Türkçe Öğrenmek ve Almanca Eğitilmek Arasında İki Yarım Dilli Toplum
Sahra Şahin’in Kaleminden
Avrupa’da yaşayan Türk çocuklarına ülkelerine kesin dönüşlerinde kolay uyum sağlamaları için 1977 A.K. Kararı ile Türkçe öğretimi başlamıştır. Yaklaşık 40 yıldır ek ders olarak verilen ve sınıf geçme değeri olmayan Türkçe Dersi son dönemlerde gelişmelere bağlı olarak tartışma konusu edilmiştir. Her kesimden politikacılar, dersin “dinî ve millî duygu oluşturulmaya yönelik”, “köken ülkelerinin çocuklarımıza ideoloji aşılamalarına müsaade etmemeliyiz”, “uyumu engelleyen veya siyasi propaganda kapsamına giren hiçbir şey kabul edilemez”, “Göçmenlerin ana dilinin desteklenmesi, bölünmüş kişiliklerin ve paralel toplumların oluşmasına neden oluyor”, “Anadil eğitimini desteklemek Almanya için tehlikeli olacaktır” tezleri kapsamında uyuma engel olduğu gerekçeleri ile kaldırılmasını istemektedirler.
Avrupa ülkelerinin yeni yeni tartışma konusu edindiği anadil meselesi Türk Toplumunun yıllardır kimlik ve kültür bağlamında ele aldığı ancak istenilen düzeyde bir zemine oturtamadığı bir konudur. Öyle görülüyor ki Türkçe, ekseriyetle sadece çocukların öğrenmesi gereken bir okul dersi olarak anlaşılmaktadır. Büyükler için Türkçe’nin temel iletişim ihtiyacı dışında bir karşılığa tekabül etmediği anlaşılıyor. Bu anlayış, Türkçe’nin öneminin Türkiye ve Avrupalı Türkler tarafından tam olarak anlaşılamadığını, bazı kesimler tarafından da yanlış tartışıldığını göstermektedir. Her iki durumda da fatura gelecekteki Avrupalı Türk nesline kalacaktır.
Hâlbuki gerçekte Türkçe aidiyet, kimlik, kültür ve bir gelecek inşasıdır. Varoluşsal bir meseledir. İnsanın doğumdan sonraki ikinci varoluşudur. Yani, takdiri ve gayr-i iradi bedensel varoluştan sonraki ikinci oluşu olan ve iradi olan “sosyal varoluşu” dur. Bu da en başta dil ile gerçekleşen sürecin adıdır.
Türkçe öğrenilmesinden kasıt, Dil’in iki işlevine de hâkim olmaktır. Birincisi, bir dilin yazı, konuşma ve iletişim dili olarak öğrenilmesi ile birlikte, o dilin ait olduğu kültür ve coğrafyayı öğrenmek ve ona olan aidiyeti güçlü ve sürekli kılmaktır. İkincisi de üslup meselesidir. Bundan kasıt, hayatımızı bütün boyutları ile işgal ederek dönüştüren, yöneten, belirleyen, biçimlendiren ve kontrol eden ultra kapitalist/ seküler/ liberal gibi yapı bozucu anlayışlar üzerinden kurmak değil, kendimize özgü, davranış, değer, duruş ve ilişki tarzlarımızı oluşturmaktır. Bu çerçevede bir dilin o toplumdaki zihniyet ve kültür değişimine etkisini temellendirmek için Türkçenin kısa tarihine bir bakmak faydalı olacaktır. Binlerce yıllık tarihe sahip Türkçe dünyada 350 milyon ile en çok konuşulan 6. dildir. Türkçe, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Arapça ve Farsça’ya karşı bir varlık mücadelesi vermiştir. Selçuklularda resmî yazışma ve edebî dilin Farsça, ilim dilinin Arapça olmasına bağlı olarak Türkçe geri kalmıştır. Bu nedenle bugün elimizde bu döneme ait çok az sayıda Türkçe kitap mevcuttur. Buna karşın 1072 yılında Kaşgarlı Mahmut, Türkçe`yi savunmak için Dîvânü Lûgati`t-Türk’ü kaleme almıştır. Selçuklu sonrası Beylikler döneminde Beylerin Türkçe kitap yazan âlimleri korumaları, âlimlerin zorlanma ve ayıplanma pahasına da olsa Türkçe eser yazmaları neticesinde Türkçe önem kazanmağa başlamıştır. Özellikle 13. ve 14. yüzyıllarda yaşayan Yunus Emre, Gülşehri, Âşık Paşa gibi şairler Türkçecilik şuuruyla hareket etmiş ve mükemmel eserler meydana getirmişlerdir. Buna karşın, Farsça`yı edebî dil olarak kabul eden Anadolu ve Orta Asya Türkleri arasında Farsça`nın etkisi büyük olmuş, dönemin âlimleri eserlerini Farsça kaleme almışlardır. Osmanlı Devleti ise Selçukluların aksine Türkçe‘ye önem vermiş, resmî yazı dilini Türkçe yapmış, 14.-20. yy arasında da pek çok Farsça ve Arapça kelimeyi Türkçeleştirmiştir. Namaz, Abdest vb. Arapça ve Farsça, Türklerin zihin ve kültürü dünyasını etkilemiş, kanaatimce bu durum Türklerin itikaden Matüridi mezhebine bağlı olmalarına rağmen pratikte Eş‘ari gibi hareket etmelerine sebep olmuştur. 15. yüzyılda Türkçe`nin düştüğü duruma üzülen büyük Türk şairi, edibi ve tarihçisi Ali Şir Nevâî, Türkçe`nin Farsça`dan üstün olduğunu ispat için Muhâkemetü`l-Lugateyn kitabını yazarak Türklerin ve Türkçe’nin yolunu açmıştır. Ondan önce çekinerek Türkçe eser yazan âlimler, ondan sonra çekinmeden Türkçe eser vermeye başlamışlardır. 1930`lardan sonra başlayan öz Türkçecilik hareketi Türkçe’nin tarihi süreçte kazandığı derinliği ve hafızayı kaybetmesine sebep olmuştur. Türkçe, bugün de dünyada akademik kabul, Batı dilleri karşısında edilgen olması, kavram üretme sıkıntısı gibi bir takım sorunlara sahiptir. Türkçenin Türkiye’de de problemleri çoktur. Yüzlerce Türkçe kelime can çekişmekte, yerini transfer kelimelere kaptırmaktadır. Türkçe, ne yazık ki öz yurdunda da gariptir.
Bu tarihi bilgilerden sonra, asıl konumuz olan Avrupa’da Türk Toplumunun geleceğinde Türkçenin rolü ve önemi, Avrupa Türk Kimliğinin kurucu unsuru olarak bir kimlik ve kültür inşasındaki etkisini, yani Türkçenin dönüştürücü ve yapıcı rolünü tartışmak istiyorum.
Türkçe, Avrupa’nın belli ülkelerindeki okullarda haftada bir kaç saat yabancı dil olarak öğretiliyor. Bu kadar kısa sürede öğretilen bir dilin bir kültür dili olarak öğrenilemeyeceği açıktır. Dil kültürün yeniden üretimini sağlamada en temel aracıdır. Dil yoksa kavramlar sistemi ve düşünce yoktur. Düşüncenin belirleyicisi olarak dil hayat boyu bir gerçeklik üreticisidir. İyi bir dile sahip olamayan bir toplumun gerçeklik ile derinlikli bağ kurması ve nitelikli bir toplum olması mümkün değildir. Bu çerçevede, Türkçe’nin Avrupa Türkleri için ne ifade ettiğini ve oynaması gereken rolü tespit için şu sorular tartışılmalıdır.
1. Bir toplumu özgün olarak var eden ve diğer toplumlardan ayıran şey nedir?
2. Avrupalı Türk Toplumu (ATT) özgün kimliğinin gelişiminde en önemli araç nedir?
3. Çocuklarımız hangi dilde rüya görüyorlar?
4. ATT kimliğinin kurucu kavram ve terimleri oluşuyor mu?
5. Türkçe kavram ve terimleri taşıyabiliyor muyuz? Çocuklarımız onları anlayabiliyorlar mı?
6. Yeni nesiller, bütün işlerini ikinci dilleri ile görüyorlarsa Türkçeye ihtiyaçları var mı?
7. Avrupalı Türk bireyi için sağlıklı, üretken bir zihin ve düşünce yapısı hangi dil ile oluşur?
8. Avrupa Türk Edebiyatı oluşturulabilir mi? Çocuklarına Dede Korkut okutan var mı?
9. Çocuklarımız fıkralarımıza gülüyor, ebeveynlerinin duygu dünyasını anlayabiliyor mu?
10. Türkçe, Türk değerler dizisidir. Türkçeyi bilmeyen nesiller, geçmişlerini nasıl okuyacaklar?
Avrupa’daki Türk Çocuklarının Dil Gelişimi ve Türkçe Öğretiminin Pratikleri
Türk çocukları genellikle Türkçeyi taşra Türkçesine sahip ebeveynlerin basit bir iletişim dilini kullandıkları aile ortamında öğreniyorlar, sonra tanıdık çevre, dernekler, Türk TV’leri ve sosyal medya üzerinden geliştiriyorlar. Evlerde çoğunlukla ikinci nesilden itibaren karışık bir dil, bazı evlerde Türkçe, bazı evlerde de ikinci dil konuşuluyor. Arkadaşlar arası karışık bir dil kullanılırken Türk gençleri arasında giderek ikinci dilin daha yaygınlaştığı görülmektedir.
Prof. Cemal Yıldız, Prof. Mustafa Çakır, Doç. Yusuf Adıgüzel, Tolga Korkut ve Kutlay Yağmur’un yaptığı araştırmalarda şu bulgu ve tespitler elde edilmiştir: Ana dili çocuğun kimlik ve zihin gelişiminde en önemli etkendir. Anadili eğitimi 6 yaşına kadar tamamlanır, sonrasında geliştirilir. Yurtdışında çok dilli ortamlarda yetişen bir çocuğun kimliğini koruyabilme, sağlıklı düşünme, doğru anlama, karşılaştığı durumlara uyum sağlayabilme için ana dili çok önemlidir. Önce öğrenilen ana dil, ikinci dilin öğrenilmesinde de belirleyicidir. Bu bakımdan ikinci dilin yanında birinci dilinin de desteklenmesi elzemdir. Bu görüşü beyin üzerinde yapılan araştırmalar da desteklemektedir. Ayrıca, konuşulan dil Avrupa’daki Türkiye kökenliler üzerinde sosyolojik araştırma ve analizler için de en önemli araçtır.
Türkçe, bugün Avrupa’da 5 milyonu aşkın insan tarafından konuşulan en büyük azınlık, İngilizceden sonra da en çok kullanılan ortak dildir. Bununla birlikte Türkçeye olan hâkimiyetin birinci kuşaktan üçüncü kuşağa geçiş sürecinde azalmaya başlaması Türkiyeli göçmenlerin kültürel kimliğinin yaşatılması ve yeniden üretilmesi için bir tehdit unsuru olmaktadır. Zira dildeki dönüşüm, toplumun kültürel yapısının dönüşümüdür. Avrupa ülkelerinde konuşulan Türkçe, çoğunlukla kırsal kesimden göçün ve Türkiye Türkçesinin gelişiminin dışında kalınma nedenleri ile standart bir ulus dili olmayıp yöresel karakter taşımaktadır.
Bunun yanı sıra, sosyo-kültürel açıdan nispeten kapalı bir çevrede, tekdüze yaşam içinde Türkçenin iletişim dili olarak yeterince kullanılamaması ve çocukların büyük kısmının aile içinde sağlıklı dilsel etkileşim olanağı bulamaması yeni kuşakların düzgün bir Türkçe öğrenebilmesini engellemektedir. Çocuklar ev dışında ikinci dillerini konuşmakta, anadillerini ise sadece ev içinde, ebeveyn ve akrabaları ile temel iletişim ve ihtiyaçlar çerçevesinde daha çok buyurgan ve asgari bir seviyede kullanmaktadırlar. Bunun sonucunda Almanların Zweisprachige Analphabeten (iki yarım dilli) dedikleri, dilsizlik olarak da görülebilecek yarı dillilik gibi bir tehlike ile karşı karşıya kalınmaktadır. Yarı dillilik, bireyin ruhsal dünyası ve tüm eğitim hayatını negatif etkilemektedir. Nitekim ergenlik döneminde ebeveynleri ve akranları ile arasında oluşan dilsel boşluğun duygusal boşluğa dönüşmesi ile çocuklar ebeveynlerine ve okullarına hızlı bir biçimde yabancılaşmaktadırlar.
Bir başka bulguya göre, doğuştan itibaren anadilinde değil de sadece ikinci dilde desteklenen öğrencilerin büyük bölümü okul derslerinde zorlanmaktadır. Eğitim sürecinde öğrencilere “kendine güven” ve “kendinden emin olma” duygularının geliştirilmesi hedeflenirken, mevcut uygulamalar sonucunda göçmen öğrencilerde “aşağılık” duygusu gelişmektedir.
Son durumda, Batı Avrupa’da Türkçe öğretimi çok karmaşıktır. Son hali ile Türkçe derslerinin durumu hiç yoktan hallicedir. Yani okullarda Türkçe eğitim yok gibidir. Avrupa genelinde anadili eğitimi derslerinin kalitesi genellikle düşük olduğu için her geçen gün ona olan talep de azalmaktadır. STK’larda verilen Türkçe kursları folklorik seviyededir.
Türkçe’nin Avrupa’da Psiko-sosyal Alandaki İşlevi
Avrupa’daki Türklerde dilin de etken olduğu şu tür psiko-sosyal tezahürler ortaya çıkmaktadır.
Psiko-somatik rahatsızlıklar: Türklerde strese dayalı çok sık psiko-somatik rahatsızlıklar görülmektedir. Kas, boyun, eklem ve baş ağrıları gibi. Yine Türk kadınlarında anti-depresan kullanımı yüksektir. Bunların temelinde kendini ifade edememenin rolü büyüktür.
Kültür odaklı yaklaşım: Avrupa’da Türkler üzerine yapılan sosyal araştırmalar kültür odaklı olmadığı için doğru sonuç vermemektedir. Gelin Kaynanan kavgasını Alman düşüncesi ile yetişen bir psikoloğun çözmesi mümkün olmamaktadır. Yine psikolojik rahatsızlığı olanların ve intihar riski taşıyanların bu nedenle tedavilerinin sonuç vermediği bilinmektedir.
Kriminal Riskler: Alman ve Türk gençlerinin yaptığı kavgalarda bariz bir fark göze çarpmaktadır. İki Alman kavga ederken her türlü sözlü ifadeye karşın yumruğa başvurmazken Türk gençlerinin kavgalarının sonunun yumruklaşma ile bittiği malumdur.
Anadil Asimilasyon ilişkisi
Kavramlar doğdukları kültür, inanç ve dünya görüşünün kodlarını taşırlar. Bir dilde başka bir düşünceye ait kavramlar çoğaldıkça o dilin özgün kavramlarının düşünce dünyası yok olur. Sosyolojik bir geçeklik olarak yabancı bir dil öğrenen insan, o dilin arkasındaki kültürü ister istemez almakta, böylece o dili konuşan milletlerin tarihini, kültürünü, yaşayış biçimini de göreceli olarak özümsemektedir. İngilizce vasıtasıyla, İngiliz ve Amerikan kültürü, tarihi, hayat biçiminin birçok milleti etkisi altına alması gibi. Türkiye’de İngilizce, Fransızca ve Almanca eğitim veren okullardan mezun olanların yaşam, düşünce ve davranış tarzları da bunun örneklerindendir. Burada yapılan en büyük yanlış ise, İngilizce öğretmek ile İngilizce eğitim vermenin karıştırılmasıdır. Bu da kendi kültürüne olan bir yabancılaşma doğurmaktadır.
Almanya’da giderek devlet politikasına dönüşen, göçmen kökenlilerin dil, din ve kültürel değerlerini “tehdit” gören, çok kültürlülüğe mesafeli, dışlayıcı bir etno-kültürel ulusçuluk hâkim olmaktadır. Uyum adına onların ana dillerini sistemli ve düzenli olarak konuşmaları ve öğrenmeleri engellenirken, zamanla ortadan kalkmasına zemin hazırlanmaktadır. Yıllardır birlikte yaşadığı Türkiye kökenlilerin ana dillerini öğrenmelerinin önü dolaylı olarak kesilmektedir. Çoğu görüşe göre, “Alman ulusunun birliğini bozduğu” inancıyla dışlanan Türklerin marjinalleştirilmesi, alt sınıflaştırılması parya patolojisi doğurma riski taşımaktadır. Böyle bir patolojinin yıkıcı olduğu ve anormalliklere yol açtığı bir gerçektir.
Düşünce, Kimlik, Kişilik, Kültür, Bilgi Üretimi ve Toplum Olma ile Dil İlişkisi
Konfüçyüs bir toplumu düzelmek için; ‘İşe dil ile başlar, önce dili düzeltirdim. Dil düzgün olmazsa hiç bir şey düzgün olmaz’ der. Dil, düşünce ve dünya ilişkisi üzerinde çalışan Wittgenstein, dilin benlik, kişilik, bireysellik ve kimliğin oluşumundaki rolünü çok önemser. Heidegger dili, insanın varlığını oluşturucu bir etkinlik olarak görür. Bütün bu anlatılanlar üzerinden dilin toplumsal rolü ve işlevlerini şu şekilde özetleyebiliriz. Dil; sermayedir, sempatidir, doğru itikattır, düşünce ve kültür üretir, öğreticisidir, geliştiricidir, düzendir, hafızadır, anlatabilmedir, sosyalleşmedir, perspektiftir, psikolojik tatmindir, özgüven ve huzurdur, öznelliktir, akıldır, aidiyettir, insandır, insanidir, ulus ve uygarlık kurucudur. Kişilik, benlik, bilinç, şuur oluşturur. Yaşamın yeniden üretimini sağlar. Sosyal seviyenizdir. Diliniz kadar düşünce ve sanat üretebilirsiniz. Marjinalleştirme, alt sınıflaştırma, ötekileştirme, gettolaştırma, başkalaştırma, şeyleştirme ve hiçleştirmenin panzehridir. Dilsiz toplumlar arkaik toplumlardır. Özetle dil, sadece ihtiyaçları ifade eden bir aracı değil, bir bireyin, grubun, toplumun, milletin, ümmetin ve dünyanın yaşayacağı hayatı ören anlam ve zihin dünyasını şekillendiren en önemli vasıtadır. Hülasa, dil var olmaktır.
Avrupa’nın Türk Kültür Burjuvası ve Avrupa Kültür Endülüs’ü
Toplumun tümünün iyi dil kullanması hiçbir toplumda mümkün olmamıştır. Ancak, toplumu şekillendiren özellikle, düşünce, edebiyat ve sanat alanında bir kültür burjuvası olması gelişmiş toplumlar için ideal durumdur. Avrupa Türkleri için de elzem meselelerden birisidir. Mümkün mü peki? Zamanla neden olmasın. Eğer bu yönde bir iddianız, bir idealiniz yoksa geleceğe atacağınız bir adım da yok demektir. Kurucu kültürlerin idealleri her daim ufku geniş olmalıdır. Artık yoksulluk ve göç kültürü yerine yerleşik toplum, sınıf toplumu, katılımcı ve temsil kültürü olan bir toplum dili oluşturmak zorundayız. Araba PS’lerini ve modellerini konuşmak yerine, Avrupa’daki meclislerde Türkler adına yapılanları, Avrupa Türk Tiyatrosunu, Türk romanını, Türkçe kabareyi, Türk filmlerini konuşabilmeliyiz. Türklerin neden filozof çıkaramadığını, dilin bundaki etkisini konuşmalıyız. “Avrupa’da nasıl bir dil kullanalım ki zihnen ve fikren bölünmüş olan toplumumuzu asgari müştereklerde bir araya getirebiliriz”i konuşmalıyız. Bunu yapamaz isek parya, getto, reaya kültürüne şimdiden hazırlanmamız gerekiyor. Türkçemizi kaybedersek, Türklüğü de kaybetmiş oluruz.
Peki, Avrupalı Türkler neden bir Kültür Endülüs’ü olmasın? Bu mümkün olabilir mi?
Emperyalist Batı kültürü içinde kendine yabancılaşan, yozlaşan ve metalaşan, yine bir alt kültür ve bir alt/getto sınıfı olarak şekillenen ve bunu benimseyen bir Türk neslinin oluşması istenilmeyen bir durumdur. Bu zihni, fiziki ve her türlü sömürüdür, köleleşmektir, bilincimizin sömürgeleşmesi, zihnimizin körleşmesidir. Batı’ya ve dünyaya mutluluk getirmeyen kolonyal felsefenin arkasından koşmak yok oluş anlamına gelecektir. Bundan çıkış Türkçenin çıkışına bağlıdır. Başka yönden bakıldığında, Doğu ile Batıyı kaynaştırma ve yeni bir sentez sunma gibi bize yepyeni fırsatlar sunan bir pozisyona da sahibiz. İki aidiyet arasında a’rafta kalmak yerine Endülüs gibi neden kendimize özgü bir edebiyat, roman ve felsefe üretmeyelim? Türkler zihin açacak, yol gösterecek, insana dokunacak, medeniyete ışık tutacak fikirler ortaya koymalı, tezleri ile başkalarına da yön verebilmelidir. Bunu yapamaz isek, sadece 300 civarı oryantalizm merkezi ile Ortadoğu toplumlarını şekillendiren Almanya’nın, ülkelerinde yaşayan Türkleri dönüştürüp asimile etmesine biz de katkı sunmuş oluruz. İçinde bulunduğumuz bu dönemin önünü ve arkasını tartışmamız gerekmektedir. Kabarecisi Volker Pispert, Hagen Ritter, yazar, politikacı, aktivist Jürgen Todenhöfer gibi hem Batı hem Doğu hakkında alternatif düşüncelerimizi söyleyebilmeliyiz. Ultra Liberal sistemin insanlığı sürüklediği noktayı tartıştırmalıyız. Peki, bu nasıl olacak? Dil, düşünce ve felsefe ile. Tıpkı dünün Parya Yahudilerinin yaptığı gibi…
Tespitler ve Değerlendirmeler
Dilbilimcilere göre “Anadilleri dışlanan çocuklar kendi dillerini iyi öğrenemezken yabancı dilleri de iyi öğrenememektedirler.” Avrupa’da Türkçe’nin anaokulundan üniversiteye eğitim müfredatının her safhasında ana dili olarak yer alması, Türkçenin varlığı için hayati değerdedir.
Türkçe’nin Avrupa dilleri arasında kurallı, düzgün ve canlı bir biçimde varlığını sürdürebilmesi için, Almanya ve Türkiye’nin etkili bir program uygulaması, sivil toplum kuruluşları, aileler ve genç kuşakların da ana dillerine gereken hassasiyeti göstermeleri çok önemli olacaktır.
Türkler Tarih boyunca göçe bağlı olarak dilleri ile bir mücadele içinde olmuşlardır. Avrupa’da Türkçeye yaklaşım aşağı yukarı İslam’a yaklaşım ile benzerlik göstermektedir.
Köken dilinin öğretiminin ihmal edilmesi, sonucu önceden kestirilmesi mümkün olmayacak toplumsal sorunlara yol açacaktır. Çünkü köken dili, Almancanın iyi düzeyde öğrenilmesine, öğrencilerin akademik gelişimlerine ve okul başarılarına çok olumlu etki yapmaktadır.
Avrupa Türkleri eksik ve başarısız bir kültürlenme süreci yaşamaktadır. Bu nedenle bölünmüş kişilikler artmaktadır. Bunu ilk iki nesilde az görülen genç ve orta yaş intihar oranlarının yeni nesillerde artmasında görmekteyiz. Bunun dil ile ilişkisi sorgulanmalıdır.
Avrupa’daki Türkçe seviyemiz için küçük bir test: Bugün kaç gencimiz ‘Mevla hepimize musibet karşısında metanet, husumet karşısında mağfiret, cehalet karşısında marifet, kötülük karşısında hayr ve letafet nasip etsin’ duasını anlayabilir? Yine kaç gencimiz “- hak, hukuk, hakkaniyet adalet, eşitlik / kitle, kalabalık, grup, toplum, topluluk cemaat/ benlik, bilinç, şuur, idrak/ vefa, haysiyet, vicdan, namus, iffet/ ölmek, vefat etmek, öbür dünyaya göçmek, dünyasını değiştirmek, ahirete irtihal etmek, hayatı son bulmak/ dünya, küre, evren, âlem/ latife, espri, şaka, mizah, eğlence, komedi/ öngörü, ufuk, basiret/ hemfikir, hemcins, hemhal, hemdert/ bilgi, muamelat, haber/ din, inanç, şeriat, mezhep, ideoloji, itikat/ hayal, kurgu, tasavvur, tahayyül/ us, akıl, fikir, zekâ/ bahtiyar, mutlu, mesut, saadet, selamet, fazilet, refah/ kalender, hasbi, bahadır/ karakter, seciye, cibilliyet, sima, tavır, duruş, endam, kalıp/ ünsiyet, bağ, yakınlık/ sabır, metanet, başsağlığı/ kader, baht, şans, talih, takdir/ nutuk, hitabet, nida / uyum, insicam / tevekkül, kanaat, yetinmek, şükretmek/ münazara, münakaşa, tartışma/ zaman, an, vakit/ anlam, mana, kasıt / ülkü, ideal, doktrin/ milliyetçilik, ülkücülük, Kızılelma, Turancılık/ çiğ süt emme/ diz dövme/ nutuk tutulması/ ukde kalmak/ künhüne vakıf olma/ yüreği sızlama/ yüreğine taş basma/ acıyı bal yapma/ baş tacı, göz nuru/ ipe un serme, çamura yatma/ asıl olmak, asil olma/ bayağılaşma/ bereket/ hikmet” gibi kelime, deyim ve kavramları anlayabilir?
Bunları anlayamayanlar Türkçeyi ve çağrışımlarını anlamayacakları gibi yabancı dildeki karşılıklarını da idrak edemeyeceklerdir.
O halde nasıl Türkçesi güçlü bir Avrupa Türk Toplumu oluşturabiliriz? Neler yapılabilir?
- Türkçe talep bir edilir pozisyona sokulmalıdır
- Türkçenin öğretilme ve kullanılma alanlarının artırılmalı
- Avrupa çapında Türkçe yarışmaları yapılıp cazip ödüller verilebilir.
- Anaokulundan Üniversiteye kadar Türkçe eğitim veren okullar açılmalıdır.
- Avrupa ve ATT üzerine çalışacak Türk enstitü ve akademileri kurulmalıdır.
- Öğrenci yurtları açılıp Türkiye ile ortak kültür programları düzenlenebilir.
- Avrupa’da yüzbinler satan bir Avrupa Türk Gazetesi çıkarılabilmelidir.
- Avrupa’da yayın yapan Türkçe TV’ler desteklenmeli ve güçlendirilmelidir.
- İlk iki neslin hikâyeleri derlenip, roman, dizi film ve hikâyeler yazdırılmalıdır.
10. Göçün hikâyeleri yazdırılıp bakanlıklar desteği ile çocuklara hediye edilebilir.
11. Avrupa’da her Türkün evine bir Türkçe kütüphane kurulması teşvik edilmelidir.
12. Türkiye’deki üniversitelerin yurtdışı Türk gençleri için kontenjanları artırılabilir.
13. Avrupalı Türkler, diller arasında bilimsel eser çevirisi noktasında fark oluşturabilir.
14. Avrupalı gençlere Türkiye Üniversitelerinde Türkçe doktora imkânı kolaylaştırılabilir.
15. Almanya’da Türk TV’de çocuklar için eğlence ve yarışma programları düzenlenebilir.
16. Türkçe’nin önemi ve iyi öğretilmesi için ilgili ülkelerin ikna edilmesi gerekiyor.
17. Türkçe`nin Avrupa için bir zenginlik ve çağdaş bir "zorunluluk" olduğu anlatılmalı.
18. Türkçe`nin Avrupa’da yaşama ve gelişme hakkının, insani bir hak olduğu anlatılmalı.
19. Avrupa’daki Türk gençleri arasında Türkçe konuşma bilinci ve önemi artırimalı.
20. “Anadil” dersi olarak öğretilen Due Ünv. Turkistik Bölümü gibi çalışmalar yapılmalıdır.
21. İki toplum adına artı değer üretmede çok önemli vasıtası olacak Türk Liseleri açılmalıdır.
22. Hedef, çocuk büyütmek değil çocuk eğitmek, Türkçe öğretmek değil Türkçe eğitmek olmalı
Sloganım “ Türkçe taraf olmaktır. Türkçe yaşarsa Türk yaşar – Türk yaşarsa Türkçe yaşar”
Son tahlilde, üzerinde irade koymamız gereken konu: Her birimiz farklı ve değerli tespit, görüş, değerlendirme ve öneri sunuyoruz. Şüphesiz bilgilendirme ve bilinçlendirme noktasında çok faydalıdır. Ancak, bir türlü içinde bulunduğumuz “iş üretemez” durumdan kurtulamıyoruz. Bu durumdan nasıl çıkabilir, kurumsallaşamama sorunumuzu nasıl aşabiliriz?
Sahra Şahin