► Sivil toplumun siyaset ile ilişkisi
► Devlet ve özel sektör
► Siyasetçinin demokratik profili
► Ülkenin gerçek gündemi
► Çağdaş demokrasilerde nasıl?
► Star Wars mantığı nasıl aşılır?
Gırgır mizah dergisinin merhum Oğuz Aral ile zirveye tırmandığı dönemde kapağında, üst köşede şöyle yazardı:
"Politika değil, politikacılarla uğraşır".
Sarı beyaz efsanevi dergide dönemin siyasetçileri mizahın tatlı sivriliğinden nasiplerini alırlardı. Bugün de mizahın yaratıcı ateşi Leman, Penguen, Uykusuz ve Gırgır ile toplumun ruhuna ışık tutmaya devam ediyor. Öyle ki, uluslararası bir toplantıda Türkiye‟nin son dönem gündemi hakkında bir sunum yapmak, yalnızca karikatürler göstererek mümkün. Mizah dergilerinin kapakları ve gazetelerin birinci sayfa karikatürleri yeterli.
Diğer taraftan, sivil toplum kuruluşları, sosyo-ekonomik temsil kurumları, özel sektör ve akademik etkinlikler için ise öncelik farklı olmalı:
"Politika ile değil, somut politikalarla uğraşmak".
Politika değil politikalar. Siyaset değil siyasetler. Partizan politika değil, daha iyi bir demokrasi, ekonomi ve toplumsal kalkınmaya yönelik politika alanları. Aradaki fark Türkçede yeterince bariz değil. İngilizcede "politics" ve "policy" kavramları ile daha iyi açıklanıyor. Partiler ve siyasetçilerle ilgili olan „siyaset/politika‟ ile toplumu ileriye götürecek „siyasetler/politikalar‟ odaklı bir yaklaşım arasındaki fark söz konusu.
Demokratik olgunluk göstergesi
Politikalar sorunların teşhisi ve çözüm için eylem planlarına odaklı olur. Bu yönde gerekli yasal, ekonomik ve toplumsal girişimler, uygulama takvimleri, finansman kaynakları ve iletişim araçları içerir. Partiler içi ve arası ilişkiler, seçim propagandaları ve kişiler odaklı bir politika tartışması başka, politikalarla ilgilenmek başka.
Tabii bazı siyasetçiler bu farkı anlamakta zorlanıyor. Örneğin özel sektör temsil kurumları doğaları gereği bir siyasal partiye destekçi veya karşıt olmazlar. Siyasetler üzerinde tutum belirlerler. Her hükümetin hazırladığı mevzuat veya uyguladıkları politikalar karşısında, özel sektörün desteklediği ve eleştirdiği hususlar olur. Zaten çağdaş demokrasilerde devlet alacağı kararlardan etkilenecek kesimleri, bu kararların hazırlık sürecine dâhil eder. Sivil toplum ile işbirliği siyasetçinin çıkarınadır. Daha başarılı olur ve rahat oturur koltuğunda.
Ulusal düzeydeki genel makro-ekonomik yönelimler, anayasa değişikliği ve AB‟ye üyelik benzeri köklü değişim gerektiren süreçlerde ise, devletin sivil toplum ile arasındaki diyalogun niteliği bir demokratik olgunluk göstergesidir. Bunu özümseyemeyen siyasetçiler, Plato‟nun vurguladığı gibi, demokrasi ile tiranlık arasında yolunu kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Bu durumda ancak özgürlüklerin rehberliğinde demokrasi ufku kaybedilmez. Eleştirel bir sivil toplumsal ortam her hükümet için gurur duyması gereken bir demokratik güç kaynağıdır.
Hangi politikacılar?
Seçim havasının ülkeye egemen olmaya başladığı bir dönemde politika konuşulması doğal. Politikada "kim?" sorusu kuşkusuz önemli ve belirleyici.
Demokrasi "halkın özgür iradesiyle, kendi içinden en yetkin gördüğü kişileri geçici olarak yönetime getirme rejimi" olarak gelişti. Milletvekilleri, bakanlar ve başbakanın kim olduğu önemli. Bu kişiler yerel, ulusal ve küresel düzeyde ülkenin sorunlarına çözüm getirebilecek, fırsatları değerlendirebilecek ve yeni atılımlar tasarlayabilecek yetkinlikte ve demokratik olgunlukta olmalılar.
İşte bu nedenle, ülkeyi çok iyi yönetebilmek için gerekli bu nitelikler ile, siyasal partilerin liderliği ve milletvekili adaylığı için gerekli nitelikler mümkün olduğunca aynı olmalı. Bu nitelikler arasındaki fark açıldıkça, ülke demokrasisi var oluş amacına aykırı işlemeye başlar.
Hangi politikalar?
Dolayısıyla "kim?" sorusu önemli. Fakat bir o kadar da eksik. "Nasıl?" sorusu da bir öncelik. İşte "politikalar" bu noktada devreye giriyor. Referanduma sunulan bir dizi Anayasa değişikliği varken ve seçimler yakınken, siyasal partilerin anayasanın içeriğine ve seçimler sonrası hangi politikaları nasıl uygulayacaklarına odaklanmaları gerekiyor. Bu yalnızca siyasal partilerin sorumluluğu değil. Medyanın, sivil toplumun ve seçmenlerin de çok daha fazla talepkar olması gerekiyor.
Politikalar üzerine toplumsal tartışma sürekli olmalı, seçim dönemlerinde yoğunlaşmalı. Bu herkes için öğretici olur. Hükümet de, muhalefet de daha başarılı olmaları için sivil toplum tarafından teşvik edilmeli. Siyasal projeler arasındaki rekabet verimlilik getirir. Daha nitelikli politikalar biçimlenir. Toplumun ortak akıl üretimi tetiklenir, ülke kazançlı çıkar. Ulusal çıkarlar korunur. Demokrasi güçlenir.
Batı demokrasilerinden çeşitli örnekler bu denklemi doğrulamakta:
*ABD‟de iki yıl öncesinden başkan adayları televizyon programlarında görüşlerini açıklamaya, diğer adaylarla tartışmaya, farklı seçim bölgelerinde halkla görüş alışverişi forumları düzenlemeye başlıyor. Kongre için aday olanlar neredeyse bir sonraki seçime kadar sürekli kampanya halinde çalışıyor.
*Almanya‟da düşünce kuruluşları ve partilerin vakıfları sürekli üretim halinde (Sosyal Demokrat Friedrich Ebert, Hıristiyan Demokrat Konrad Adenauer, Liberal Friedrich Naumann ve Yeşillerin Heinrich Böll vakıfları). Halkın sorunları inceleniyor, diğer ülkelerde temsilciliklerle uluslararası ilişkilere yönelik araştırma ve etkinlikler düzenleniyor, parti politikalarına ve demokratik gündeme analitik bir katkı sağlanıyor. Ayrıca yerel basının çok güçlü olduğu Almanya‟da seçmenlerin günlük yaşamı ile siyaset daha içiçe gelişiyor.
*İngiltere‟de her hükümetin karşısında muhalefetin bir gölge kabinesi var. Hükümet çalışırken muhalefet de aynı dosyalar üzerinde ayrıntılı bir etkinlik içinde. Halk iktidarda diğer partilerden biri olsa „kim, hangi politikaları, nasıl uygulardı?‟ daha açık görüyor. Seçim zamanı bir sonraki dönemi belirleyecek olası politikalar muamma olmuyor.
*Hollanda, İsveç, Belçika gibi nispeten küçük nüfuslu güçlü demokrasilerde siyasetçi seçmenin günlük yaşamı içinde yer almakta. Yerel ölçek önemli. Siyasetçilerin günlük iş programlarında halkla ve güncel konularla daha sık yakın temas olanağı var. Bu tür ülkelerde, diğer demokrasilerde de etkili olan gençlik kolları ve düşünce kulüpleri semt düzeyinde devreye giriyor.
*Fransa‟da cumhurbaşkanlığı adayları işe toplumun gereksinimi olan politikalar üzerine kitap yazmakla başlıyor. Aylar süren forumlar düzenliyor, özgür medyada ülkenin gündemi derinlemesine irdeleniyor.
*Tüm demokratik ülkelerde devlet ile sivil toplum, sendikalar ve özel sektör arasında derin bir diyalog, karşılıklı etkileşim var. Örneğin AB düzeyinde de Türkiye‟den DİSK, Türk-İş ve Hak-İş‟in üyesi oldukları ETUC (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu) ve TÜSİAD ve TİSK‟in üyesi oldukları BUSINESSEUROPE (Avrupa İş Dünyası Konfederasyonu) son derece etkililer.
*Söz konusu olan Anayasa değişikliği olduğunda ise, çağdaş bir demokrasinin sicilini tescil eden temel bir kural var: toplumsal danışma ve uzlaşma. Tabii ki yüzde yüz bir destek değil fakat partiler üstü bir yaklaşım. İdeolojiler ötesi temel ortak ilkeler, değerler ve kurumlar. Kısa, yalın, yaratıcı, ilerici ve vatandaş odaklı bir metin.
Gerçek gündem
Türkiye seçimler dönemine giriyor. Bu süreçten demokrasinin güçlenerek çıkması en büyük kazanç olacak. Ülkenin iç huzuru, istikrarı güvenliği, kalkınması, dış ilişkilerdeki onuru ve gücü buna bağlı. Ekonomik büyüme olmadan sorunlar çözülmez. O zaman nasıl? Ne zaman? Kaynaklar?
Ekonomik büyüme sürdükçe topluma yansıması gerekir. Gündem yoğun: sosyal politikalar, gelir dağılımı, kırsal kalkınma, eğitim reformu, kadın hakları, asayiş, bilgi teknolojileri, temiz enerji, su kaynakları, kayıt dışı ekonomi, girişimcilik, istihdam, kobiler, yaşam kalitesi yüksek kentler, Asya-Pasifik ile rekabet, Orta Doğu... Temel bir soru ise hala ortada: 21. yüzyılda yükselen Türkiye için nasıl bir Anayasa?
Sonuçta küresel rekabet gücü yüksek bir Türkiye için hangi politikalar, nasıl uygulanacak? Bu çerçevede AB ile ilişkiler ve küresel gelişmeler nasıl değerlendirilecek? Beş yıl sonra Türkiye‟nin nerede olduğunu bu konular belirleyecek. Gerçekten gündemden kopuk siyaset gırgırı değil.
Gırgır dergisi 12 Eylül 1980‟den sonra kapağında muzipçe "kendi halinde bir mizah dergisi" yaftası ile yetinmişti. Sonra, demokrasiye dönüş adımlarıyla birlikte Gırgır da siyasetçilerle uğraşmaya hızla geri döndü. Derginin kapağında fiyat bölümünde her 10 liralık zam için bir Turgut Özal karikatür portresinin iliştirildiği dönemdi. (Zaman içinde bu portreler taşmış, kapağın çevresini sarmıştı).
Oğuz Aral 1988 yılında Avrupa‟nın başkentinde, Brüksel Üniversitesi‟nde Gırgır karikatürleri sergisi açtığında büyük yankı uyandırmıştı. O zamanlar Avrupa‟da Türkiye‟nin demokratik görüntüsü hala çok bulanıktı.
Bu başarılı sergiyi gezen Brükselliler karikatürlerdeki politikacı eleştirileri karşısında şaşırmışlardı. Bazıları bu karikatürlerin yasaklandığı için yurtdışına kaçırılmış olduğunu sanmışlardı. Kuşkusuz politikacılarla ve politika ile uğraşmada Türkiye ileri bir demokrasi.
"Star Wars" gırgırı
Önemli bir sorun Türk siyasetçi kültürünün çoğu zaman "Star Wars mantığı" içine hapsolmasında.
Sinema tarihinin bu ünlü Yıldız Savaşları külliyatında, popüler kültür yüzeyselliğinde de olsa itina ile işlenen bir konu vardır. Uzak, çok uzaktaki bir galakside geçer olaylar. Demokratik yolla yükselen ve demokrasinin zafiyetlerini istismar eden bir baskı rejimi anlatılır. Filimde demokrat olmayanların toplumu ve siyasal düzeni fetih saplantısı dikkat çeker. "Bizden olmayanlar, bize karşıdır, düşmanımızdır" anlayışı vurgulanır. Galaksi lideri diktatöre dönüşürken, kontrolü altındaki veya biat ettirdiği kitlelerin tezahüratı, bir zafer coşkusu hâkimdir ortama.
Karanlığa karşı mücadeleyi sonunda kazanacak olan hareketin liderlerinden biri, Prenses Padme bilgece özetler durumu: "İşte özgürlük böyle yok olur... Bir alkış fırtınası altında".
Dr Bahadır Kaleağası
Brüksel
bahadir@kaleagasi.net