Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkileri beklenen Sarkozy etkisi ve küresel ekonomik kriz nedeniyle giderek soğudu. Türkiye'de görülen iki dava ve terör olayları bu yavaşlamaya katkı yaptı. Ancak Türkiye'nin AB üyeliği kesintiye ya da duraksamaya müsait olmayan, durmadan gelişmesi ve beslenmesi gereken bir ilişkidir. Zaten bu gereklilik AB'nin kendi doğasından kaynaklanmaktadır. Her halükarda gizlenemeyecek bu gerçeklik ancak ve ancak sivil toplumun çakacağı kıvılcım ile her iki tarafın uyandırılması ile tekrar canlandırılabilecektir.
Son bir yılda gerek AB içinde gerekse Türkiye'de ve hatta dünya çapında yaşanan gelişmeler tabiri caizse herkesi kendi derdine mahkum etti. AB başarısız bir anayasa denemesinin ardından referandum krizi ve ufuktan yoksun De Gaul mantığında bir dönem başkanlığıyla kendi içinde bezgin bir yapıya büründü. Türkiye'de medyanın da etkisiyle gündemden inmeyen kapatma ve çeteleşme davaları yanında terör saldırıları ülkenin gündemini kilitledi. Her iki durumda da AB – Türkiye ilişkileri öncelikler sıralamasında hayli gerilere düştü. Tam bu ortamda artan petrol fiyatları ve üstüne gelen küresel ekonomik kriz daralma etkisi ile bu ilişkiyi iyiden iyiye unutturdu.
AB kendi ortak politikaları çerçevesinde üye devletlerin imkanlarına yönelirken Türkiye yeni alternatif arayışlarını arttırdı. Afrika, Asya ve Arap ülkelerine yöneldi. Ancak bu durum her ne kadar, Türkiye'nin ve Avrupa Birliği'nin zorunluluklarından kaynaklanıyor da olsa her ikisinin de birbirine yönelerek elde edeceklerini kaybetmeleri anlamına gelmektedir. Gerek Türkiye gerekse AB siyasi ve ekonomik yakınlaşma ve tam üyelik imkanına yoğunlaşmaları halinde ihtiyaçları olan fırsatları uzakta aramak yerine elinin altında bulacaktır.
Avrupa 27 üye ülke arasında sınırları kaldırarak ya da kolaylaştırarak yeni Avrupa ırkını oluşturmaya başladı. Ülkeler arasında kaynaşan halklar, uzun vadede büyük bir Avrupa'nın kurulduğunun habercisi olarak görülebilir. Bu kaynaşma eski Avrupa denen Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa gibi ülkelerde beraberinde getirdiği sıkıntılara rağmen yeni bir hareketlilik doğurmuş durumda. Bu konjonktür AB'yi şimdilik tatmin eder görünmektedir. Soğumuş bir Avrupa – Türkiye ilişkisi böylesi bir iç yapının da etkisiyle ihtiyaç olmaktan çıkmış gereksiz bir gönül eğlencesi izlenimi vermektedir.
Türkiye'de de durum farklı değildir. Dış ticaretin özendirilmesi yerine yabancı sermaye beklentisi yükseltilmiş, üretim ve genişletilebilir bir AB pazarı adeta unutulmuştur. Hatta ve hatta bir kaç STK dışında AB ile yürütülen ortak pazar ilişkisinden kaynaklanan haksız rekabet ve sömürüye varan sistemin revizyonu talep dahi edilmemiştir.
Fakat AB – Türkiye ilişkileri bu dar düşüncelere göre sınırlanamayacak kadar ehemmiyetli ve uzun vadeli bir ilişkidir. Dünya'da aktif bir rol oynamak isteyen AB, Türkiye gerçeğini unutmamalıdır. Ancak yukarıda bahsettiğimiz ve benzer nedenlerle AB Türkiye'nin kendisine katabileceklerini kulakardı etmektedir. Türkiye'nin tam üyeliğiyle elde edilecek kazanımlar AB otoritelerine, medyasına, akademik camiaya ve halklarına iyi anlatılmalıdır.
Aynı şekilde Türkiye'de bu bilgilendirme ve uyandırma hareketinin diğer arazisi olmalıdır. Türk karar mekanizmaları başta olmak üzere ekonomik çevreler, akademik çevreler ve halka ilişkinin önemi götürülmelidir. AB'ye tam üyelik ile elde edilebilecek kazanımlar her yönüyle her kesime öğretilmelidir.
Örneğin global krizle daralan Avrupa ekonomisi sonunda Çin yerine Türkiye'ye yönelmiştir. Türkiye bu fırsatı krizin yönetilmesi sayesinde kazanca çevirebilecektir. Aynı şekilde artan akaryakıt fiyatları nedeniyle AB, yenilenebilir enerji kaynakları ve bu kaynakların her alanda kullanılır hale getirilmesi konusunda adeta devrim yapmaya çabalıyor. Bu çalışmalar rüzgar ve güneş ülkesi Türkiye tarafından benimsenmeli ve bu teknolojilere ortak olunarak günün yakalanması sağlanabilmelidir. Erasmus gibi çok önemli olan, gençlerin ülkeler arası yer değiştirerek eğitim yapması yoluyla kişisel gelişimi bu sayede de girişimciliği ve yeniliği hedefleyen bir Avrupa ile çaresizlik kıskacındaki Türk gençliği buluşturulmalıdır. Bu neviden örnekler çoğaltılabilmektedir.
Peki bunca bilgilendirme ve siyasi otoritelerin harekete geçirilmesi hangi yolla sağlanacaktır ? Tabi ki sivil toplum… Siyasi otoritelerin ya da resmi makamların açamayacakları kapıları açar hale gelen sivil toplum çalışmaları Türkiye ve AB ilişkisinde en önemli aktör durumundadır. Devletlere ve halklara karşı beslenen önyargıları kırmak ve uzun vadede büyük Avrupa'nın imarında söz sahibi olmak için sivil toplum kuruluşlarına çok iş düşmektedir. Bu çalışmalar mali hibe amaçlı sınırlı projeler yapmakla kalmayıp kamuoyu oluşturma hedefini de gütmelidir.
Gelinen durumda hayli zayıflamış ve gözden, gönülden uzak hale gelen AB – Türkiye ilişkisi, her iki tarafta da yapılacak sivil nitelikli çalışmalarla yeniden canlandırılmalıdır. Dikkat ve kaynak kaybına yol açan çeşit arayışları yerine yıllardır sarfedilen çabanın sonuçlandırılası hedeflenmelidir. Bu konuda Türkiye'de ve Avrupa'da bulunan sivil kuruluşlarının, dernek ve federasyonların, Türkiye'nin tam üyeliği ve bu üyelikten elde edilecek iki yönlü kazanımları araştırarak kamuoyuna sunmaları gerekmektedir.
Böyle bir hareketlenmenin Fransa dönem başkanlığının sona ermesiye başlaması da gayet anlamlı olacaktır. Bu bakımdan 2009 yılı ilişkinin yönünün değiştiği yıl olmalıdır. Nitekim İngiltere'nin AB üyelik serüveni hatırlanarak Sarkozy'nin Fransa'da iktidardan inişi, tam üyeliğin psikolojik tarihi olacak şekilde kamuoyu oluşturulmalıdır. Sarkozy'nin izinden gittiği, « Fransa'nın AB'si » fikrine odaklanmış De Gaule'ün iki kez reddettiği İngiltere, bu red sürecinde, AB içinde o dönemde ortaya çıkan De Gaule nefretini kendi lehine çevirmiş ve onun ölümünün ardından tam üyeliğe Fransa dahil tüm AB ülkelerini ikna etmiştir. Türkiye de AB içinde yükselen Sarkozy nefretini kendi lehine çevirmeli, onun gidişini aynı şekilde tam üyelik miladı haline getirebilmelidir.
Bu açıdan 2009 yılında tüm sivil toplum kuruluşlarını AB- Türkiye ilişkisinde aktif rol oynamaya ve geleceğin Avrupa'sının imarında ve kazanımlarının paylaşılmasında söz sahibi olmaya davet ediyoruz.
Mustafa Ulusoy
Brüksel Üniversitesi
Avrupa Akademik Çalışmalar Merkezi