Haberin yayım tarihi
2013-01-18
Haberin bulunduğu kategoriler

Birand'ın ardından.

©Nusret Özgül

Zamanla insanın ruhundan kopup giden parçalar vardır.

Ki…

O ruhun « puzzle » parçalarıdır !

O parçalar kayboldukça, insan kendisini çok daha yalnız hisseder.

Özel aile yaşamım dışında çok az kişi vardır ki, fani yaşam sahnesinden zamansız reverans çekip gitmesi, o parçaların yerini hiçbir zaman doldurdurulamayacak şekilde boş bırakmıştır.

Barış Manço gibi…

Mithat Perin gibi…

Gökşin Sipahioğlu gibi…

Ve,

MAB gibi…

Oysa, Ayşe Arman yaptığı son röportajlarından birinde, ingilizce şunu demişti ; Birand Forever !

Yine bir başka makalesinde ; Ölümle kavga etmemeliyiz, başlığını atmıştı !

Her ikisinin de doğruları var. Birand öyle unutulacak bir isim, kişi değil, başlıbaşına bir « fenomen »dir !

Ekoldür, ve herşeyden önce insan gibi insandır…

Dı’dı yazmaya elim varmıyor ki!

Ölümle de kavga etmiş, kimi vakit okul arkadaşı MİT eski müsteşarı Şenkal Atasagun’un girişimi sonucu, « derin devlet » tarafından öldürülmekten kurtulmuş ; kimi vakit de o eşsiz mücadeleci gücüyle kansere karşı direnmiş ve ‘ölüm benden korksun’ demeye getirmiştir !

Ölüm meleği gücenmiş olmalı ki, son sözü söyleyenin kim olduğunu kanıtlamak istedi…

Birand ile Brüksel’de 10 yıl kadar birlikte çalıştım. Şimdi « Timsah Gözyaşları » döken Aydın Doğan sayesinde birbirimizden koparıldık. Hiç unutmam, Aydın Doğan Avrupa Komisyonu’nun şimdi yenilenmiş eski binasının basın salonuna gelmiş ve tanışmıştık. Abdi İpekçi’nin katledilmesi ardından, bana ağır gelmişti yeni bir « patron » ile el sıkışmak. Zaten mutlaka yüzümden okumuştur !

Brüksel Bürosu’nun iki kişiye ihtiyacı yok, deyip geri dönmüştü. Nusret Özgül Milliyet’e ne kadar yük getiriyor, ne gibi zararlar veriyor diye sormaksızın !

Oysa 70’li yılların başında yazdığım ve yanında çalışmak istediğimi bildirdiğim mektupla başlayan o on yıllık süreç, Nusret Özgül’ün kimi vakit kendi cebinden ödediği masraflarla ve Milliyet’den haber başı aldığı önemsiz miktardaki kaşelerle, bir tür özel okul eğitimiydi. Zira, ekolün başında Mehmet Ali Birand vardı ve her türlü masrafa değerdi, alınan eğitim…

Bu yazıyı yazarken, düşündüm de birlikte çekilmiş tek bir resmimiz var mı, ekleyeyim istedim.

Yok !

Tek resim bilmem kaç yılında – ben Hürriyet’te çalışıyorum – SHAPE’teki askeri delegasyonun düzenlediği 29 Ekim Cumhuriyet Kutlaması Balosu’nda bizleri kadraja sokmuş !

Başkası da yok…

Büyük eksiklik !

İnsanın ruhundan bir parça kopup gidiyor ve kaybolan parçanın birlikte çekilmiş fotoğrafı bile bulunmuyor.

Elimizden hiç düşürmediğimiz Pentax fotoğraf makinesinden ne O’nun aklına gelmiştir, ne de benim, birlikte aynı kareye girdiğimiz bir resim çekmek !

Ne, ilk tanıştığım ve o yıllarda Rue de Belle Vue sokağındaki evinin mutfaktaki « ofis »inde, ne sonradan taşındığı Av.Emil de Mot’taki evinin büro olarak kullandığı çatıdaki hizmetçi odasında ne de satın aldığı Av.Franklin Roosevelt’e açılan bir caddedeki penthouse aparmanının bürosunda…

Oysa bu üç ofis de unutulması zor anılarla doludur. Av. Emil de Mot’un 6 metrekarelik « hizmetçi odasında » – o zamanlar ne tv vardı ne de trt radyo – Milliyet merkezden teleksle gelen seçim sonuçlarını telefonla arayan Türklere aktarıyorduk. Hani Ecevit’in tek başına iktidar olacak kadar oy topladığı ilân edilip, ilerleyen saatlerde düşüşe geçmesi ile düş kırılığı yaratan seçimler… Üç gün üç gece kısa kestirmeler dışında uyumaksızın…Birand o yıllarda katıksız Ecevit’çi idi !

Penthousedaki ofisinde ve aparmanında ise genelde iki kişi vardı; bendeniz ve dadısı Gogoş ! Cemre yenge Nato’da çalışıyor, MAB de sürekli yurtdışında dolaşıyordu. Milliyet’in başına geçmek için gitti İstanbul sürecinde, büroya sıkça uğrar mektup, teleks ve o yıllarda evlerde ender bulunan telesektere bırakılan notları dinler ve kendisine yine teleksle iletirdim. Arkasından az mı oynamışlardı, Brüksel’e « muhabir » olarak geri dönmesi için !

Hürriyet’li yıllarda da ilişkimiz kopmadı. Bir gün kendisini karşılamak için gittiğim Zaventem Havalimanı’nda – gazeteci kartımızla uçak kapılarına ve hatta aprona girmemize bile izin veriliyordu – yürüyen halıda sohbet ederken kendisine, Hürriyet’e geçtiğimi söyledim. Ki, Milliyet ile hiçbir ilişkim kalmamış, Anka Ajansı’na haber geçiyordum; yüzünden hoşnut olmadığının izlerini gördüm. Hiçbir zaman da kendisine sormadım. Niçin? Kendisine bir « rakip » olacağımdan mı çekinmişti, hiç sanmam zira Birand rakipsizdi ve meyveli ağacın taşlanması gibi, herkes O’nunla uğraşırdı. Askeri de sivili de Brüksel’deki kimi gazeteciler de !

Diplomasi ruhu Birand’ın içine işlemişti âdeta. Zaten en iyi arkadaşları da ya Galatasaray’dan ya da dışişlerinden idi. Hani derler ya, ‘şeytan tüyü var’ diye, herkesi mıknatıs gibi çekerdi kendisine. Tek bir kez küfür ettiğini, beni isyan ettiren kimi durumlarda, öfkelendiğini dahi görmedim.

Brüksel yıllarında, bugün AKP’nin hava attığı demokrasi ve özgürlükler alanında ilk mücadele verenlerin arasında gelirdi. Üniversiteye gitmemiş olması nedeniyle çok istediği halde Ecevit’in Dışişleri Bakanı olamadı. Oysa o koltukta oturmayı eminim çok arzuluyordu.

Bir işe yarıyorsa, ben hakkımı helâl ediyorum ağabey. Ama bu kadar çekip gitmesi gereken it-uğursuz varken, şu barış sürecinin nasıl sonuçlanacağını bile göremeden aramızdan ayrılmanı, diğerlerini bilemem ama ben kendime yediremiyorum.

Ecevit’in deyimi ile, sindiremiyorum…

Ruhun şâd olsun. Cemre yengeme, Umur’a, Karacanlar’a ve tüm dost ve arkadaşlarına başımız sağ olsun diyorum. Sabır diliyorum.

Tarihin bir sayfasını daha çevirmekten son derece mutlu olmalıdır, ölüm meleği…

Düşmanlarını da sevindirdiğinin bilincinde olarak !

Brüksel, 17 Ocak, 2013.

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.