şubat`ın verdiği hasar azalsın diye Bülent Ecevit`in Başbakanlığında kurulan hükümete MHP katılmıştır.
Bülent Ecevit`in eşi Rahşan hanım, MHP`ye ağza alınmayacak hakaretler ettiği halde, bunları sineye çekerek MHP o hükümete katılmıştır.
O hükümette ekonominin yönetimi tamamen DSP`de olmasına rağmen, ortaya çıkan çok ağır ekonomik krizin faturasını MHP`de ödemiş ve 2002 Genel Seçimlerinde MHP barajın altında kalmıştır.
2007 yılını bir hatırlayın; cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak.
Ak Parti, kendi çıkaracağı adayı seçmesin diye, kızılca kıyamet koparıldı.
Ülkenin dört bir tarafında sözde Cumhuriyet mitingleri yapılarak, Ak Parti`ye göz dağı verildi.
Atılan sloganlar içinde "Ordu göreve" sloganı unutulmadı.
Peki; Cumhuriyet Mitinglerini kim organize ediyordu?
Yeni tekaüt olmuş generaller, mitingler yetmedi, genelkurmay, meşhur 27 Nisan –e muhtıra bildirisini yayınladı.
Zamanın Genelkurmay Başkanı " bildiriyi bizzat ellerimle kaleme aldım " diyecekti.
Ak Parti`ye kendi Cumhurbaşkanı adayını seçtirmemek için, akla ziyan oyunlar döndü.
Sivri zekalı bir eski savcı, yada savcı eskisi, Sabih Kanadoğlu, ortaya bir iddia attı.
"Cumhurbaşkanı seçmek için, meclis toplantı nisabı 367 olmalıdır" diye bir iddia ortaya koydu.
Zamanın kronik muhalif partisi CHP`de, "Yeni gelinin o malum şeye sarıldığı gibi" bu iddiaya sarıldı.
Konuyu Anayasa Mahkemesine götürdü.
Yine Anayasa Mahkemesi " yeni gelinin o malum şeye sarıldığı gibi" o iddiaya sarıldı.
Hemen kararını verdi, "367 gerek" dedi.
Aslında herşey önceden ayarlanmıştı.
"Bürokratik oligarşi" görevini yapmıştı.
Kabız siyasetçi + asker + yargı.
Tezgahı kurmuştu.
Aslında Ak Parti`nin 367`ye bir kaç sandalye eksiği vardı.
O eksiği rahatlıkla aşacak sayıda diğer iki sağ partinin sandalyesi vardı.
Belli ki; çok açık tehditlerle, o iki sağ parti meclise sokulmadı.
Ak Parti`nin önü kesilmiş oldu.
O iki sağ partide siyaset tarihinin çöp sepetine gönderilmiş oldu.
2007 Genel Seçimlerine bu atmosferde gidildi.
Vatandaşta gereğini yaptı.
Ak Parti`nin % 35 olan oyunu % 50`lere çıkardı.
Ancak 367 bulunamamıştı.
MHP`de barajı geçerek, meclise girmişti.
Devlet Bahçeli, açıklama yaptı.
Meclis oturumuna katılarak, 367 engelini aşacağını beyan etti.
Nitekim de öyle oldu.
Oligarşi`nin tuzağını MHP engellemiş oldu.
Rahatlıkla Ak Partili Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildi.
Gelecek yıllarda yeni krizler çıkmasın diye, Ak Parti, Cumhurbaşkanını doğrudan halk seçsin diye anayasa referandumuna gitti.
Halk, % 70`e yakın "Evet" oyu ile değişiklik kabul edildi.
Her türlü ihanete rağmen, her türlü ayak oyunlarına rağmen, her türlü tezgaha rağmen, 10 Ağustos 2014`te bu halk % 52 oyla Recep Tayyip Erdoğan`ı Cumhurbaşkanı seçti.
Cumhurbaşkanı seçildi seçilmesine ama, devlette çift başlı oldu.
İnat, karşı inadı doğurmuştu.
Ak Partili bir ismi Cumhurbaşkanı seçtirmemek için uğraşanlar, gayya kuyusuna düşmüşlerdi.
Eğer Cumhurbaşkanını halk seçecek ise, zittin sene oligarşinin adayı bu ülkede Cumhurbaşkanı seçilemezdi.
Tezgahla ortaya çıkardıkları aday dahi % 38 oy almıştı.
1982 Anayasası, Cumhurbaşkanına Başkanlık sisteminde dahi olmayan yetkileri vermiş.
Devletin başında hep EVRENGİLLER olacak ya.
Anayasa öyle dizayn edilmiş.
Birde Cumhurbaşkanını halk seçti.
Yürütme organının üzerinde yeni ve Anayasal güç oluştu.
Bunun yaratacağı sıkıntıları ifade eden en az 20 tane yazım var.
Şimdi sayın Devlet Bahçeli`nin ortaya attığı sıkıntılı durumu defaatle o zamanlar kaleme aldım.
Sıkıntı şimdi tam gözükmüyor.
Ak partili bir cumhurbaşkanı, yine Ak partili tek başına hükümet.
Yarın böyle olmayabilir.
Cumhurbaşkanı bir partiden, iktidar bir başka parti ya da partiden.
Türkiye, yaşanmaz bir hale gelir.
Bu sistemin mutlaka değişmesi gerekir.
Hem de çok acil olarak değişmeli.
Şunu açık ve net olarak belirteyim ki; benim İzzet Dönmez olarak benim "Başkanlık Sistemi" diye bir derdim yoktur.
Benim açımdan, olsa da olur, olmasa da olur.
Benim derdim mevcut haldir.
Bu hal asla yürümez.
Ülke için çok büyük tehlike ve tehdittir.
Bunu daha önce defaatle kaleme aldım.
Mevcut Anayasal yetkilerle, birde halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanı.
Birde üstelik "Sorumsuz".
Benim gördüğüm tehlikeyi Devlet Bahçeli`de görmüş.
Türkiye için iki yol var; ya yeniden parlamenter düzene dönülecek, cumhurbaşkanının yetkileri sembolik hale getirilecek.
Yürütme tamamen hükümete devredilecek.
Yani 1982 Anayasası tadil edilecek.
Yada kısmı Anayasa değişikliği ile Başkanlık sistemine geçilecektir.
Benim açımdan, her iki halde geçerlidir.
Yeter ki; mevcut durum değişsin.
Devlet Bahçeli`nin dediği de aynen budur.
Ben, kararımı baştan verdim.
Başkanlık referandumu için, eğer Ak Parti, sayı eksiğini parlamento`dan devşirme vekillerle sağlar ise; o referandumda kesinlikle "Hayır" oyu kullanacağım.
Bu fikrimi bütün yakın dostlarım bilir,
Şimdi sizlerde öğrendiniz.
Eğer Ak Parti, Parlamentoda ki partilerle anlaşarak referanduma gidecek sayıyı bulur ise; yani meşru yollarla halkoyuna gidilirse; oyum "evettir".
Yeryüzünde hiçbir siyasi rejim yüzde yüz kusursuz değildir.
Başkanlık sisteminin de parlamenter sisteminde kendine has kusurları vardır.
En kusurlu ve tehlikeli hal, şimdiki haldir.
Sayın Cumhurbaşkanı Anayasa`da olmayan yetkileri kullanmıyor.
Kullandığı tüm yetkiler Anayasa`da yazılı, ancak sistem çarpık.
Acilen değişmeli.
Halk, Anayasa değişikliği talebine "evet" te diyebilir, "hayır" da diyebilir.
Devlet Bahçeli biz "hayır" diyeceğiz diyor.
Niçin "Hayır" diyeceğimizi de millete açıklayacağız diyor.
Devlet adamlığı budur.
Kilidi açmak budur.
Milletin hakemliğine gidilecek.
MHP, bir doğru`ya daha imza atmış oluyor.