Yazan Sevim Ünal.
(Son Bölüm!)
Evet, nerede kalmıştık? Yayınevinin sahibi Messenger’dan kitabın sahibine ulaşmayı başarmıştı.
Pastanedeydik. Her şeyi yeniden analiz edelim derken cep telefonuma bir mesaj geldi. Yayınevi sahibi. ‘Merhaba’ diye yazmış, kendisini tanıtmış. Kitap kapağı üzerinde çalıştığını, fikrimi almak istediğini bildirmiş. Hemen yanıtlıyorum onu. Kapağın nasıl olması gerektiğini yazıyorum.
‘Olur’ diyor ‘Öyle yaparım’ itirazsız her yazdığımı kayda alıyor.
‘Sizi bana öneren ve aracı olan şahsı tanır mısınız’ diye yazıyorum. Olumlu yanıt veriyor. Uzun zamandır tanıdığı, sevdiği bir arkadaşıymış.
Bu yanıt beni biraz daha düşündürüyor.
Kalkıp çıkıyoruz mekandan. Hava kararmış. Eve vardığımızda yeniden mesajlar geliyor.
Aracı, kitap içeriğiyle ilgili bazı notlar gönderiyor. Düzeltilmesi için onayımı alıyor.
O sırada, yayınevinin sahibiyle Messenger’da tanıştığımı yazıyorum. Bir süre hiçbir şey yazmıyor. Sonra ‘ONUNLA GÖRÜŞME!’ cümlesi ekranda yansıyor.
Nedenini soruyorum.
‘Ben kitabınla ilgili her şeyle ilgileniyorum zaten diye açıklıyor.
Dışarıya bakıyorum. Deniz yarı karanlığa gömülmüş. Gökyüzünde dağılmış birkaç bulut var. Birkaç kuş limanın direklerinin üstüne tünemiş, başlarını kanatlarının altına almış uyuyorlar. Gemiler geçiyor. Denizin eskiye nazaran çok kalabalık olduğunu düşünüyorum. Uzaktan Adalara doğru, ardından köpükler bırakarak giden vapura takılıyor gözlerim. Eskilere dalmak istemiyorum. İçimde garip bir sızıyla uzaklaşıyorum panoramik pencereden.
Tekrar cep telefonuma dönüyorum. Yayınevinin sahibi kapakla ilgili düzeltmeleri yapmış. Aracı ise öneriler yazmış. Kapağı onaylıyorum. ‘Çok güzel oldu’ diye yazıyorum.
‘Beğendiğinize sevindim’ diye yazıyor yayınevinin sahibi.
Kibar bir kişi izlenimi bırakıyor bende. Daha sonra bu konuda yanılmadığımı anlıyorum.
Aracının önerilerine göz gezdiriyorum. ‘Kitapların basıldıktan sonra onları bana ver’ diye yazmış. ‘Ben senin adına bütün kitaplarını dağıtıp, parasını da alırım.
Yanlış mı okuyorum diye düşünüyorum. Şaşkınlıkla yeniden okuyorum. ‘Yani yanlış anlamanı istemem. Bizim Aktivist arkadaş var. O bu işleri çok iyi yapıyor. Satıştan gelecek toplamı biz gereken yere bağışlarız.’
‘Nerelere dağıtacak arkadaşın bu kitapları?’
‘Derneklere, bizim derneklerimize.’
‘Sizin dernekler derken?’
Uzun uzun derneklerle, dağıtımla, bağış yapılacak yerlerle ilgili yazıyor. ‘Senin de yapmak istediğin bu değil mi?’
‘Hayır, ne alaka?’ diye yazıyorum.
O sırada telefon çalıyor. Aracı yazmayı bırakıp telefonda konuşmak istiyor. Israrla ve gergin bir ses tonuyla kitapları ona bırakmam için ikna etmeye çalışıyor. Adamın tavırları, planları, hitap tarzı beni geriyor. Görüşmeyi sonlandırarak, onu bana öneren kişiyi arıyorum. Her şeyi tek tek anlatıyorum. Karşı taraftaki ses şaşkın fakat arkadaşının dolandırıcı olma ihtimaline sıcak bakmıyor.
‘Ben onunla konuşurum’ deyip kapatıyor telefonu.
Cep telefonunu bir kenara bırakıp, biraz kitap okuyorum.
Ertesi gün. Whatsapp’tan aracı dün yarattığı gerginliği gidermek istermiş gibi kibar cümleler oluşturmuş. Artık onunla kitap konusunda diyaloğa girmemeye özen gösteriyorum. Yayınevinin sahibi ile her şey düzgün ve seviyeli bir şekilde ilerliyor. Tabi aracı boş durmuyor. Bazen samimi mesajlar, bazen saçma öneriler dolu mesajlar göndermeye devam ediyor.
‘Yayınevine, seninle yaptığımız anlaşmayı bildirdin mi, benimle hangi şartlarda anlaştığını biliyorlar mı?’ diye yazdım.
‘Sen benimle dalga mı geçiyorsun?’ diye yanıtlıyor. ‘Sana daha kaç defa yazacağım kitabınla benim ilgilendiğimi?’ Ardından argo cümleler dizisi geçiyor ekranda.
Şöyle düşünüyordum. Yayınevinin sözleşmeden falan haberi yok. Aracı onlara uydurduğu senaryo ile işlerini ilerletmek istiyor. Ekrana yazdıkları düşüncemi destekler görünüyord.
‘Yayınevine daha önce anlaştığımız gibi yüz kitap vermek zorundasın. Fakat bu değişti, iki yüz kitaba çıkarttık.’
Bu yazdığı mesaj, içi dolu bir bardağa, taşması için damlamış olan son damlaydı. ‘Bana şart koşacak durumda değilsiniz, anlaşma yapıldı’ diye yazarak son verdim, cümlelerime.
Aracı yazmaya devam etti. Yazdıklarının hepsini kopyalayıp, dosyaladım. Artık bu adamın yayınevini dolandırmak için uğraştığına yüzde yüz emin olmuştum.
Yayınevinin sahibini arayıp her şeyi baştan sona anlattım. Şaşkınlıkla dinledi beni. Üzgün bir ses tonuyla ‘yakın arkadaşım, böyle bir şey neden yaptı anlamadım’ diye yanıtladı.
‘Bilmiyorum’ diyebildim.
‘Ben ilgilenirim, siz merak etmeyin. Kitaplarınız da yakında çıkar, size haber veririm’ dedi.
Aracı ile yayınevinin sahibi arasında geçenler de pek hoş diyaloglar değildi. Aracı işi iyice yüzsüzlüğe vurup, üstüne tehditler savurarak bir süre sonra ortalıktan yok oldu.
Tüm bu gelişmeleri, aracıyı bana öneren kişiye bildirdim. Yayınevinin sahibi ile de yakınen tanıştığımı söyledi. Aracının dolandırıcı olduğunu üzülerek kabullenmiş oldu. Kendisini oldukça suçlu hissediyordu. Ne yapıp yapıp aracının yaptığı çirkinlikleri ona ödetmek istiyordu.
Çok geçmeden kitaplar çıktı. Usulünce dağıtımı yapıldı.
Yayınevi sahibi hakkında yanılmadığımı yazmıştım. En azından bu konuda şanslıydım. Dürüst, kişilikli ve kibar bir insandı.
Bir çok gazeteye birlikte röportaj verdik, TV, radyo programlarına katıldık. Bu kitapla ne yapmak istediğimi benden daha çok sahiplenmiş ve anlatmıştı. Kitap düşündüğümüzden daha çok ilgi gördü.
Sonuç: Aracıyı önermiş kişinin desteğiyle, aracı köşeye sıkıştı.
Yayınevine giderek, yüz yüze bir görüşme gerçekleşti. Fakat kitabı mazeret olarak kullanıp kaç kişiden sponsorluk topladığı konusunda fir fikrimiz olmadı. O da bunu itiraf etmeye yanaşmadı.
Bu yazı dizisinde dolandırıcının adını vermedim. Çünkü az çok tanınmış bir sanatçı. Birçok arkadaşı onun ne olduğunu duydu.
O ise hem arkadaşlarından, hem de dostlarından oldu.
Yani bu şekilde cezasını buldu.
SON
08-02-2017
nlsevim@yahoo.com