Irkçılık yalnızca içinde yaşadığımız toplumun değil, tüm Avrupa’nın gündeminde olan ve 21. Yüzyılın kronik hastalığına dönüşen bir konudur. Bu konuda Resulullah (s.a.v.) bir hadiste buyuruyor ki: „İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir.”
Çoğulculuk ve çeşitliliği öne çıkaran anayasamızın özgürlükçü demokratik temel düzenine rağmen yabancılara saldırılar ve ayrımcılık gibi konular zaman zaman gündemi meşgul ediyor. Irkçılık, antisemitizm ve islamofobi, yani Müslümanlara karşı ırkçılık günümüzün kötülükleri ve fenalıklarıdır. Bazı grupların ırkçılıkları ise bir çok zaman ibadethanelere yönelik saldırı boyutuna kadar ulaşabilmektedir. Irkçılık fenomeni geçmiş zamanlarda olduğu gibi günümüzde de birçok farklı kılıfa bürünerek karşımıza çıkabiliyor. İslam düşmanlığı, aşırı sağcı akımların güçlenmesi ve desteklenmesi, yabancı düşmanlığının artması Avrupa’nın birçok ülkesinde gündemin baş sıralarında yer alan, ırkçılığın sadece birkaç çeşididir. Medyada aşırı sağcı partilerin seçim zaferlerini okur olduk; son olarak Macaristan’daki genel seçimlerde ve Fransa’daki yerel seçimlerde aşırı sağcı partilerin seçimlerden zaferle çıktığını gördük. İster istemez şu soruyu kendimize sormamız gerekiyor: Irkçılık Avrupa’da revaçta mı?
Yalnızca Müslümanları değil, tüm Avrupa’da yaşayan insanları artan ayrımcılık, ırkçılık endişelendirmelidir ve karşı harekete geçirmelidir. Irkçılığın en belirgin sebebi cehalettir; Cehaletin en belirgin göstergesi olan asabiyet, yani her hangi bir kabileye, kavme mensubiyetin üstünlük vesilesi sayılması, Allah ve Resûlullah (s.a.v.) tarafından açıkça yerilen bir düşünce ve davranıştır. Yüce Kuran’ı Kerîm’de Rabbimiz bize çeşitli kavimlerin var olmasının sebebini şöyle açıklamaktadır: “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurât suresi, 49:13) Ayetten anlaşılan şudur ki, değişik milletlere, toplumlara ve dolayısıyla kültürlere mensup insanların var olması bizim için birer imtihan vesilesidir. Bir insanın yaşadığı toplumdan ya da o toplumun tarihi ve kültüründen ötürü hiçbir insanın değeri ölçülemez. Unutulmamalıdır ki, Allah katında değerin ölçüsü yalnızca takvadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “…bir kimse iyi amel yapamadıysa, kökeni onu kurtaramaz, yükseltemez, ilerletemez.” (İbn Mâce, Mukaddime 17, 225) Bu hadîs-i şerif, her hangi bir topluluğa, ırka veya soya mensup olmanın bir üstünlük sebebi, bir imtiyaz ve bir ayrıcalık olmayacağını, takva ve amel olmadıktan sonra ırkla övünmenin, kavmiyet davası gütmenin boşuna olduğunu vurgular. Çünkü insanoğlunun elinde olmayan, kendisinin belirleyemediği ya da emek harcayarak ortaya koymadığı bir şey ile övünmesi doğru olmaz ve dinimizin tasvip ettiği bir şey değildir.
Bu minvalde 25 Mayıs’ta gerçekleşecek olan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde demokrasinin güçlenmesi için sandığa gitmemiz gerekmektedir. Buradan yalnızca Müslümanlara değil, herkese seçimlere katılma ve vatandaşlık görevini yerine getirme çağrısında bulunuyorum! Avrupa’nın kaderini biz Avrupa’da yaşayanlar belirlemeliyiz!