Avrupa Parlamentosu üyeleri 1979’dan beri tüm AB ülkelerinde doğrudan seçimlerle göreve geliyor. Parlamento’da ülkelere göre değil, parlamenterlerin ait oldukları siyasal gruplara göre resmi dağılım oluyor.
AP’nin sekizinci seçimleri 22-25 Mayıs arasında gerçekleşti. Son olarak Lizbon Antlaşması (2009) ile değişen AB kurumsal sisteminde Avrupa Parlamentosu’nun yetkileri bütçe, yasama, icranın denetimi ve uluslararası anlaşmaların onayı alanlarında arttı. Bu nedenle son seçimlere AB ülkelerinde medya ve kamuoyu ilgisi nispeten daha fazla oldu.
Avrupa Parlamentosu 2014 seçimleri sonuçları Avrupa siyasetinde bir çok önemli eğilime ışık tutuyor:
-Avrupa Birliği ve entegrasyon sürecini destekleyen gruplar 751 sandalyeli Avrupa Parlamentosu’nda üçte iki çoğunluk sahibiler.
-Geri kalan üçte bir içinde Avrupa projesine çeşitli derecelerde şüpheci yaklaşan veya karşı olan siyasal akımlar var.
-Sağ kanatta Avrupa şüphecisi, aşırı sağcılar özellikle Fransa, Macaristan, Danimarka, Finlandiya, İngiltere ve Yunanistan’da ise aşırı sol, Avrupa şüphecisi ve kemer sıkma politikası karşıtı Syriza ciddi oranda zemin kazandılar. Bununla beraber ortak bir Avrupa fikirlerinin olmaması, en temel konularda fikir ayrılıkları ve yalnızca “popülizm” ve “karşı olmak” üzerine kurulu siyasetleri nedeniyle grup olarak hareket etmeleri olası görünmüyor.
-Ana akım partiler, merkez sağ EPP, sosyal demokrat /ilerici S&D, liberal demokrat ALDE sandalye kayıplarına rağmen bir önceki dönemdeki genel ağırlıklarını korudular. Bunların dışında dördüncü grup olarak konumunu koruyan ve güçlendiren tek grup Yeşiller oldu. Yeşiller Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupa Komisyonu başkanlığı için eş başkan modeli ile ortak aday gösterdi. 33 yaşındaki Avrupa Parlamentosu milletvekili Ska Keller’in Yeşillerin ortak adayı olarak Avrupa çapında gerçekleştirdiği Avrupa Komisyonu Başkanlık adayı kampanyasında Keller tek genç ve kadın adaydı.
-2009 yılında yapılan son seçimlerde %43’lük katılım oranı ile 1979’dan bu yana tarihi en düşük katılıma sahne olan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde durum çok değişmedi. 25 Mayıs’ta gerçekleşen seçimde de Avrupa çapında katılım oranı %43,09 oldu. Avrupa düzeyinde siyasi partilerin (EPP, PES, ALDE, Greens..) ortak aday belirleyerek Avrupa çapında kampanya yürütmesine ve bazı ülkelerde diğer seçimlerle beraber yapılmasına rağmen katılım oranında önemli bir değişiklik olmaması dikkat çekti. Yıllara göre Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılım oranları şu şekilde:
-Önümüzdeki beş yıl Avrupa Parlamentosu’nda merkez sağ ya da merkez sol çoğunluğun oluşma olasılığının olmaması nedeniyle ana akım gruplar (EPP, S&D, ALDE, Greens) arasında yapısal işbirliği görülecektir.
-Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupa düzeyindeki siyasi partilerin ortak adayı olarak Avrupa Komisyonu başkanlığı için yarışan isimlerden muhafazakâr/merkez sağ EPP adayı Jean-Claude Juncker seçim ertesinde Avrupa Komisyonu başkanlığına en yakın aday olarak görünmektedir. Hemen seçimler öncesi ülkesi Lüksemburg’da yaşadığı sıkıntılı günler, popülaritesinin azalması ve Euro krizi ile özdeşleşmiş olmasının Juncker’in başkanlık adaylığı yolunda engel oluşturup oluşturmayacağı önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak. Juncker bunun için Avrupa Parlamentosu oluştuktan sonra 376 sandalyelik mutlak çoğunluğu arayacak.
-60 sandalye kaybına rağmen muhafazakâr EPP seçimi birinci parti olarak tamamladı ve kesin olmayan sonuçlara göre 213 sandalyeyi elinde bulunduracak.
-Seçimi ikinci büyük parti olarak tamamlayan ve Türkiye’den CHP ve BDP’nin de üyesi olduğu PES (Avrupa Parlamentosu’ndaki grubu S&D) kesin olmayan sonuçlara göre 190 sandalyeyi elinde bulunduracak. Ortak adayı Martin Schulz ile elde etmeyi düşündüğü sonuca ulaşamadığı için hayal kırıklığı yaşasa da S&D, EPP ile arasındaki sandalye farkını 23’e düşürmüş durumda. Partinin beklenen atılımı yapamamasındaki etkenler arasında başarısız bir dönem ile siyasete veda eden grup başkanı Hannes Swoboda dikkat çekiyor.
-Juncker ilk seçim sonuçları açıklandıktan sonra seçimi kazanmalarını Avrupa Komisyonu Başkan adaylığı için yeşil ışık olarak değerlendirirken sosyal demokratların ortak adayı Martin Schulz açıklamalarında aşırı sağ ve Avrupa şüphecilerindeki artıştan yakındı. S&D (sosyal demokrat) Grup Başkanı Hannes Swoboda ise açıklamasında EPP’nin sandalye kaybına vurgu yaparken ortak aday belirlenme süreci ile ilgili yaşanan söylenti ve olumsuzluklardan yakındı. Daha önce S&D Grup Başkanı olan Martin Schulz dönemin ortalarına doğru Avrupa Parlamentosu başkanı olunca yerine Hannes Swoboda geçmişti ve sosyal demokratların Avrupa Komisyonu Başkanlığı için ortak aday olarak Martin Schulz belirlenmişti. Ortak aday belirlenme sürecinden hoşnut olmayan bazı ülkelerde partilerin aktif olarak kampanya sürecine katılımını azaltıcı bir etken olduğu da değerlendirildi.
-Ana akım partilerin sandalye dağılımları seçim sonrası müzakereler ve partilerin olası grup değişiklikleri ile yeniden şekillenebilir. Örneğin 2009 seçimlerinde çok kötü bir sonuç alan sosyal demokratların grubu o günkü adıyla “Sosyalist Grup” , liberal grup ALDE’den transfer olan İtalyan partinin katılımı ile sandalye sayısını yükseltmişti. Adını da S&D (Sosyalistler ve Demokratlar İlerici İttifakı) olarak değiştirmişti.
-Liberallerin İngiltere ve Almanya’da yaşadıkları açık yenilgiye rağmen kesin olmayan sonuçlara göre 64 koltuğu koruması bekleniyor ve yeni ittifaklar ve transferlerin olabileceği konuşuluyor.
-Türkiye’den AKP’nin üyesi olduğu Avrupa şüphecisi ECR %6’lık bir oy oranında kaldığı görülüyor. Diğer popülist, aşırı sağ ve sol gruplarının siyasi ve yasama süreçlerinde belirleyici bir rol oynaması mümkün görünmüyor.
-38 bağımsız milletvekili ve henüz hangi gruba dâhil olacağına karar vermemiş 64 milletvekili seçim sonrası sandalye dağılımına etki edecektir. Özellikle Liberaller ALDE’ye katılım olası görünüyor.
Ülkelerden notlar:
-İtalya’da (sosyal demokrat PES üyesi) başbakan Renzi Avrupa Parlamentosu seçimlerinde hem %41’lik başarılı bir sonuç elde etti hem de seçimlere katılım oranı en yüksek ülkeler arasına girdi.
-Polonya’da Avrupa Komisyonu Başkanlığı için de adı sıkça geçen merkez sağdan (EPP) Başbakan Tusk’ın “the Civic Platform” u ile Avrupa şüphecisi Kaczynski’nin “Peace & Justice” arasında kıran kırana bir mücadele yaşandı.
-Almanya’da merkez sağ (EPP)’den Şansölye Angela Merkel’in partisi CDU yüksek bir sonuç elde ederken Alman sosyal demokrat Martin Schulz’un PES’in ortak adayı olmasının etkisiyle SDP bir miktar kazanım elde etti. Sonuçlar Schulz’un kampanyasının sonunda vurguladığı “Alman Avrupa Komisyonu Başkanı” mesajının Alman seçmen üzerinde büyük etki yaratmadığını parti aidiyetinin daha önplana çıktığını gösteriyor. Alman liberaller (FDP) büyük bir yenilgi yaşarken Alman Avrupa şüphecisi AfD’den 6 milletvekilinin Avrupa Parlamentosu’na girdiği görülüyor. Bu sonuçların koalisyon ortağı olan muhafazakâr ve sosyal demokratların Avrupa düzeyindeki üst düzey görevlerdeki Almanya kontenjanına nasıl yansıyacağını önümüzdeki dönemde göreceğiz.
-Yunanistan’da sosyal demokrat PASOK büyük bir yenilgi yaşayarak %8-9 oy aldı. Bunun ulusal düzeyde içinde bulundukları koalisyona da yansıması olası.
-İspanya’da Halk Partisi (PP) 2009’da aldığı %42’den %26’ya düşerken sosyal demokrat PSOE ise %39’dan %23’e düştü. İki parti 2009’da elde ettikleri sonuçlara göre 5 milyon seçmen kaybetmiş görünüyor.
AVRUPA PARLAMENTOSU SEÇİM SONUÇLARININ OLASI YANSIMALARI
-Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonuçları Avrupa düzeyinde ana akım partiler için önemli bir değişim mesajı içeriyor. Seçmenler kendisi ile iletişimde, vizyonda, katılımcılık, hesap verebilirlikte yetersiz gördükleri partileri Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılmayarak ya da popülist söylemlerle onları heyecanlandıran partilere oy vererek cezalandırdı. Brüksel’e verilen mesaj açık: “Daha tutkulu bir siyaset, daha hesap verebilir, daha fazla yurttaşların talepleri odaklı bir Avrupa” .
-Toplumların doğrudan demokrasi talebi dünyanın her yerinde olduğu gibi Avrupa’da da yükseliyor. Avrupa Parlamentosu seçimleri de bunun dışavurumunun bir aracı olarak ortaya çıktı. Yurttaşlar temsili ve kısmen katılımcı demokrasi ile yetinmek istemediklerini ve katılımcılığın çok yüksek olduğu ve hatta doğrudan demokrasiye giden yolun inşasını talep ettiklerini vurguluyor. Yeni Avrupa Parlamentosu da Avrupa Komisyonu da toplum ile iletişim konusunda daha bilinçli ve dikkatli olacaktır. Avrupa halklarının gündemi ile Brüksel gündemini daha bağlantılı ve etkileşimli kılmanın önemi bu seçim sonuçları ile de daha iyi ortaya çıkmış bulunuyor.
-Avrupa Parlamentosu seçimlerinin AB düzeyinde kısa vadeli etkileri hemen görülmese bile ulusal düzeyde etkileri görülmeye başlanacak. Koalisyon ortaklıklarında sorunlar, partilerin daralması, yenilenmesi, yeni partilerin ortaya çıkması beklenebilir. Özellikle Fransa, İngiltere, Danimarka ve Yunanistan izlenmeli.
-Aşırı sağ ve Avrupa şüphecilerinin oylarında yaşanan artışın merkez sağın (EPP) söylemlerini nasıl etkileyeceği önemli. Ulusal düzeyde çok gürültü yaratacakları aşikâr. Daha merkeze kayarak ana akım partilerle Avrupa yanlısı çizgiyi daha net ve güçlü bir biçimde savunan bir çizgi önümüzdeki dönemde AB’nin önündeki güçlüklerin daha kolay aşılmasını sağlayabilir. Ana akım partiler aşırı sağın oylarındaki artıştan etkilenip söylemlerinde onların seçmenlerini hoşnut edecek söylemlere doğru kayma yaşarlarsa önemli kayıplar yaşayabilirler. O oyun alanında ana akım partilerin hayatta kalması da daha iyi bir Avrupa’yı inşa etmesi de, seçmen tarafından samimi bulunması da mümkün değil.
-Avrupalı liderlerden oluşan AB Konseyi ve Avrupa Parlamentosu arasında Avrupa Komisyonu Başkanlığı ve diğer üst düzey görevler için bir müzakere süreci başlayacak. Ülkeler, siyasi gruplar, ulusal siyasetteki konumları ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinden elde ettikleri sonuçlarla bu önemli görevlerin beş yıl için kimlere verileceği ortaya çıkacak.
-Tüm siyasi grupların üzerine hem fikir oldukları Avrupa’nın önümüzdeki gündem başlıkları: daha çok sosyal bir Avrupa boyutunu da içeren şekilde büyüme, iş yaratma. Her siyasi grubunun farklı yaklaşımları olduğu gibi bu yaklaşım ve öncelikler aynı grup içinde ülkeden ülkeye de değişebilmekte.
-Avrupa Parlamentosu seçimleri uzun zamandır ertelenen “nasıl bir Avrupa?” tartışmasını kaçınılmaz olarak gündeme getirecektir. Ulusal düzeyde siyasetin ve tüm toplumsal paydaşların parçası olacağı daha dürüst, daha açık, daha bilgi temelli bir Avrupa tartışması açılabilir. Daha nitelikli bir tartışma daha nitelikli bir Avrupa’nın kurulmasını da sağlayacaktır.
-Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılım oranındaki düşüklük AB’nin yurttaşlar nezdindeki itibarını daha iyi yönetmesi ve iletişime önem vermesi gerektiğini gösteriyor. Lizbon Antlaşması ile gelen son değişiklikler Avrupa Parlamentosu’na yeni yetkiler verdi. AB ülkelerinde uygulanan yasaların çok önemli bir bölümü Avrupa düzeyindeki kararların ulusal yasalara aktarılması sonucu oluşuyor, dolayısıyla Brüksel’de nitelikli ve yurttaş odaklı siyaset yapılması seçmenlerin birincil önceliği olması gerekiyor. Aksi halde Avrupa Parlamentosu listeleri de seçmenin ilgisizliği sonucunda buna göre profillerle şekilleniyor.
TÜRKİYE AÇISINDAN ETKİLER VE ÖNERİLER
Avrupa Parlamentosu önümüzdeki dönem Türkiye için hem kendisinden kaynaklı hem de seçim sonuçlarının çıkarttığı tablodan kaynaklı olarak daha zor bir alan haline gelebilir. Hem aşırı grupların güçlenmesi hem de Türkiye’nin iç meselelerle fazlasıyla meşgul olarak Avrupa’daki gelişmeleri idrak edememesi nedeniyle dikkatli yönetilmesi gereken bir süreçteyiz. Sorunun sadece aşırı gruplar olmadığını aynı zamanda ana akım partiler içinde de Türkiye ile ilgili tartışmaların farklı bir yöne savrulduğunun farkında olmalıyız.
1.Türkiye dostları ve taraftarları demokrasi ile güçlendirilmeli. Yakın zamana kadar Türkiye’nin üyeliğine karşı gerekçelerini din/kültür/coğrafya gibi zayıf gerekçeler üzerine kuran Avrupa’nın aşırı grupları, şüphecileri, Türkiye karşıtları 2008/2009’dan bu yana söylemlerini değiştirdiler. Çok daha güçlü bir gerekçe olan “demokrasi sorunları”nı kullanmaya başladılar. Türkiye’de her geçen gün artan anti-demokratik gelişmeler Türkiye karşıtlarının işini kolaylaştırırken Türkiye yanlısı siyasetçileri de yalnızlaştırdı. Türkiye’nin üyeliğini destekleyenler mevcut hükümet ile Türkiye toplumu arasındaki ayrımı daha net bir biçimde ortaya koymaya başladılar. Türkiye’de reform gündemine geri dönülmemesi Avrupa’da demokratik Türkiye’yi destekleyenlerin elini her geçen gün zayıflatıyor. Avrupa Parlamentosu’nda da Türkiye’nin dostlarının artması için Türkiye’de demokrasinin güçlendirilmesi gerekiyor aksi halde Türkiye konusu kaçınılan ve Türkiye karşıtlarına malzeme olan bir konu haline dönüşebilir.
2.Türk kurumları Avrupalı platformlarda, Avrupalı paydaşlar olarak etkili olmalı. Türkiye’nin siyasi partilerinin, sivil toplum örgütlerinin Avrupa düzeyindeki muadilleri ile ilişkilerinin geliştirilmesi önümüzdeki dönemden Türkiye’nin kazançlı çıkması için elzem. Sadece ciddi bir demokratik açığı kalmamış, reformlarda hızla ilerleyen, toplumsal mutabakatı tekrar sağlamış bir Türkiye için bu girişimlerin etkisini yükseltmek olası. Örneğin CHP ikinci büyük parti olan Avrupa Sosyalist Partisi PES’in üyesi, AKP Avrupa şüphecisi ECR adlı grubun üyesi. Sendikalarımız ETUC üyesi. Türk iş dünyası TÜSİAD tarafından BusinessEurope’ta, TOBB tarafından EuroChambers’ta ve TÜRKONFED tarafından UEAPME’de temsil ediliyor. Kagider Avrupa Kadın Lobisi üyesi. Avrupalı kurumlarda üye kurumlarımızın etkili olduklarını son dönemde birçok girişimde gördük. Örneğin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu AB ile bölgesel politika başlığının açılması için liderlere mektup gönderdi. AB sürecinin geniş tabanlı, çok sesli bir istişare içinde yürümesi için AB Komiseri Füle ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun görüşmesinde Avrupa Komisyonu ile gayrı resmi komisyon çalışmaları düzenlenmesine kararı alındı ve uygulamaya geçti. Türk kurumlarının Avrupa düzeyinde etkili olmaları ve çalışmalarının derinliği önemli. AKP’nin ise EPP’den küçük bir grup olan ECR’a geçmesi Türkiye’nin üyelik sürecine zarar verdi. Bu durum EPP içindeki Türkiye’nin üyeliğine karşı bazı grupların daha rahat harekete geçmelerine neden oldu.
3.Avrupa Parlamentosu ile ilişkiler yeniden yapılandırılmalı. Avrupa Parlamentosu ile ilişkileri isitşare ile görevli bir komisyonun ötesinde kurumsallaştırmak gerekiyor. 2009-2014 döneminde TBMM-AP Karma Parlamento Komisyonu çalışmaları verimsiz geçmiş ve sonuç elde edilememiştir. Avrupa kanadında Türkiye karşıtı milletvekillerinin ağırlıklı varlığı, Türkiye kanadında ülkedeki anti-demokratik ortamın yansıdığı dağınık hava komisyonun karar alma mekanizmasındaki etkisizliği ile birleşince son toplantılara katılım son derece düşük düzeyde kalmıştır. Her iki kanattan da toplantıyı terk edenler olmuştur. Türk hükümetinin bu kurumu Türkiye-AB ilişkileri açısından değerlendirmemesi önemli bir sorundur.
4.Türk medyasında AB okur yazarlığı gelişmeli. 2005’te müzakerelere başlandığından bu yana Türk medyasında AB okur yazarlığı konusunda ciddi bir mesafe alınmadığı temel AB kurumlarının dahi karıştırıldığı görülüyor. Bu durum Türkiye’de basın özgürlüğü ortamı ile de birleşince hem doğru haber alma hakkı engellenmiş oluyor hem de toplumun Avrupa algısında gerçeği yansıtmayan bir asimetri ortaya çıkıyor. Brüksel’de Türk medyası ve haber akışında yıllardır yaşanan sansür ve yönlendirmenin artık AB kurumları farkında. Bunu önemli açıklamaların ayrıca Türkçe yapılması ve sosyal medyada Türkçe paylaşımlarda da görmek mümkün. Brüksel’de Türk medyasının birkaç istisna dışında hiç bir zaman bugün olduğu kadar zayıf olmadığı biliniyor. Medyanın Brüksel’e daha fazla yatırım yapması ve kaliteli gazeteciliği önplana çıkarması gerekiyor. Tüm dünya medyasının konuşlandığı bir numaralı uluslararası merkez olan Brüksel’den Türk toplumunun da doğru ve kaliteli haber alması önem arz ediyor.
5.Türkiye’de müzakerelerin yönetim modeli elden geçirilmeli. Meclisteki AB Uyum Komisyonu’nun işlevinde değişikliğe gidilerek hem milletvekillerini hem de diğer paydaşları içine alacak çoğulcu bir sistem kurulmalı. Daha önce mecliste CHP’nin önerdiği gibi geniş tabanlı, çoğulcu bir Ulusal Komite kurulabilir. Hırvatistan’ın bu yönde başarılı olmuş bir deneyimi var. Komitenin başkanının sürekli muhalefetten bir siyasetçinin olması da uzlaşı ortamını belirliyor. Reform takvimi yeniden belirlenerek hızla çalışmalar hayata geçirilebilir.
Bu noktada önemli olan, Türk halkına sürekli olarak bilgi ve hesap veren ve de toplumun demokrasi, ekonomi ve yaşam standartlarının yükselmesine odaklı bir AB ile ilişkiler ve müzakereler yönetimi anlayışının tesis edilmesidir.
6.AB ile açılmasında herhangi bir engel olmayan üç başlığı açmalı. Bunun için ilgili yasal düzenlemelerin hükümet tarafından yapılması. Bu başlıklar Sosyal Politika ve İstihdam, Kamu Alımları ve Rekabet başlıklarıdır. Eğer yıllardır yaptığımız çağrı karşılık bulmuş olsa ve bu başlıklardan Sosyal Politika ve İstihdam başlığı açılsaydı, ilgili yasal düzenlemeler yapılsaydı bugün Soma’da yaşanan facia belki de yaşanmamış olacaktı. Diğer başlıklarla da demokrasi için yaşamsal olan kamuda saydamlık, hesap verebilirlik ve adil rekabet ortamı için gerekli yasal düzenleme ve uygulamalar yapılmış olacaktır. Hükümetin bu konularda muhalefet ve diğer sosyal paydaşlarla beraber harekete geçmesi gerekmektedir.
7.Siyasal engele maruz olan AB müzakere başlıklarının açılması sebep değil sonuç olmalı. Bu başlıklarla ilgili Brüksel’de ve AB başkentlerinde etkili olabilmek için de Türkiye’de demokrasinin gelişimi şart. Aynı amaca hizmet için başlıkların açılmasından bağımsız gerekli yasal düzenlemelerin ivedilikle yapılması ve yurttaşlarına hizmet ile sorumlu siyaset bilincine gelinmesi gerekiyor. Başlıkların açılması bu sürecin sebebi değil bir sonucu haline getirilmelidir.
8.Türkiye’de yeni bir Avrupa hareketi yaratılmalı. Türkiye’nin AB üyeliğine inanan ve bunun için çalışan kesimler hem Avrupa’nın geçtiğimiz 10 yıl içinde Türkiye analizindeki hatalardan hem de Türkiye’deki olayların gelişiminden öylesine hayal kırıklığına uğradılar ki Avrupa hareketinin önemini zaman zaman unutuyorlar. Bugün Avrupa fikrine en fazla sahip çıkılması gereken, Türkiye’nin içinde bulunduğu otoriterleşme sürecinin de çözümünün daha fazla Avrupa, daha fazla demokrasi olduğunun bilinciyle yeni girişimler tasarlanmalı. Üniversiteler, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, iş dünyası bu meselenin öncülüğünü yaparak açık, bilgi temelli bir toplumsal tartışmayı başlatmalılar. Türkiye de nasıl bir Avrupa istediğinin yanıtını artık vermeli. Eğer Türkiye nasıl bir Avrupa istediğine ve içindeki varlığının katkısına dair somut fikirlere sahip olamazsa hem AB üyesi olması hem de kurulacak yeni Avrupa’nın kurucularından biri olması çok güç görünüyor.
9.Avrupa değişiyor, yenileniyor, Türkiye bu sürecin güçlü bir ülkesi olmalı. Bugün Avrupa’da yıllardır pişen yeni bir tartışma var: çemberler Avrupası ya da çok vitesli Avrupa. Çeşitli formüller üzerinde tartışmalar sürüyor ancak AB’nin daha etkili bir küresel oyuncu haline gelmesi için reform yapması gerektiği hem fikir olduğu bir konu. Bugünkü tartışmanın akışına baktığmızda Euro bölgesinin merkezinde yer alacağı ve entegrasyon düzeyine göre ülkelerin AB’ye üye olacakları daha esnek bir modelden bahsediliyor. Bu tartışma önemli bir başka gündem olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım İşbirliği (TTIP) ile bir araya geldiğinde daha da anlam kazanıyor. Yeni bir Transatlantik ekonomik alan kuruluyor, AB ise krizden ders çıkararak Euro gibi alanlarda daha derin entegrasyona gidip bunun dışındaki ülkelerle de üyelik ve bütünleşme sürecini sürdürmeyi planlıyor.
Hem Avrupalı değerlerin yeni ülkelere taşınması hem de yeni bir Batı’nın inşaası için tarihi bir dönemeçteyiz. Dünya düzeninde hem ait olunan demokratik dünyada güçlü, hem de diğer tüm ülkelerle daha kapsamlı ilişkiler içinde olmak gerekiyor. Sadece bir uluslararası ilişkiler değil, her şeyden önce Türk halkının demokratik hakları ve sosyal kalkınması için çok önemli bir dönemeçteyiz. Önümüzdeki soruya verecek güçlü bir yanıtımız ve o yanıtı gerçekleştirecek cüretimiz olması şart: Türkiye genişleyen Avrupa’da, yenilenen Batı’da ve değişen dünyada yerini nerede ve nasıl alacak?
Kader Sevinç
CHP Avrupa Birliği Temsilcisi
Avrupa Sosyalist Partisi (PES) Yönetim Kurulu Üyesi