Kader Sevinç Yazdı…
(PES Yönetim Kurulu Üyesi, CHP Avrupa Birliği Temsilcisi)
Avrupa Birliği ve NATO’nun merkezlerinin bulunduğu Brüksel’in bombalı saldırılarla sarsıldığı sabah katılacağım bir toplantı iptal olmuştu; tesadüfen. Bunun üzerine Maalbeek metro istasyonu yerine yürümeyi seçtim. Toplantım iptal olmasa patlama olduğunda muhtemelen metroda olacaktım. Metro saldırısı haberinden önce itfaiye ve polis araçlarını gördüm. İlk anda havalimanındaki patlama için sevk edildiklerini düşündüm fakat metro istasyonundan çıkan duman ve hareketlenmeyle ikinci bir patlamanın olduğunu fark ettim. Fiziksel şiddet, psikolojik şiddetle birlikte geri döndü bir anda günlük yaşama.
Terör sabah metronun ve havalimanının en yoğun olduğu saatleri seçti. Saldırıların gerçekleştirildiği yerler de hedeflerinin açıkça Avrupa Birliği ve Avrupalı değerler olduğunu gösteriyor. Kentin üzerinde dumanlar dağılıyor, siren sesleri yayılıyorken, ölü sayısının 34’ü, yaralıların 130’u bulduğu bildiriliyordu dijital âlemin yoğun iletişim ağlarında. Henüz isimler açıklanmadığı için ölenler ve yaralılar arasında tanıdıklarımız, dostlarımız ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup olmadığını bilmiyorduk.
AB Mahallesi, Arap Mahallesi
Brüksel’de AB kurumlarının bulunduğu bölge “AB mahallesi” olarak anılıyor. CHP Avrupa Birliği Temsilciliği de AB mahallesinin tam merkezinde, Schuman meydanında, saldırıların olduğu metro istasyonunun çok yakınında. Her sabah toplantılarına yetişmek üzere telaş içinde olan diplomatların, Eurokratların, gazetecilerin, siyasetçilerin, lobicilerin doldurduğu Brüksel’in AB mahallesine bu sabah havalimanındaki ilk patlamanın ardından çökmüş sessizliği bölen polis, itfaiye ve ambülâns sesleri hâkimdi. Herkesten bulundukları yerlerde kalmaları ve dışarı çıkmamaları istendi. Ardından AB kurumları boşaltıldı ve bölge polis tarafından çevrildi. İlk şokun ardından sokakta gazetecilerden polislere, sivillerden AB kurumu çalışanlarına sokağa çıkanların yüzlerinde yaşadıkları dehşeti görmek mümkündü.
Bir hafta önce bir Brüksel hafta sonu sabahı kentin Molenbeek isimli ilçesindeydim. Paris saldırılarıyla tüm dünyanın bir Arap gettosu olarak tanıdığı Molenbeek. Hakkında çok yazılıp konuşulan bölgede yoğun olarak Arap kökenli ve Müslüman Belçikalılar yaşıyorlar.
Bir kaç yıl önceye kadar uluslararası kozmopolit bir grubun da yerleşmeye başladığı çok kültürlü bir mahalleydi Molenbeek. Şeriatçı grupların etkinliklerinin artış göstermesiyle ve Belçika devletinin hayatın pek çok alanında azalan mevcudiyetiyle bu çok kültürlülük zarar görmeye başlamıştı.
O sabah Molenbeek’te hayat normal akışında görünüyordu. Dört gün sonra yakalanacak olan Paris saldırganı Salah Abdeslam meğer hemen orada bir yerde saklanıyormuş. Molenbeek’te Brüksel’in geri kalanından farklı bir muhafazakâr yaşamın izlerini taşıyan sokaklar var. Diğer yandan kentin geri kalanından farksız bir günlük yaşam akışı da dikkat çekiyor. Önce Fas usulü şark köşesi koltukları satan bir dükkânın ve ardından Türk pidecisinin yanından geçtikten sonra genç, işsiz erkeklerin doldurduğu bir kahvehanenin önünden yürüdüm. Aşırı grupların yıllar içinde bu bölgede nasıl kendilerine alan açabildiğini, sosyal dışlanmışlığın ve ayrımcılığın açtığı yaraları düşündüm. Şu günlerde aşırılar dünyanın hangi köşesinde kendilerine alan açmıyorlar ki?
Yamalı Güvenlik
Belçika’nın çok parçalı yönetim modeli nedeniyle maalesef güvenlik açısından zaafları olan bir ülke olduğu bilinen bir konu. Brükselliler güvenlik açığı nedeniyle yaşadıkları bireysel olayları ve devletin bunlara karşı umursamaz tavrını birbirlerine şaşkınlık içinde anlatırlardı yıllardır. Benim bile hafızamda bir kaç benzer olay vardır. Paris saldırılarıyla meselenin bireysel deneyimlerin ötesinde bir ciddiyette olduğunu tüm dünya ile birlikte gördük.
Paris saldırılarından sonra Brüksel’de güvenlik seviyesinde kırmızı alarma geçilmiş, insanların evlerinden mümkünse çıkmamaları istenmişti. Bir intihar bombacısının kentin bir noktasında kendisini patlatması beklentisi zaten artmış olan güvenlik güçlerinin görünürlüğünü daha da artırmıştı, özellikle AB kurumları ve diplomatik temsilciliklerin olduğu yerlerde. Ardından alarm seviyesi düşürülmüş olsa da Brüksel’e bir saldırı olacağı biliniyordu. Ne zaman ve nerede olacağını ise kimse bilemezdi. Belçika Başbakanı Charles Michel de “Korktuğumuz gerçek oldu” dedi ilk açıklamasında. Diğer taraftan Belçika toplumu her kesimi ile terör karşısında birlik, dayanışma ve direnç konusunda iyi bir sınav verdi. Demokratik olgunluk ve siyasal sağduyuları sağlam bir toplum.
Bombaların patlattığı siyaset
Avrupa Birliği Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini “Ortadoğu’nun her gün yaşadığı acıyı Avrupa ve Avrupa’nın başkenti çekiyor” açıklamasını yaparken gözyaşlarını tutamadı. Avrupa için Brüksel’in Belçika’nın başkenti olmanın ötesinde simgesel bir anlamı olduğu açık. 22 Kasım’ın Avrupa’nın 11 Eylül’ü olarak tanımlanmaya başlanmasının sebebi de bu. Bu tanımlama tarihin akışında belki doğrulanır. Sonuçta artık önümüzde, geçmişten farklı bir Avrupa olduğu açık.
Küreselleşmenin iyi yönetilemediği, toplumların kendi içinde parçalandığı günümüz dünyasında şiddet tırmanıyor. Terör sınır tanımıyor. Uluslararası siyasetteki liderlik eksikliği, çözüm üretme kapasitesindeki daralma sorunların büyüyerek patlamasına neden oluyor. Popülist ve aşırı hareketler siyasi yelpazenin hangi tarafında olursa olsun bu ortamdan en fazla faydalananlar oluyor. Ortadoğu’daki kanama durmadıkça, kimin hedef olduğuna bakmaksızın terör örgütlerinin beslendiği ortak ağlar yok edilmedikçe ve güvenlik politikalarının ötesine geçen gerçekçi, eşitlikçi politikalar hayata geçirilemedikçe Avrupa’da huzuru yeniden inşa etmek güç görünüyor. Bu gerçeğin de ötesinde, 21. yüzyılda hızlı değişimler yaşıyoruz. Dijital ekonomi ile iklim değişikliği ile beraber demokrasi de değişmeli. Terör de bu değişimin kötü yönetilen siyasal boyutunun bir ürünü. Çözüm ekonomide olduğu gibi siyasette de yenilikçilik.