İnsan kurduğu veya alıştığı düzeni, her ne kadar düzensiz de olsa, terkedemiyor kolay kolay.
Ve dönüp duruyor bir girdabın içindeymiş gibi, az sonra mucizevi şekilde içine uzanacak bir el tarafından çekip çıkartılacakmış gibi. Kaplumbağaya her ne kadar vücudu ağır gelsede, mecbur onu sırtında taşımaya, onsuz korumasız kalacağından dolayı. Bir kabuk gibi taşıyoruz düzensizliğimizi üstümüzde.
Hayatın akışına kapılıp gidiyoruz, nerde kıyıya vuracağımızı bilmeden. Akarken de akıntıya karşı direnen ve ona karşı atlayarak, kafa tutan, direnen balıklara gıpta ile bakıyoruz. Ne kadar yürekliler, ne kadar gözlerini karartmışlar diye. Akıntının sonunda son var, akıntın sonunda uçurum veya deniz, uçsuz bucaksız umman. O ummanda toplanacağız bir gün hepimiz, orası kesin, ama nerelerden nasıl akıpta gittiğimiz kayıta değer olan.
İnsan sudur aslında, bir membâdan çıkar, toplanır, eklenir, parçalanır, birikir, tekrar birleşir, sürekli yolculuk eder, akar da akar, bir zaman sonra yatağını bulur, bir düzene uyar yani, kolay kolay ayrılmaz oradan, evrilir, kıvrılır ve sonunda menziline varır.
Bazen çevrilir yolundan, dünyevî işlerde kullanılır. O durulmaz halinden çıkarılır, bir kaba, tencereye konulur, kaynatılır, buhar olur. Buna suyun aşkı derler, hakiki aşk, öyle olmasa rahmet olarak geri inermiydi su yeryüzüne?
Bazen feda eder kendini su, varlığından vazgeçer başkasına can olsun diye, bağ bahçe sulandığı zaman. Can dediğin emanet bu diyarda, onlarda emaneti teslim eder sonunda. Ve su tekrar benliğine döner.
Su, ne kadar dağılsada, sonunda varacağı yere varacaktır. Giderken o yere, kime can olabilir, kime faydası dokunur, ve giderken başka hangi sularla birleşebilir ona bakmalı.
Bu yüzden su gibi aziz ol deriz. Su gibi aziz olmamız dileğiyle.
Esen kalın
Ufuk Demirsoy