Saint-Josse-ten-Noode belediyesinin önünden Schaerbeek yönünde geçinde solda bir park bulunur.
O sokağı dümdüz takip ederseniz tek yönlü bir sokak olan rue de la Limite'e girersiniz.
Bu sokağı yukarıdan inen rue du Moulin dikeylemesine keser.
İşte o Moulin-Limite sokaklarının oluşturduğu kavşağın sağ alt köşesinde heybetli çirkin bir bina vardı.
Her katında bir Emirdağ'lı ailenin oturduğu heybetli, çirkin, bakımsız, dört veya beş katlı bir bina.
Ben ise rue du Moulin, 77 numaralı evin ikinci katında yalnız otururdum.
Altımdaki iki katta Belçikalı bir bekar bir çift ile yalnız yaşayan tıp öğrencisi Jean-Michel Lambermont otururlardı.
Tam karşımızda da Karacalar köyünden nam-ı diğer güleryüzlü "Onbaşı" ve ailesi otururdu.
Yanılmıyorsam uzun kızıl saçları örgülü, çilli, güzel yetişkin bir kızı vardı…
Ben o zamanlar Woluwé-Saint-Lambert'deki UCL kampüsünün üniversite konut servisinde memurdum.
Her gün place Madou'ya kadar gidip metroyu alır, işime gider ve gelirdim.
Ve her seferinde rue de la Limite köşesindeki o heybetli, çirkin, bakımsız binanın önünden geçerdim.
Beni tanımadıkları için ve belkide fizyolojik olarak bir Türk'e benzetemedikleri için, kapı önünde oturup sohbet edip, elişi yapan ve çocuklarını havalandıran bina sakini kadınlar hakkımda atıp tutarlardı.
Türk olduğuma ihtimal vermedikleri için ileri geri konuşurlardı.
"Ne sessiz gı şişman gavur, kafasını galdırıp kimseye bakmıyo !" derlerdi.
Ve ben hiç aldırış etmeden yoluma devam ederdim.
Ta ki düşen çocuklarını kaldırıp Türkçe olarak sevdiğimi ve sakinleştirdiğimi duyana kadar.
Çok mahçup olmuşlardı ; hiç unutmam…
***
Ve o meşum, o lanet olası, o unutulmaz günü gördüm.
24 Nisan 1982 gününü.
O önünden geçtiğim heybetli, çirkin, bakımsız, Emirdağlı, beni "gavur" sanan, Türk kadınlarının oturduğu binanın yangına maruz kalıp çöktüğünü görmez olaydım.
14 tane Türk canının yanıp kül olduğunu duymaz olaydım.
Müthiş, inanılmaz, anlatılması güç bir manzaraydı ikinci kattaki evimin penceresinden baktığımda gördüklerim.
Merhum Kral Baudouin ilk kez gergin gördüğüm devamlı gülümseyen yüzüyle orada, aşağıda, halkın arasında, içinde, yanındaydı.
Göçmenliğin acısını paylaşarak, insanlıkla kucaklaşıyordu.
Türklerin gönlünü fethediyordu.
Saint-Josse-ten-Noode'un unutulmaz belediye başkanı merhum Guy Cudell majesteleri Kral'a birşeyler anlatmaya çalışıyordu.
İtfaiye erleri canla başla koşuşturup kalan canları ve ölen canlardan kalanları kurtarmaya çalışıyorlardı.
Tam bir ana-baba günü yaşanıyordu.
Nutkum tutuldu ; ne yapacağımı şaşırdım.
Sebebi o gün bu gündür anlaşılamadı.
Apar topar aşağıya indim.
Belediye başkanına kimliğimi sundum, yeminli tercüman olduğumu ve emirlerine amade olduğumu beyan ettim.
Zira o dönemlerde iyi dil bilen sayısı oldukça azdı.
Kim, niçin, nasıl soruları yanıtsız kaldı.
Yangından sağ kurtulmayı başaran, mucize kuşunun başına kondukları arasından sevgili Halis Kökten ve ailesi de vardı.
Demek o ki ecelleri henüz gelmemişti.
***
24 Nisan 1982 yangınında hayatını kaybedenleri rahmetle anıyorum.
Tanrım böyle acılar yaşatmasın bir daha Belçika Türk toplumuna. Ve hiç kimseye…
Ölenler için dua dışında yapılacak fazla birşey yok ne yazık ki…
Sağ kalanlar ise sayısız fırsatlar yakaladılar Türk olduğumu öğrenmek için…
Sağ kalanlardan biri de yılların yeminli tercümanı olan bendenize "cebe"nin bilezik anlamına geldiğini öğretti…
Bir avukatın yazıhanesinde, tercümanlık yaptığım bir esnada.
"Hay sana tercümanlık yetkisi verenin ….sını" fırçasını yiyerek.
Suçum hayatımda ilk kez işittiğim "cebe" sözcüğünün anlamını bilmemek ve öğrenmek amacıyla sorma dürüstlüğünde bulunmuş olmamdı !
İşte o nedenlerdir ki her 24 Nisan günü ben de Emirdağlıyım !..
Yakup YURT © Belexpresse.be
Brüksel, 24 Nisan 2008