Haberin yayım tarihi
2008-02-21
Haberin bulunduğu kategoriler

Bir öğretmenin feryadı, canım yanıyor…

Şükürler olsun…

Kart tatilinde öğrencilerini birkaç gün göremediği için onları özleyen, ah ne olacak bu çocukların hali diye sancı çeken eğitimcilerimiz var.

Okulların sömestr tatiline girdiği gün, kimi hocaların not verme tarzını eleştiren "Profesörü cepten çıkaran boyacı" başlıklı bir yazı kaleme almıştık. Eğitim camiasına mensup okuyucularımızdan yazıda verilmeye çalışılan mesajı teyit eden çok sayıda e-mail aldım. Bu yazıyı ikinci sömestrinin başladığı gün yazmak istedimse de, gündem izin vermedi. Daha da geciksin istemedim. Bugün onlardan sadece birini, genç bir bayan öğretmenden gelen e-maili sizlerle paylaşmak istiyorum.

 "Herkesin şikâyetçi olduğu yeni neslin derslerine giriyorum haftada 25 saat. Benim ilköğretim ve lise seviyesinde öğrencilerim var. Genelde İngilizce öğretmenleri olarak biz diğer öğretmenlere nazaran biraz daha çabuk fark ediliriz bir ortamda. Branşımız gereği bir yönümüz sürekli batıya dönük olsa da, özüme, tarihime, dilime, değerlerime bağlı biri olmaya çalışıyorum. En basiti ewet yazmıyorum, görünce tepem atıyor. Slm yazan öğrencilerime bunun doğru olmadığını hatırlatıyorum.

Çünkü insanın insan olması için önce özünü sevmesi ve bilmesi gerektiğini öğrendim dedemden. Demek istediğim yeni nesil hakikaten tuhaf. Konuştukları Türkçeye şaşırıyorum. Batı hayranlıklarına, giyimlerine, dinledikleri müziklere, birbirleriyle iletişim şekillerine, aileleriyle konuşma tarzlarına… İnanın üzülüyorum…

İlkokul 3. sınıf öğrencilerimin yarısından fazlası köşe kapmaca - mendil kapmaca -sek sek gibi oyunlar yerine teneffüste rap gurupları kurup tuhaf hareketlerle dans ediyorlar. Canım acıyor onları odamın camından izlerken. Dayanamıyorum inip bahçeye tutuyorum ellerinden "kutu kutu" pense oynatıyorum. Müdür Bey'i bile çağırdım bir gün… İnanın çok güzeldi, çookkk...

 Demem o ki, suç belki biraz bizde, biraz ailelerde… Nereye yönlendirirsek oraya yönelebiliyor çocuklar. Önce sevgi ile başlıyor her şey. Bu üniversitede de böyle, ilkokulda da, lisede de… Düşük not vermekle, en şahane ceza tekniklerini bulup çocukları püskürtmekle ideal öğretmen olunmuyor. Ya da bilginin temelleri atılmadan ezberci bir yöntemle öğrencilerin iyi not almalarını sağlayıp sınıf seviyesini yüksek gösterince (veliye ve idareye karşı şov amaçlı) iyi öğretmen olunmuyor.

 Fikrimce, ideali olmayan bir çocuğa ne kadar bilgi yüklerseniz yükleyin, sonucu hep hüsrandır. İnsanlar idealleri olursa bilgiyi onu gerçekleştirmek için kullanır ve topluma faydalı olur. Bilgi paylaştıkça çoğalır.

Öğrenciler ne olmak istiyorlar?

Öğrencilerime hedeflerini sorduğumda ya araba galericisi olmak istiyorlar (ne tür bir meslekse artık) ya futbolcu, ya şarkıcı, ya dansçı ya da oyuncu. Bu cevaplarda medyanın etkisi yadsınamaz. Canım her defasında acıyor, yaptığım anketlerin sonuçları böyle gelince.
Aralarında o kadar az kişi doktor, öğretmen, mühendis, mimar, müzisyen, gazeteci, yazar, şair olmak istiyor ki… Sonra şunu düşünüyorum. Kaç öğretmen hakikaten idealleri uğruna bu mesleği seçmiş? Genel olarak devlet okulları öğretmenleri dersleri öğlene kadar olduğu için, 3 ay yaz tatili, 15 gün sömestr tatili, bayram tatili, kar tatili gibi avantajlardan dolayı seçiyor öğretmenliği…

Nihayetinde şu sonuç çıkıyor: İdealist öğretmenlerimiz kaç tane? Kaç kişi okula her sabah aşkla geliyor. Her gün sınıfa girerken kalbi çarpıyor? Kaç öğretmen bir hafta geçmiş olmasına rağmen öğrencilerini özlüyor?

Bilemiyorum bunları neden size yazıyorum ama şu an 95 aday öğretmenle staj kursu alıyorum ve çoğu derslerden kaçmak için bahane arıyor… (ki, bu öğretmenlik eğitimi…) Bunu almazsak yeterli bilgi ve donanıma sahip olamayız... Çoğunun daha ilk yılı öğretmenlikte…
 Umarım idealist öğretmenlerin sayısı çoğalır. Çünkü 68 kuşağının son kalıntıları var üst kademelerde. Artık sıra 75–80 kuşağına geldi ve 15 sene sonra yeni nesil dediklerimiz çıkacak sahaya. Hangi mesleği seçerseniz seçin, illa bir öğretmene ihtiyacınız var…

Annem her ne kadar doktor olayım diye uğraştıysa da ben öğretmen olduğum için mutluyum. Öğretmenler ve din görevlileri milletin beşikten büyüyene kadar karşılaştıkları ve güvenip inandıkları insanlar.

İngilizce öğretmeni olmasaydım ya tarih öğretmeni olurdum ya da rehber öğretmen. Ben öğrencilerimin bastıkları yerleri toprak diyerek geçmesinler –tanısınlar- istiyorum. Elimde olsa klasik her sene yapılan 1 günlük Topkapı Sarayı gezisini bir haftaya çıkarırdım. Her taşın hikâyesini ayrı ayrı anlatırdım onlara. Yapılacak o kadar çok şey var ki aslında…
 
Lise düzeyindeki öğrencilerin derslerine girdiğimde temellerinin olmadığını, çünkü hayatı umursamadıklarını gördüm... Okula farklı amaçla gelip, akşam eve döndüklerinde her biri birbirinden ünlü marka çantalarını tenezzül edip açmadıkları için bir önceki gece koydukları yerden alıp okula geri getirdiklerine şahit oluyorum.. Ama saçları için 25 dakika aynanın karşısında geçer... kahvaltı soğur… servis bekler… servis okula geç kalır… veya servis basıp gider… baba okula bırakmak zorunda kalır... baba işe geç kalır... çocuk okula geç kalır… çocuk geç kağıdı almak zorunda kalır…

Öğrencileri özlemek…

Ne kadar özledim bilemezsiniz 10 gün içinde mimar olmak isteyen tek öğrencim 4. sınıftan (Y. E.'yi) Ama harfleri bile henüz düzgün yapamıyor. Arka sırada oturup spider-man kalemiyle oynayarak hayal kurar. Dersin ortasında "Öğretmenim, ben acıktım, kantine bir koşu inip çubuk kraker alsam ne olur?" diye sorar... istisnasız her ders. Ben de cebimde ona hep bir şeyler bulundururum. Susturucu şeker olur genelde.

 Özlüyor olmalısınız tebeşir kokusunu. Hep böyle bir betimleme yapılır ya, çoğu okulda beyaz tahta var artık, ama bizim okul ısrarla tozsuz tebeşir kullandırıyor. Ben şahsen seviyorum. Biraz geri kafalıyım. Beyaz tahtalar ve boya kalemleri biraz garip geliyor. Hem sonra hararetle ders anlatırken tebeşir kırılmazsa, çocuklar gülmezse, tebeşir gıcırdayınca "Hocam yaaaaaaa" diye vızırdamazlarsa ne anlamı kalıyor ki öğretmenliğin.

 Şimdi de akıllı tahta var. Ne yazık ki özel okullar öğrenci çekmek için her sınıfa bunlardan koymaya çalışıyor. Mutlaka bilirsiniz. Teknolojiye karşı değilim ama hocam düşünsenize… Bilgisayardan yazıyorsunuz ya da tahtaya kalemle yazıyorsunuz. – yazdır - tuşuna basıyorsunuz. Tak tak öğrenci adedince düz yazınız bile word dosyası halince istediğiniz yazı karakteriyle basılıyor ve öğrencilerinize dağıtıyorsunuz. Onlar turist gibi oturuyor. Hazır lokma önlerine geliyor… emeksiz... parmakları yazı yazmaktan çukur olmadan… Yani faydası da var teknolojinin, körleştirici yönü de…

O zaman ne anlamı kalır harita metod defterlerin, okul başlamadan alınan etiketlerin, defter kaplarının… aynı kapla aynı dersin hem defterini hem kitabı kaplamanın…

Özlediğim tablo…

Annemin babamla karşılıklı oturup defterlerimizi kaplarken yanlarında durup etiketlerimizi bizzat yapıştırmak için beklemenin tadını nasıl unuturum ben… Ama benim çocuklarımın defter kapları ya barbi ya da spider-man resimleriyle süslü üstelik hazır. Bir defter bitince diğer deftere takılıyor… Her şey çok fazla kolaylaştı. Bu kadar kolaylık beni bazen korkutuyor.

Benim sevgili çocuklarım gezmek yerine internette surf!! yapmayı tercih ediyorlar… Velilere eskiden odalara bilgisayar koymayın diye rica ederken şimdi plazma tv koymayın diye yalvarıyoruz. Evet, ilköğretim talebesinin odasında internet bağlantılı bilgisayar, plazma tv… daha ne olsun hocam… bu çocuk niye sokağa çıksın ki?

Benim uykularım kaçıyor. Bir şeyleri değiştirmek için çırpınıyorum… Çırpınacağım da... Ama kafamı en çok şu kurcalıyor… Meslektaşlarıma nasıl bu aşkı geri kazandırırım?

Ne zaman okul içinde yeni etkiliğe girişsem, "aamannn hocam… dersini ver çık… değmez gerçekten, ülkeyi sen mi kurtaracaksın" cümlesini duymaktan o kadar çok sıkıldım ki… Ve bir de yeni iş çıkarıyorum diye kızıyorlar... tabi öğrencileriyle ilgilenmek bir çoğu için iş… sadece iş…

Siz de sınıfa bakar mıydınız bazen acaba ne olacak bunlar diye, sonunda oldular mı hocam?.. Acaba benimkiler ne olacak? Acaba Hasan BMW galerisi açıp söylediği gibi bana araba hediye edecek mi? J Acaba Sevde, moda tasarımcılığı yaparken bir yandan söylediği gibi hıfzını tamamlayıp ileride başkalarına da bu yolu açacak mı?

Çocuklar öğretmen olarak ellerimizde… nereye yönlendirirsek oraya gidiyor… İstersek hayat oyununu onlara başlangıç adımlarını sağlam taktiklerle attırarak biz kazandırabiliriz.

İstersek baştan kaybettirebiliriz.

Ama ben şunu anladım, canım vatanımda önce büyükleri bilinçlendirmek lazım…"
İşte genç öğretmenimizin bize gönderdiği satırlar böyle…

Eğer gönderirlerse meslektaşlarımızın bizimle paylaşmak istedikleri tecrübelerini okuyabiliriz.

Yazar:Osman Özsoy 
www.osmanozsoy.com 
 

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.