Almanya'nın, bütün sınırlarında kontrollere başlayıp Şengen Anlaşması’nın ruhunu temsil eden serbest dolaşımı 6 ay süreyle askıya alması, Avrupa bütünleşmesi fikrine karşı atılan bir adım olarak görülüyor.
Prof. Dr. Kemal İnat
Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesidir.
İstanbul AA
Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal İnat, Almanya'nın başlattığı sınır kontrolleri uygulamasını ve bu uygulamanın AB için ne ifade ettiğini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Almanya, 2015'teki büyük mülteci akını sırasında bazı komşularıyla sınır kontrolleri başlatmıştı. Federal Hükümet bu uygulamayı 16 Eylül Pazartesi gününden itibaren bütün komşularını kapsayacak şekilde genişletti. Bu durum, gerek ülke içerisinde gerekse de Avrupa Birliği'nde (AB) önemli tartışmalara neden oldu.
AB'nin en büyük ekonomik gücü olan ve Birliğe yön veren Almanya'nın, Avrupa bütünleşmesinin en önemli sembollerinden biri olan "serbest dolaşım" uygulamasından vazgeçmesi bu tartışmaların odağındaydı. AB ülkeleri arasında vizesiz ve sınır kontrolleri olmadan gerçekleştirilen seyahat hem ekonomik hayata canlılık kazandırıyor hem de Avrupa’nın vatandaşlarına nasıl bir üst düzey güvenlik ve özgürlük alanı sağladığını sembolize ediyordu. AB'nin en önemli ülkesinin Birliğin önemli kazanımlarından biri olan serbest dolaşıma engel getirmesi akıllara bu durumun AB'nin geleceği açısından ne anlam ifade ettiği gibi soruları getiriyor. Bu tip sorulara cevap verebilmek için öncelikle Almanya’nın serbest dolaşımı kısıtlama konusunda tam olarak hangi adımları attığı ve neden bu şekilde davrandığı irdelenmelidir.
Almanya sınırda hangi kontrolleri gerçekleştiriyor?
Almanya'nın kontrollerinin sınırdan geçen bütün araçları ve kişileri kapsamadığını ifade etmek gerekir. Almanya Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser'ın de belirttiği gibi bu uygulamayla, "akıllı" ve "rastgele" kontrollerle insanları rahatsız edecek trafik oluşumuna sebebiyet vermeden "düzensiz göçün daha da azaltılması, kaçakçıların durdurulması ve suçluların engellenmesi" hedefleniyor.
Pazartesiden itibaren Belçika, Lüksemburg, Hollanda ve Danimarka sınırlarında kontroller başladı. Bu rotalardaki geçiş güzergahlarının fazlalığı ve günlük geçiş yapan araç sayısının çokluğu düşünüldüğünde, bütün yolların ve araçların kontrol edilmesinin teknik olarak çok zor olduğu görülüyor. Zira hem Almanya bu kontroller için görevlendirecek sayıda sınır polisine sahip değil hem de bütün araçların durdurulması çok büyük trafik sorununa yol açar. Bu sebeple, ilk uygulamaya dair aktarılan izlenimler, bütün geçiş yollarının kontrol edilmediği ve kontrol yapılan yollarda da sınırlı sayıda aracın durdurulduğu yönünde. Bu durumda, Almanya’nın bu çok konuşulan ve tartışılan sınır kontrolleri uygulamasının yalnızca "sembolik" bir uygulama olduğunu vurgulamak gerekir. Yani bu uygulama Nancy Faeser’ın ifade ettiği "düzensiz göçmenlerin, kaçakçıların ve suçluların engellenmesi" konusunda pek işe yaramayacak. Zira düzensiz göçmenler, kaçakçılar ve suçlular bir şekilde bu esnek uygulamayı atlatıp ülkeye girmenin yolunu bulacaklardır.
Hedef AfD seçmeni
Federal Hükümetin bu sembolik uygulamayla kime mesaj vermek istediğine gelince, uygulamanın hedef kitlesinin aşırı sağcı parti Almanya İçin Alternatif’in (AfD) yabancı düşmanı söylemlerine meyleden Alman seçmenler olduğu görülüyor. Eylül ayının başında Thüringen eyaletinde yapılan seçimlerde birinci, Saksonya eyaleti seçimlerinde de ikinci parti olan ve 22 Eylül’de yapılacak Brandenburg eyaleti seçimlerinde de birinci olması beklenen AfD, göçmen karşıtı ve İslamofobik söylemle bir rüzgar yakaladı. Bu rüzgar karşısında gerek federal hükümeti oluşturan koalisyon partilerinin gerekse de ana muhalefetteki Hıristiyan Birlik Partilerinin çaresiz kaldıkları ve AfD’nin argümanlarını sahiplenerek bu partiye kayan seçmenleri geri kazanmaya çalıştıkları görülüyor. Geçen ay sonunda Solingen kentinde terör örgütü DEAŞ’ın üstlendiği ve 3 kişinin hayatını kaybettiği bıçaklı saldırı da ülkedeki yabancı ve göçmen karşıtlığını artırdı. Bu sebeple, AfD’nin oylarını yükselttiği de hesaba katıldığında Almanya’daki merkez partilerdeki panik havası daha iyi anlaşılıyor.
AfD’nin söylemlerine uygun politikalarla partiyle mücadele etme stratejisinin çok yanlış olduğunu dile getiren siyasetçilerin sayısı da az değil. Buna rağmen, Almanya’daki koalisyon hükümeti AfD karşısında reaksiyoner bir politika izlemeye ve sınır kontrolleri meselesinde olduğu gibi AB’nin geleceği açısından oldukça negatif sonuçları olabilecek adımlar atmaya devam ediyor.
Avrupa için tehlike çanları çalıyor
AB'nin, Alman ve İtalyan faşizminin kıtada yol açtığı büyük felaketin ardından yeniden böyle bir yıkımın yaşanmasına neden olacak aşırılıkları reddeden "bir daha asla" sloganıyla kurulduğunu hatırlamak gerekir. AB'ye yön veren Almanya’nın bu sloganı unutarak AfD gibi aşırı sağcı bir partinin sloganlarına uygun politikalara yönelmesi Avrupa bütünleşmesi için tehlike çanlarının çaldığı anlamına geliyor.
Bu açıdan bakıldığında, "sembolik bir adım" olarak nitelendirilen Almanya’nın batı ve kuzey sınırlarındaki kontrolleri her kesim için farklı bir "sembolik" anlama sahip. AfD ve benzer söylemlere sahip siyasetçiler ve medya mensupları tarafından ülkedeki bütün olumsuzlukların müsebbibi ilan edilen göçmen ve mültecileri ciddi bir sorun olarak gören Alman seçmenin önemli bir kısmı bu adıma olumlu bir anlam yükleyecektir. Ancak seçmenin bunun için söz konusu politikaları savunan orijinal parti AfD yerine onun taklidi partilere oy verip vermeyeceği kuşkuludur.
Almanya’nın Avrupalı ortaklarının ve Avrupa halklarının Berlin'in sınır kontrolleri adımına yüklediği anlam ise kesinlikle olumsuz olacaktır. Almanya’daki hükümetin, bütün sınırlarında kontrollere başlayıp Şengen Anlaşması’nın ruhunu temsil eden serbest dolaşımı 6 ay süreyle askıya alması, AfD’ye karşı mücadele etmeye çalışırken partinin argümanlarının benimsenmesiyle Avrupa bütünleşmesi fikrine karşı atılan bir adım olarak görülüyor.