Yaklaşık bir yıl önce kurulan Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) yurtdışında yaşayan 6 milyon vatandaşımızın yıllardır beklediği bir kurum olma yolunda hızla ilerliyor. YTB Başkanı Kemal Yurtnaç Akit`e çarpıcı açıklamalarda bulundu:
Kurum, sıkı bir elemeyle alınan uzman personeliyle yurt dışında yaşayan insanımızın sorunlarına çözüm üretirken, aynı zamanda Türkiye’nin dış politikasının oluşumunda altyapı hazırlayan bir “düşünce kuruluşu” olarak çalışmayı hedefliyor. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanı Kemal Yurtnaç, kurumun faaliyet alanlarını ve hedeflerini Yeni Akit’e anlattı.
“YTB BÜROKRASİNİN DEĞİL, VATANDAŞLARIN ESERİ”
Öncelikle, böyle bir kuruma niçin ihtiyaç duyulduğunu anlatır mısınız?
22. Dönemi Yasama Meclisi’nde, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının tespiti amacıyla bir araştırma komisyonu kurulmuştu. Bu komisyonun hazırladığı rapor bize yol haritası oluşturdu. Dolayısıyla kurum, bürokrasinin bir teklifi neticesinde kurulmadı, vatandaşlarımızın sorunları çerçevesinde TBMM tarafından oluşturulan bir araştırma kaynaklık teşkil etti. Yurt dışında 155 ülkede 6 milyona yakın insanımız yaşıyor. Bu insanların bulundukları ülkedeki sorunlarını çözmelerine yardımcı olmak için çalışma yapıyoruz. Ayrımcılığa karşı onları korumak maksadıyla onların kimlikleri, bulundukları ülkelerdeki demokratik insan hakları ile ilgili çalışma yapıyoruz. Bakınız Azerbaycan’da, Gürcistan’da ve Hindistan’da bakanlık şeklinde hizmet veriliyor bu alanda. İtalya, Almanya, Fransa ve Amerika sivil toplum örgütleri kanlıyla yapıyor, İsrail’de bir bakanlık Yunanistan’da genel sekreterlik şeklinde işliyor. Bunu önemsemeyen başka bir ülke yok.
“GURBETÇİMİZ ARTIK SAHİPSİZ DEĞİL”
Bu dediklerinizi şuana kadar yapan başka kurumlar yok muydu?
Tabi ki devletin çeşitli kurumları kanalıyla verdiği hizmetler vardı, hala da var ve devam ediyor. Yalnızca işi yurtdışında yaşayan vatandaşlar olan ondan başka önceliği olmayan bir kurum kuruldu şu anda, temel farklılık burada. Bir de hizmetler yapılırken bunların öncelikle esasları dediğimiz plan ve politikaları oluşturulmalıdır. Bu kurum daha çok işin planlama koordine etme konularına bakacaktır. Biz burada politika üretmeyi amaçlayan bir kurumuz. Biz kol ve beyin gücünü birlikte hareket ettirmeye çalışacağız. Bizim görevimiz dış politika değil ancak, dış politikamıza ilave enstrümanlar ortaya koyarak, bu alandaki çalışmalara destek sağlamak için altyapı çalışmaları yapacağız. Başta da söylediğim gibi, Meclis araştırma komisyonu gitmiş sorunları tespit etmiş. Bu güzel bir çalışma. Ancak, “acaba yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız, yirmi sene sonra, otuz sene sonra hangi pozisyonda olacaklar, biz onları 50 yıl önce sahipsiz gönderdik, ama bu insanların gelecekteki durumu ne olacak. Devlet olarak onlara karşı ne gibi yükümlülüklerimiz var, ne gibi politikalar üretmemiz gerekiyor” diye bir çalışmaya rastlamadım. Şimdi o çalışmalar yürütülüyor.
“GÜNLÜK SORUNLAR İÇİN DEĞİL GELECEK İÇİN VARIZ”
Yurt dışında konsolosluklarda verilen hizmetler günlük vatandaş sorunları içindir. Hâlbuki vatandaşlarımızın orta ve uzun vadede yaşayabileceği veya gelebileceği konumları da planlamak gerekmektedir. Onlara ne tür destek vermemiz lazım, hangi alanda eğitmemiz lazım. Yurtdışındaki vatandaşlarımızın çocuklarının hangi alanda eğitim görmesi lazım ve yaşadıkları ülkelerin toplumsal süreçlerine nasıl katılması lazım şeklinde çok yönlü düşünüyoruz.
“İNSANIMIZIN OLDUĞU HERYER İLGİ ALANIMIZ”
Kurumunuzun teşkilat yapısı ile ilgili bilgi verebilir misiniz?
Teşkilatımızın üç ana görevi var: Birincisi yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız, ikincisi soydaş ve akraba topluluklar. Yani soydaş topluluklar; Orta Asya ve Türk dünyasında yaşayan topluluklar. Akraba topluluklar ise Balkanlar ve Kafkaslarda Osmanlı coğrafyasında birlikte yaşadığımız topluluklar. Üçüncüsü ise, yurt dışından Türkiye’ye gelen öğrenciler bizim görev alanımızda. Bunların her biri için politikaları belirlemek üzere üç tane üst kurulu oluşturduk. Yurtdışı Vatandaşlar Dairesi’nde ülke masaları vardır. Almanya, Fransa Hollanda gibi çok sayıda vatandaşımızın olduğu ülkeler için masalar oluşturuldu. Özel birimler oluşturduk. Ayrıca Orta Asya Masası, Balkanlar Masası gibi birimlerde var. Bu birimlerde ilgili ülke ve bölgenin dilini bilen uzmanlar çalışıyor.
“LOBİ GÜCÜ SAYI İLE DEĞİL, NİTELİKLE OLUR”
Kurumun Türkiye için lobi oluşturmak gibi bir amacı var mı?
Yurt dışına açık her kurumun kamu diplomasisiyle alakalı çalışmaları vardır. Dış dünyada kendimizi iyi ifade edemediğimiz, diaspora gücünü yeterince kullanamadığımız bir gerçektir. Bunu 24 Yıldan bu yana, devlet hizmetinde çalışan birisi olarak söylüyorum ve bunların bürokratik bakış açısından kaynaklandığına inanıyorum. Sivil toplum örgütleri ile çok daha içli - dışı olursak, kapasitelerini geliştirirsek ve dünyadaki eşdeğerleri gibi çalışan bir sivil toplum oluşturabilirsek onlara lobicilik alanında çok daha rahat bir ortamı tesis edeceğimize inanıyorum. Yurtdışındaki vatandaşlarımız eğer doğru bilgilendirilirler ve desteklenirlerse Türkiye’nin bir lobi gücüdür tabi. Sadece Türkiye için değil, her ülkenin yurt dışında yaşayan vatandaşları o ülke için lobi gücüdür. Ama bu lobi gücü, sayı ile değil, nitelik ile oluyor. Onların örgütlenmesiyle, karar mekanizmalarına etki edebilme gücüne erişebilmiş iseler lobiniz güçlü oluyor. Sayısal çoğunluğu siyasal çoğunluğa dönüştüremiyorsanız çok anlam ifade etmiyor, sadece birey olarak bir anlam ifade eder ancak bir baskı unsuru olmaz. Vatandaşlarımız gittikleri ülkenin vatandaşı olur, oy hakkına sahip olursa, kendileri ile ilgili konularda partileri yönlendirebilirler. Karar alma süreçlerinde aktif olarak kendi menfaatleri için çalışma yapabilirler.
Biz sadece onların oy verme haklarını alabilmeleri, bulundukları ülkede insani haklarını kullanmaları için kendilerine yardımcı olabiliriz. Bunlar, onların rahat yaşamaları için bir sebeptir.
“50. YILDA SORUNLARI BERLİN’DE MASAYA YATIRACAĞIZ”
Özellikle Almanya, çok sayıda vatandaşımız olması nedeniyle sizin görev alanınız için de önemli bir ülke. Almanya’daki vatandaşlarımızın başlıca sorunları nelerdir?
Avrupa genelinde 4 milyon vatandaşımız var ve bunların 2 milyon 800 bini Almanya’da. Dolayısıyla Almanya’daki vatandaşlarımızın sorunları çözüldüğünde büyük bölümünü de çözmüş oluruz. Bu yıl, Türk işçilerin çalışmak için Almanya’ya ilk gidişlerinin 50. yılı. Bu vesileyle Kasım ayında Berlin’de sayın Başbakanımızın da katılımı ile bir sempozyum düzenliyoruz. Sempozyumla amaç orada yaşayan insanımızın sorunlarını dile getirmek. Burada Almanların vatandaşlarımızdan beklentilerini de oturup bir zeminde tartışmak istiyoruz. Benzer bir sempozyumu Ankara’da 2009 yılında gerçekleştirmiştik. Berlin’deki Sempozyuma bilim adamları katılacak, ikinci günkü oturumda sivil toplum örgütlerini de dinleyeceğiz. Almanya’daki vatandaşlarımızın pek çok sorunu var tabi. Anadilin öğrenilmesi, aile birleşimi, vize, iş hayatında ayrımcılık gibi, tüm bunları Berlin’deki sempozyumda ele alacağız.
“ONLAR DA BİZİM VATANDAŞIMIZA SAYGILI OLACAK”
Yurtdışındaki vatandaşlarımıza, uğradıkları haksızlıklar karşısında nasıl yardımcı oluyorsunuz?
Vatandaşlarımızı haklarını kullanmak açısından kanunların el verdiği oranda onlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Demokratik toplumda en önemli şey örgütlü olmaktır. Örgütlü olarak bunlara karşı çıkarsalar, bunları bu konuda hukuki manada desteklenebilir, kamuoyunda dile getirilebilir. Vatandaşı bu konuda bilinçli hale getireceğiz. Örneğin bir polis tokat attı, “hadi boş ver” yok böyle bir şey. Türkiye’de bir yabancıya böyle muamele edilmiyorsa o ülkelere giden bizim vatandaşlarımıza da kimse o şekilde muamelede bulunamaz. Hele Batılı ülkeler belli normları koymuş ülkeler ise bunlar bu insan haklarından sorumludurlar. Bırakın vurmayı, yüzünü bile ekşitmeyecek, biz burada Almanlara nasıl davranıyorsak onlar da o şeklide davranacak. Böyle kötü bir uygulama var ise bunun da karşısında olacak. Bunun için orada büro açmamıza gerek yok. Devletin yeterince kurumu var dışarıda, biz burada planlama yaparken sivil toplum örgütleri bizim irtibat noktamız oluyorlar.
“ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK YANLIŞSA NİÇİN YABANCI İŞÇİ ALDILAR”
Almanya’da özellikle Angela Merkel’in “Çok kültürlülük başarısız oldu” şeklindeki sözünün ardından benzer söylemler diğer Avrupa ülkelerinden de geldi. Bu görüşü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok kültürlülük imparatorlukların bir özelliğidir. Farklı kültürlere saygı, o ülkeyi büyütür ve zenginleştirir. Ancak maalesef bazı ülkeler hala dar ulus devlet zihniyeti ile hareket ediyorlar. Madem öyle, bazı ülkeler O zaman İkinci Dünya Savaşı sonrası sorunlarını kendisi çözseydi ya, neden dışarıdan işçi kabul etti. Avrupa’daki Türklerin bulundukları ülkeye uyum sağlayamadıkları iddiası haksız bir iddiadır. Uyum demek kimliğini, kültürünü bırakmak demek değildir. Yaşanılan ülkenin kurallarına uymak, saygı duymak, destek olmaktır. Uyumsuzluk iddiasını malum sebeplerle sadece bazı ülkeler çeşitli siyasi kaygılarla bunu kullanıyorlar.
“AVRUPA KRİZİN ACISINI YABANCILARDAN ÇIKARIYOR”
Buradaki asıl sorun şu: Avrupa’da ekonomik istikrarın bozulmaya başlandığı zamanlarda, bu tür düşünceler; ırkçılık, ayrımcılık ve şiddet hareketleri öne çıkıyor..Yaşlanan bir nüfus var Avrupa’da. Bu nüfusun sosyal güvenlik harcamaları artıyor. Arttıkça da ekonomi bozuluyor. Ekonomik sorunların baş gösterdiği, işsizliğin arttığı durumlarda ilk hesaba çekilecek kişiler, günah keçileri dışarıdan gelmiş insanlardır. Hâlbuki bu insanlar yine o ülkelerin zor günlerinde canla başla çalıştılar. Vefayı sadece bir semt adı olarak bilmemek gerek, vefa hem kişilerin hem de toplumların asaletidir.
“AVRUPA’DA BİR VAKİT EZAN SESİ DUYAMIYORUZ”
Özellikle Norveç’te İslam düşmanı Breivik’in yaptıklarının ardından Avrupa ülkelerinde yabancı düşmanlığının son derece ciddi bir hal aldığı görülüyor. Avrupa bu duruma nasıl geldi?
Türkiye son yıllarda özellikle yabancılara yönelik dini ve kültürel haklar konusunda önemli adımlar attı. Batı’da ise bunun tam tersi bir durum görüyoruz. Biz Sümela Manastırı’nı, Akdamar’ı açtık, herkes geliyor. Bizde çan sesi eksik olmazken, Avrupa’da bir vakit ezan sesi duyamıyoruz. Onlar bu tavırlarını sürdürse de bizler içimizde bizle farklı olan kültürlere dün olduğu gibi bugün de saygı duyup değer vereceğiz.. Avrupa’da hâkim olan nihayetinde Hıristiyan kültürüdür. Hıristiyan kültürünün bulunduğu bir yere, sadece şekil olsun diye oradaki Müslümanlar her tarafına cami yapacak değil. Sadece ihtiyaç duyulan yerlere yapılacaktır. İnanan insanlar bina peşinde değil, sadece inançlarının gereğini yerine getirebilecekleri asgari yapılara ve kültürel değerlerine insan hakları bağlamında saygı duyan yönetimlere ihtiyaçları vardır.
“AVRUPA MÜSLÜMANLARLA İLGİLİ ALGISINI DÜZELTMELİ”
Bu manada, bir şehirde bir tane cami var ise ve bizim ülkemizde kilisenin çanları rahatça çalınıyorsa, müsaade edin de orada da bir vakit olsun ezan okunsun. Ezanın nihayetinde musikiye yansıyan bir tarafı da var. Güzel okunan bir ezan herkese huzur verir. Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki problem buralardan başlıyor. Avrupalıların Türklere ve Müslümanlara yönelik algılarının değişmesi lazım, eğer tehdit olarak algılamaya devam edilirse bu yanlıştır. Bunun düzeltilmesi lazım. Bu çalışmalarla bilimsel tarzda ortaya konulur ve gereken yapılır.
“İSLAM DÜNYASININ ACILARI BİZİM ACILARIMIZ”
Arap dünyasına gelirsek, son zamanda Türkiye’ye artan bir ilgi görüyoruz. Örneğin Suriye’de pek çok kişi kendisinin Türkiye kökenli olduğunu söylüyor. Bu ilgi neden?
Bir toplumda birileri sivriliyorsa herkes o sivrilen kişinin yanında olmak ister. Türkiye de bölgesinde yükseliyor ve herkes onun yanında olmak istiyor. Mesele soy - sop değil, kültürel bağlılık bize yeter. Ülkelerin coğrafi sınırlarına hiçbir şey demiyoruz, ama o kültürel bağlılığın hiçbir sınırı yoktur. Aynı dine inanıyorsun, aynı kültüre aitsin. Filistin bizim de derdimiz, Irak’ta yaşanan dram bizim de dramımız, Suriye’deki sorun bizim de sorunumuz. Libya da aynı şekilde, kayıtsız kalmamak gerek..
“MÜDERRİS YETİŞTİREN BATUM EZANA HASRET”
Osmanlı döneminde babamın dedesi Batum’da müderris olmuş ve müderris olarak İstanbul’a, II. Abdülhamit’in sarayına gelmiş. O Batum’da insanlar bugün ezan okuyan birisini gördüklerinde hocam diye eline sarılıyor. Yüz dolarla din değiştirmeye zorlanıyor. Devlette görev almanın yolu, ismini Hıristiyan ismi yapmaktan geçiyor. Bu tarz hareketler nerede yapılırsa yapılsın yanlıştır. Hiç bir din veya düşünce sistemi bir başka düşünceyi mahkûm etmek üzerine kurulmamıştır. Bunlar basit anlayışların ürünüdür. Bizim ecdadımız bunları bırakınız yapmayı, aklından geçirmeyi bile düşünmemiştir. Biz de böyle bir ecdadın torunları olarak kucaklayarak yaşamalıyız, çevremizde yaşanan haksızlıklara bu açıdan bigâne kalmamak lazım.