İSTANBUL (AA)
Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger
Kocaeli Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı.
Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanları 10-11 Aralık 2020’de, Türkiye’nin AB’ye aday ilan edildiği Helsinki zirvesinin 21. yıldönümünde bir araya geldiler. AB’de her dönem başkanlığı sonunda üye ülkelerin yöneticilerinin katılımıyla zirve toplantıları yapılır. Brüksel Zirvesi de bu anlamda Almanya’nın dönem başkanlığının sona ermesini simgeliyor. Ocak ayında dönem başkanlığı görevini Portekiz üstlenecek ve 2021 yılının ikinci yarısında Slovenya’ya devredecek. AB sisteminde bütünleşme hareketinin temel yönlendiricisi olan devlet ve hükümet başkanları, yılda iki kez olağan, iki kez de olağanüstü zirve için bir araya geliyorlar. Sonuç bildirgesinden de açık biçimde görülebileceği üzere Brüksel Zirvesi rutin bir toplantı kategorisinde. Zirve, bazılarının zannettiği gibi, sadece Türkiye’yi konuşmak amacıyla toplanmış değil. Bir araya gelen liderler esasında, ele alınan gündem maddeleri incelendiğinde görülebileceği üzere, “günü kurtarma” güdüsüyle hareket ettiler. Bu tutum hem Türkiye konusunda hem de zirve sonuç bildirgesinde sıralanan diğer konularda belirgin şekilde öne çıkıyor. Burada öncelikle, zirvede ele alınan konuları kısaca özetleyecek, ardından da Doğu Akdeniz başlığı altında Türkiye’yle ilgili sıralanan paragrafları inceleyeceğiz.
- Zirve sonuç bildirgesinde ele alınan konular
Brüksel Zirvesi sonuç bildirgesinde Türkiye dışındaki başlıklar bütçe, Kovid-19’la mücadele, küresel iklim değişikliğine karşı alınacak önlemler, güvenlik, AB-Akdeniz ortaklığının canlandırılması ve AB’nin küresel insan hakları koruma rejimi olarak sıralanabilir.
Zirve sonuç bildirgesine göre, Brüksel Zirvesi’nde öncelikle birden çok yıla uzanan mali çerçeve konusundaki blokaj kaldırılmış bulunuyor. Macaristan ve Polonya’nın bütçenin kabulü konusundaki engellemeleri ortak mutabakat ile aşıldı. Temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti ilkelerinin ihlâli iddialarıyla karşı karşıya kalan Polonya ve Macaristan’ın bu tür yaptırımlarla karşı karşıya kalması halinde AB Adalet Divanı’na başvuru yapması kuralı getirilmiş ve böylece bütçenin kabulü önündeki engel ortadan kalkmıştır.
AB liderleri Kovid-19’la mücadele konusunda işbirliğini derinleştirme kararı aldılar. Almanya’nın inisiyatifiyle sağlanan mutabakat, mücadelenin AB düzeyinde sürdürülmesini ve aşı faaliyetlerinin üye devletlerin müstakil inisiyatifine bırakılmadan birlik bünyesinde çözüme kavuşturulmasını öngörüyor. 2020 yılı başında, Kovid-19’un başlangıç döneminde üye ülkeler arasında işbirliği ve dayanışma ortaya konulamamıştı. O dönemde kimi ülkelerce sağlık malzemeleri ihracatına sınırlama getirilmesi, Schengen sınırlarının kapatılması, AB ülkelerinde ve dış dünyada geniş biçimde tartışılmıştı. Brüksel Zirvesi’nde aşı konusunda AB’nin görev üstlenmesinin kabul edilmesi, gelecek yıllarda sağlık alanında atılacak adımların temel inisiyatifi olarak kabul edilmeli. Bir başka ifadeyle, günün birinde AB bünyesinde ortak sağlık politikası gündeme gelecek ise bunu tetikleyenin Brüksel Zirvesi kararı olduğu hatırlanmalı.
AB zirvesinde liderler ayrıca Kyoto Protokolü yükümlülükleri mucibince atmosferi kirleten gazların salınımı konusunda önceden belirlenen sınırlamaları revize ettiler. Varılan mutabakata göre, atmosfere AB kökenli gaz salınımı 2030 yılında 1990 seviyesinin yüzde 55’i düzeyinde olacak. Bu rakam daha önce yüzde 60 olarak belirlenmişti. AB içindeki Varşova Paktı ve SSCB kökenli ülkeler öngörülen kısıtlamalara uyum sağlamak için çevre bütçesinden daha fazla destek talep ettiler. Üye devletler arasındaki bu konudaki görüş ayrılıkları Almanya ve Fransa’nın işbirliğiyle çözüme kavuşturuldu. AB liderleri gelecek yıllarda sera etkisi oluşturabilecek ürünlerin AB pazarına girişinin kısıtlanması veya bu tür ürünlere yüksek vergi uygulanması hususunda mutabakat sağladılar.
Zirve sonuç bildirgesinin güvenlik başlığını taşıyan bölümünde ise terörle mücadelede işbirliğinin önemine yapılan vurgu dikkat çekti. Buna göre, radikalizm, terörizm ve aşırı görüşlere karşı AB’nin kendi içinde bir dayanışma içinde olduğuna vurgu yapılıyor; AB’nin ortak değerlerini korumaya kararlı olduğu, anti-semitizm, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı da dahil olmak üzere, ifade ve din veya inanç özgürlüğüne yönelik her türlü saldırı kınanıyor. Kararda ayrıca üye ülkelerin terör ve aşırılıkla mücadelede, polisiye ve adli konularda işbirliğini güçlendirme hususunda kararlı olduklarından ve Europol ile koordinasyon kurulmasından bahsediliyor. Zirve kararındaki bu ifadeler, Arap Birliği teşkilatı toplantılarında alınan İsrail karşıtı kararları hatırlatıyor. Söz konusu toplantılarda alınan kararlar, hiçbir şekilde uygulamaya aktarılmadan, bir sonraki toplantıda yeniden gündeme getirilmesiyle dikkat çekerdi.
Brüksel Zirvesi sonuç bildirgesinin dış ilişkiler bölümünde ise ABD ile ortak çıkarlar ve değerlere dayalı güçlü stratejik işbirliğinin bulunduğuna, küresel düzeydeki sorunlara karşı bu işbirliğinin ehemmiyet taşıdığına dikkat çekiliyor. Sonuç bildirgesinde ABD ile işbirliği yapılacak alanlar Kovid-19, iklim değişikliğiyle mücadele, ekonominin yeniden güçlendirilmesi, teknolojik ve dijital konular, karşılıklı ticaretin artırılması, ticaret anlaşmazlıklarının çözüme kavuşturulması, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) yeniden yapılandırılması ve güvenlik alanında işbirliği olarak sıralanıyor. Liderler ayrıca yeni ABD başkanıyla birlikte çalışma arzusunda olduklarını ifade ediyorlar.
Brüksel Zirvesi sonuç bildirisinde dış ilişkilerde işbirliği yapılacak diğer hususlar ise Barselona süreci olarak da bilinen AB-Akdeniz Ortaklığının yeniden canlandırılması ve AB’nin küresel insan hakları misyonu olarak sıralanıyor; AB’nin küresel insan hakları ihlallerine karşı yaptırım uygulama misyonuna soyunmasından memnuniyet duyulduğu ifade ediliyor. Fakat bu yaptırımların kapsamının nerede başlayıp nerede biteceği belirsizliğini koruyor. Örneğin, insan hakları ihlallerine karşı yaptırım uygulamaya hazırlanan AB, acaba yoksul ülkelerde AB kökenli sermayenin ucuz işgücü çalıştırması karşısında harekete geçecek midir? Ya da küresel düzeyde insan hakları yaptırımları uygulamaya hazırlanan AB, Akdeniz’de mülteci teknelerini ve botlarını batıran AB deniz güçlerine karşı da yaptırım uygulamayı düşünüyor mu? Avrupa kıtasında göçmenlere, azınlıklara, siyahilere ve Müslümanlara karşı ayrımcılık uygulayan kamu görevlileri için nasıl bir yaptırım getirilecektir acaba?
- Tam üyelik müzakerelerine atıf yapılmadı
Zirve sonuç bildirgesinde Türkiye’yle ilgili bölümler 30 ila 35. Paragraflar arasında yer aldı. Zirve kararında bir yandan pozitif gündemin hâlâ masada olduğu vurgusu yapılırken, öte yandan 1-2 Ekim 2020 tarihindeki AB zirvesinde alınan kararlara bağlılığın korunduğuna işaret edilerek yaptırım tehditlerinin ortadan kalkmadığı ima ediliyor.
Zirve sonuç bildirgesinde ayrıca Yüksek Temsilci’den ve Avrupa Komisyonu’ndan Mart 2021 tarihine kadar Türkiye’yle ilişkiler hakkında rapor hazırlaması talep ediliyor. Raporda “Türkiye’nin yetkisiz biçimde gerçekleştirdiği sondaj faaliyetleri hakkında yeni kısıtlayıcı önlemlerin de yer alması” talep ediliyor.
Zirve sonuç bildirgesinin Kıbrıs bölümünde ise Türkiye Maraş bölgesini tek taraflı olarak açması nedeniyle kınanıyor. Kıbrıs sorununa Birleşmiş Milletler (BM) şemsiyesi altında müzakereler yoluyla çözüm bulunmasını AB’nin desteklediği ifade edilirken, Türkiye’den de aynısını yapmasının beklendiği ifade ediliyor. AB ayrıca BM şemsiyesi altında yürütülecek Kıbrıs müzakereleri için arabulucu/temsilci atayacağı “müjdesini” veriyor.
Zirve sonuç bildirgesinin buraya kadarki geniş özetinden de açık biçimde görüleceği üzere, AB “günü kurtarma” saikiyle hareket etmiştir. Bütçe konusunda üye devletler arasındaki görüş ayrılıkları Polonya ve Macaristan’ın ikna edilmesi sonucunda çözüme kavuşturulmuş, küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle mücadele konularında yeni adımlar atılmış, Kovid-19 konusunda ise sağlık alanında yetki devrine kadar uzanabilecek gelişmelerin kapısı aralanmış bulunuyor. AB’nin Türkiye konusundaki tutumu ise bu zirvede bir kez daha görüldüğü üzere, esas konuları ele almaktan kaçınma biçiminde tezahür etti ve bu tutum esasen yeni bir durum değil. AB tarafı, Türkiye ile ilişkilerinde 2016 yılından beri ne müzakereleri ilerletme yönünde bir eylem, tavır, tutum ortaya koyuyor ne de dondurma yönünde bir girişimde bulunuyor. Burada olan biteni, ikili ilişkilerin en önemli mevzularını görmezden gelerek ikincil derecede önemli konular üzerinde yoğunlaşma şeklinde nitelemek mümkün. Bu kategorideki sorunlar Doğu Akdeniz deniz yetki alanları, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, vize muafiyeti, geri kabul anlaşmasının yürürlüğe konulması ve mülteci anlaşmasının yenilenmesi olarak sıralanmakta. Elbette bunlar da önemli; ancak esas olan tam üyelik müzakerelerinin sürdürülmesi ve tamamlanmasıdır.
Netice olarak, zirve sonuç bildirgesinin Türkiye bölümü incelendiğinde açık biçimde görülen husus, tam üyelik müzakerelerinin tamamen kilitlenmiş olduğudur. Bundan sonra herhangi bir zamanda bu durumun değişmesi ve ilişkilerin tam üyelik hedefine yönelmesi için olağanüstü bir durumun gerçekleşmesi, “AB’nin imana gelmesi”, yahut kendi geleceği hakkında stratejik perspektifi benimseyen bir anlayışa ulaşması gerekmekte.
- AB stratejik perspektifini yitirmiştir
Zirve sonuç bildirgesinin Türkiye hakkındaki bölümü, açık biçimde AB’nin stratejik perspektifini yitirdiğini gösteriyor. Hiç üzerine vazife olmadığı halde, AB Doğu Akdeniz’de devletlerin deniz yetki alanları hakkında tutum ortaya koymakta. Bir ülkenin karasularının nereye kadar uzanacağı, münhasır ekonomik bölgenin tek taraflı mı yoksa karşılıklı anlaşmayla mı ilan edileceği AB’yi kati surette ilgilendirmemektedir. Bu kategorideki konular BM Deniz Hukuku Sözleşmesi çerçevesinde çözümlenecek uluslararası hukuk sorunlarıdır. Durum böyleyken, zirve sonuç bildirgesinde de açık biçimde görülebileceği üzere, AB bu konuda Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından rehin alınmış vaziyettedir.
Bu genel bakış açısı esas alındığında, yaptırım tehditleri, sözde pozitif gündem önerisi ve rapor hazırlama kategorisindeki faaliyetlerin hepsi tali konulardır. Doğu Akdeniz konusunda zirve sonuç bildirgesinin tek olumlu yanı, Uluslararası Doğu Akdeniz Konferansı’nın desteklenmesidir. Bu yönde ilk öneri Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ortaya atılmış ve deniz yetki alanları ihtilafının çok taraflı bir zeminde çözüme kavuşturulması istenmişti. Öte yandan, Maraş’ın açılması veya kapalı kalması da AB tarafını kesinlikle ilgilendirmeyen bir konudur. Bu ihtilafın çözüm platformu, BM şemsiyesi altında yürütülen toplumlar arası görüşmelerdir.
AB zirvesinde Oruç Reis gemisinin isminin zikredilmesi, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz yetki alanları üzerinde yürüttüğü faaliyetlerin takip edileceğinin ve yaptırımla karşı karşıya kalabileceğinin ileri sürülmesi, ABD ile bu konularda koordinasyona önem verileceğinin belirtilmesi, AB’nin Türkiye hakkında hiç de hayırlı olmayan bir yaklaşımın esiri olduğunu gösteren emarelerdir.
Zirve sonuç bildirgesinde Türkiye hakkında açıktan bir yaptırım veya yaptırım tehdidi yok gözükmesine rağmen, satır aralarına sızan bilgilerden ortaya çıkan sonuç şudur: Türkiye-AB ilişkileri olağan koşullarda normal seyrine dönemeyecek kadar rayından çıkmış vaziyettedir. Zirve kararı büyük fotoğrafın bir kez daha ve net biçimde görünmesini sağlamıştır.
Netice olarak, zirveden yaptırım kararı çıkmadığını iddia etmek veya önümüzdeki dönemde pozitif gelişmeler olabileceğini düşünmek ancak aşırı iyimserlik olarak tanımlanabilir. Zirve kararını “havuç ve sopa” metaforu ile izah etmek de, bu saatten sonra, hayatın gerçekleriyle örtüşmemektedir; zira ortada havuç yoktur. Zirve sonuç bildirgesinde de açık biçimde görüleceği üzere, AB tarafında Türkiye’nin tam üyeliği seçenek olarak ortadan kalkmış vaziyettedir ve hiçbir şekilde konuşulmamaktadır.