İyi Günler.
Rehan bey isimli birinin Türkiye Gazetesinden Mehmet Ali Demirbaş ile ilgili yazısını tenkid eden mailini yayınlamışsınız.
Söz konusu zatın eski yazıları ve bulunduğu yayınevine ait basılan kitapları inceleyerek bu yazıyı yayınlamanız icap ederdi. Halbuki Vehhabici dediğiniz M.Ali Demirbaş Türkiye'deki en büyük vehhabi düşmanıdır.
Bunu kendi yazdığı ve tavsiye ettiği kitaplardan rahatça görürsünüz. Burada karıştırılan Arapların kim olduğudur. Daha önce yine Türkiye Gazetesinde aynı köşede yayınlanan makalede (kitabın ismini hatırlamıyorum) 1950 li yıllardan sonra kaleme alınan bir muteber kitapta "Şimdi Arabistanda Mekkede 1-2 ev dışında Arap yoktur" yazıldığı 2000 li yıllarda ise Suudi Arabistanda Arap ırkından kimse kalmadığı belirtildi. Şu anda Arabistanda hiç arap ırkından kimse yoktur.
Ayrıca söz konusu yazar kendisinden çokça nakil yaptığı Abdulhakim Arvasi hazretlerinin şu sözünü de aktarmıştır. "İslamiyete en büyük hizmeti Peygamberimiz ve Eshabından sonra Osmanlı Türkleri yapmıştır"
Türklük konusunda Türkiyede tenkid edilemeyecek kişilerin en başında gelen Sayın M.Ali Demirbaş Hocamızın sitenizde protesto için bilgileri de verilerek yayınlanmasını teessüfle karşılıyorum.. Yukarıda belirttiğim hususların tarafınızdan araştrılarak kendisi hakkında özür metni yayınlanmasını talep ediyorum.
Saygılarımla,
Salih ÇELİK, İstanbul
Editörün cevabı....
Sayın Salih Çelik;
Rehan Gündoğmuş adlı misafir yazarımızın Türkiye Gazetesinde M.Ali Demirbaş'ın "Araplar üstün bir millettir" doğrultusunda yazdığı makale ile ilgili eleştirisi üzerine bize gönderdiğiniz iletiyi aldık, okuduk.
Yazınızı yayınlıyoruz. Neye itiraz ettiğinizi herkes görsün istiyoruz.
Rehan Gündoğmuş beyi yakından tanırız. Son derece kültürlü ve inançlı biridir. Kendisi aynı zamanda iyi bir araştırmacıdır.
Rehan Gündoğmuş bu yıl Haziran ayında Antalya Dünya Azerbaycanlı Ziyalılar Forumuna Almanya'dan davet edilen seçkin Aydınlarımızdan biridir.
Rehan Gündoğmuş'un Haber sitemize gönderdiği eleştiri yazısı ise M.Ali Demirbaş'ın sadece Araplar'ın üstün bir millet olduğuna dair ortaya attığı fikirleri ile alakalıdır.
M.Ali Demirbaş'ı bizler tanımayız. Fakat yazdığı makaleye katılmadığımızı da ifade etmek isteriz.
Çünkü bize göre Kuran-ı Kerim'de hiç bir ırk ve milletin üstünlüğü belirtilmemiştir. İnsanoğlu zaten Adem ile Havva'nın çocuklarıdır. İslamda müminler kardeştir. İslam dinine göre ırkı veya milleti ne olursa olsun Allah huzurunda inançlı, takva sahibi insanlar makbuldur.
Eğer birileri bazı aslı olmayan argümanları kullanarak Araplar en üstün millet, sonra diğerleri gelir gibi bir sıralama yapmaya kalkarsa, bu İslam'a yapılacak en büyük haksızlık olur.
M.Ali Demirbaş'ın makalesinde hadis olduğu öne sürülen bazı argümanlar ortaya konularak Araplar'ın üstünlüğü vurgulanmaya çalışılmıştır.
Unutmayınız ki, bugün hadis diye ortaya atılan bir çok görüş veya söz kaynak olarak artık itibar görmemektedir. Bugün için bir çok din uzmanı hadis olduğu söylenen bir çok görüşün yeniden gözden geçirilerek İslam'ın özüne ters olanların ayıklanması gerektiğini savunmaktadır.
Bir milletin veya ırkın üstünlüğünü savunmaya çalışanlara şunu hatırlatmak isteriz. Peygamberimiz Hz. Muhammed hayatı boyunca İslam'ı hakim kılmak için kendi soyundan olan yine Araplar'la mücadele etmiştir.
Ebu-Lehep bir Arap'tır. Ebu-Cehil bir Arap'tır, Ebu-Süfyan bir Arap'tır. Hatta Hz. Ali'yi ve Ehli-Beyt'i katledenler Arap'tır. Ebu-Süfyan'ın torunu Yezid bir Arap'tır.
Daha önemli bir argüman ise İslamiyet ve Allah'ın Elçisi Hz. Muhammed yolunu sapıtmış, putlara tapan, çocuklarını diri, diri toprağa gömen bir millete yol göstermesi için gönderilmiştir.
Sayın Çelik. Herhalde bunların hiçbirinden haberiniz yok.
Yazınızın bir bölümünde ise M.Ali Demirbaş'ı savunarak düşüncesi ile bir bölüm aktarıyorsunuz. Burada "Şimdi Arabistan'da, Mekke'de 1-2 ev dışında Arap yoktur. 2000'li yıllarda ise Suudi Arabistan'da Arap ırkından hiç kimse kalmadığını belirtiyorsunuz.
Bu kadar saçma bir düşünce olurmu? Ne oldu Araplar'a? Deniz mi yuttu? Yoksa yeni bir Nuh tufanı oldu da, bizim haberimiz mi yok?
Sayın Çelik;
Rehan Gündoğmuş'un eleştiri yazısı geldiğinde, Arap milletinin üstünlüğünü iddia eden görüşü çevremizde tanıdığımız değerli din adamları ile tartıştık. Bize hiç bir din adamı Araplar üstün millettir demedi. Böyle bir üstünlüğün İslam dininde söz konusu olamayacağını belittiler. Görüştüğümüz din adamlarının ortak görüşü ise "İslam nazarında makbul olan insanlar veya millet, İslamı en iyi yaşayanlardır. Hak, hukuk, adalete en çok değer verenlerdir.
Irkçılık ve ırk üstünlüğü ise zamanında Hitler Almanya'sının bir felsefesi olmuş ve insanlığa büyük felaketler getirmiştir. Bugün ise aynı anlayışı İsrail'de görüyoruz. Onlar da gayet net olarak Yahudiler seçilmiş üstün ırktır diyorlar. İslam dünyasında ise Vahabiler Araplar'ın diğer milletlerden daha üstün olduğunu savunuyor.
Hal böyleyken Lübnan'da, Gazza'da Filistin'de, öldürülen sivil vatandaşlar konusunda kahraman Arap milletinden tıs yok. İşte üstün Arap milleti.
Sayın Çelik; Bizler Yunus Emre'nin "Yaradılanı seviniz, Yaradandan ötürü" felsefesini İslam'ın temel değeri olarak algılıyoruz.
Sonuç olarak bir nevi Vahabilik tezlerini destekleyen "Arap milleti üstün millettir" görüşü doğrultusunda yazılar yazan M.Ali Demirbaş'ın fikirlerine katılmıyoruz.
Bilgilerinize sunulur..
Baş Editör/Hüseyin Dönmez...
Sayın Salih Çelik; Aşağıdaki yazıyı mutlaka okuyunuz. Burada üstün millet olarak savunmaya çalıştığınız Vahabi zihniyetinde olan Suudi Arap kardeşlerimizin yaptıklarını ibretle görürsünüz.
Bugün Suudi Arabistan'da Vahabilik temeli üzerine kurulmuş olan Kral Faht yönetiminin sınırları içerisinde bulunan coğrafyada Osmanlılar döneminde yapılan İslami,Mimari,sosyo-kültürel ve Güzel Sanatlar alanındaki başarılı hizmetlerinin kronolojik olarak kısa bir özetini vermekte,zihniyetler arasındaki farklılıkları değerlendirmek bakımından faydalar mülahaza etmekteyiz,şöyle ki:
CİDDE: Osmanlılar döneminde "Habeş" bölgesinin merkezi yapılmıştır.
1843 senesinde şehirde bulunan eski ve yeni tüm kale,sur ve kışlalar Osmanlılarca onarılmıştır.
1847 Vali Osman Paşa zamanında merkezden gönderilen parayla "Yenbe-ül Bahr" Kalesi ve Cidde Hükümet Konağı ile İskelenin onarımının yapımları gerçekleştirilmiştir.
1858/59 yıllarında Sinan Paşa Yemen fethin mütakip şehre bir Gümrük binası yapılmış,gelirinin yarısı Cidde'ye tahsis edilmiştir.
IV Mehmet zamanında Vezir Kara Mustafa Paşa çok uzak bir mesafeden şehre kapalı sistemle "İçme Suyu" getirip ,buraya Cami,Han Kışla ve Hamam yaptırtmıştır.
1861 yılında şehre bir "Asakir-i Şahane" için Hastane inşa edilmiştir.
1868'de şehrin su ihtiyacını temin eden su yolundaki bozukluklar onarılarak normal hale getirilmiştir.
1869'da şehir nüfusunun artış göstermesi nedeniyle şehir suyunun yetersiz kalacağı düşünülerek akarsu kaynaklarının araştırılmasına karar verilmiştir.
1875 senesinde şehre "Rüştüye"mektebi açılmıştır.
1876'da yeni bir hapishane inşa edilmiştir.
1887'de Ebu Sa'd ve Vasıta adalarına Hacılar için Karantina binası yapılmıştır.
1888'de sosyal faaliyetlerde bulunmak üzere Cidde'de bir "Efkaf" idaresi kurulmuştur.
1888'de yine şehre bir "Tersane ve Kömürlük " inşa ettirilmiştir.
1894 yılında ise Tersaneye Rıhtım yapılmış ayrıca şehre yeni Cami ve Muvakkıthane inşa edilmiştir.
Birinci Dünya Savaşından sonra, Osmanlıların yapıcı ve sanatsal bir zihniyetle vücuda getirmiş oldukları bu eserlerin çoğu, bugün maalesef yıktırılmış, enkaz haline getirilmiş ve buradaki Osmanlı Türklerinin izleri silinmeye çalışılmıştır.
MEDİNE:1520-1566 Kanuni zamanında Osmanlı İmparatorluğuna dahil olan Medine'ye ilk iş olarak Kutsal mekanlardan sayılan Kuba'dan kapalı su yoluyla su getirilmiş, Osmanlıdan önce, yapılmış bulunan Medine kalesinin bütün surları onarılmıştır.
Kanuni ve Abdülmecit dönemlerinde Hz. Peygamberin Mescidi 16 defa esaslı onarımdan geçirilmiştir.
Kanuni, İstanbul'dan gönderdiği mimarların gözetiminde Peygamber Mescidinin Minber ve Minarelerini yenilettirmiş, çiçekli çinilerle ve ünlü Hattatlarımızın en nefis Tezyinleriyle süslettirmiştir.
1667'de İbrahim Ağa Medine'ye Türk Mimarı Üslubu ile surlar yaptırtmış, fakat maalesef bu tarihi eserlerimiz Birinci Dünya Savaşından sonra Barbar Vahabiler tarafından yıkılarak yerle bir edilmiştir.
1699'da Süleyman Bey adlı hayırsever bir Türk Mimarı Kutsal mekanlardan sayılan Kuba Mescidinin kubbesini yaptırmıştır.
Uhud Muharebesi Meydanında ve Baki Mezarlığı'ndaki Tarihi Anıt niteliğini taşıyan İslam-i Şehit Türbeleri yine Osmanlılar zamanında yenilenmiştir.
1804'te Kutsal Medine şehri Vahabiler tarafından işgal edilerek, kutsal değerlerin hepsi yağma edilmiş, Hz. Peygamberimizin mübarek mezarlarının ziyareti Müslümanlara yasaklanmıştır.
1808-1839 II Mahmut döneminde Vahabiler tarafından tahrip edilmiş bulunan Hz. Peygamberin Mescidi ve Türbesi baştan aşağı yenilenmiştir.
1817'de daha önce Vahabiler tarafından sökülmeye çalışılarak tahrif edilen ' Hz. Peygamberin Türbesinin Kubbesi yeniden yaptırılmıştır.
1829'ta Kuba Mescidi Türk Mimarı Üslûbunda inşa edilmiştir.
1837'de Hz. Peygamber Türbesinin Kubbesi yeşile boyanmış ve o tarihten sonra burayı "Kubbet-ül Hazra", yani Yeşil Türbe diye adlandırmışlardı.
Abdülmecit döneminde Hz. Peygamberin Mescidi ve Türbesi yeniden inşa edilmiştir.
1843'te Peygamberimizin Medine'deki "Harem-i Şerif'ine konmak üzere İstanbul'dan bir adet saat gönderilmiştir.
1843,1847 ve 1848 yıllarında Medine'de bulunan tüm Kale, Sur ve Kışlaların Osmanlılarca yeniden onarımları yaptırılmıştır.
1850'de Hz. Peygamberin Mezarı yeniden onarılmış ve İslami Eserlerin yapı, onarım ve tezyin işlerinde kullanılmak üzere İmparatorlukta imal edilen çiniler gönderilmiştir.
1856'da Hz. Peygamberin Türbesi ile İslami yapıların tümü yeniden elden geçirilerek onarılmıştır. Bu arada, Osmanlılar döneminde Peygamber Mescidinin 5 Minareside Türk Mimari Üslubunda defalarca yenilenmiştir.
1860'da "Revza-i Muhattara" revaklarının üzerlerine 425 adet küçük Taş Kubbe yaptırılmıştır.
1873'te Hz.. Osman'ın Kabri ve Arapların ilgisizliği nedeniyle şehirde yıkılmaya yüz tutan 3 Mescit yeniden onarılmıştır.Yine bu dönemde, Hz. Peygamber Mescidinin "Revzası"na konulmak üzere "Kevkeb-i Dürri" adlanan meşhur Elmas Osmanlılar tarafından buraya hediye edilmiştir.
1877'de Medine'ye saldırarak, Kutsal yerleri ve bahçesini yakıp, yıkıp,tahrip eden Arap Savaidi ve Vahabi çetelerinden, şehri yine Osmanlılar temizlemiş ve tahrip edilen Kutsal Mekanları onarmıştır.
1895'te Şeyhül İslam Arif Hikmet Efendinin Kütüphanesi de Osmanlılarca onarılmıştır. .
1896'da I Abdülhamid'in döneminde şehre yapılan Medrese onarılmıştır.Medine'deki "Revza-i Muhattaraya" yine aynı dönemlerde İstanbul'da "Altın Başlıklar" yaptırılarak İdris Ağa aracılığıyla oraya gönderilmiştir.
1886'da, yani Osmanlı Türklerinin son dönemine rastlayan zaman kesiminde Sur, Kale, Kışla onarımları hariç, en önemli Osmanlı Eserleri olarak Medine'de I5 büyük ve küçük Mescit, 16 Medrese, 2 Orta Okul, 12 İlk Okul, 12 Kütüphane, 9 Tekke, 109 Rıbat (bilginlerin, yoksulların ve seyyahların konaklandığı misafirhane), 2 büyük, bir de küçük Hamam mevcut idi.
MEKKE: 1781'de Mekke'nin korunması için, Osmanlılarca "Ecyad Kalesi" yaptırılmıştır.
1796'da Mekke-i Şerif Osmanlılarca onarılarak cazip hale getirilmiştir.
1803'de Çöl haydudu Vahabiler Mekke-i Mükerreme'yi işgal ederek, o Kutsal kentin İslami yapılarının çoğunu yıkıp yakmışlar, Kutsal Mekanları yağmalayarak İmparatorluktan gönderilmiş bulunan değerli hediyeleri ve Zenginlerin bağışladıkları kıymetli taşları, altınları ve Hazinede mevcut Hasanatı alıp götürmüşlerdi.
1807'de Vahabiler, Suriye ve Mısır hacılarını Mekke'ye sokmayarak kovmuşlardı.
1813 senesinde Padişahın emriyle Mehmet Ali Paşa Kuvvetleri şehre girmiş ve Mekke Vahabi Şaki'lerden temizlenmiştir.
1814 yılında Mekke-i Şerifin, Vahabilerce tahrip edilen bölümlerinin mermerleri Osmanlılarca yeniden değiştirilmiştir.
1819'da Yazıları Padişah tarafından yazılan ve "Saray-ı Humayun"da özel olarak işlenen Kabe-i Şerif örtüsü İstanbul'dan Mekke'ye gönderilmiştir.
1820'de Hz. Ebubekir'in Türbesi'nin inşası tamamlanmıştır.
1843'de eskiler de dahil olmak üzere Mekke'nin bütün Sur, Kale, Kışla ve benzeri yapıları Osmanlılarca yeniden elden geçirilerek onarılmıştır.
1844'de Mescid-i Haram'ın onarımı yapılmıştır.
1845'de Mescid-i Haram'a asılmak üzere Viyana'dan İmparatorlukça getirilen Kandil ve Mermerler buraya gönderilmiştir.
1855'de şehirdeki yoksullar için bir Hastane yapılmıştır.
1873'de İmam-ı Azam Merkad ve Cami esaslı bir şekilde onarılmıştır.
1880'de "Beytül Müazzam"ın (Kabe'nin) onarımına başlanmıştır.
1880'de yine "Ayn-ı Zübeyde" çeşmesi onarılmıştır.
1882'de Büytül Muazzam"ın onarımı tamamlanmıştır.
1882'de keza Mekke'ye bir Medrese inşa edilmiştir. ',,
1884'de "Ecyad Kalesi"nin tamamı yenilenmiştir.
1884'de yine şehre bir Rüştüye Mektebi yaptırılmıştır.
1887'de "Ayn ve Zübeyde" Suyunun Medine'ye getirilme işi tamamlanmış," ve yine,
1887'de Mekke'ye bir Hükümet Konağı yaptırılmıştır.
1888'de Şehit Mehmet Paşa Medresesi onarılmıştır.
1892'de Kabe'nin Kıble tarafındaki duvarlarının onarımı tamamlanmıştır.
1884'de, yani Osmanlıların bölgede son dönemlerine rastlayan zaman diliminde yapılan tespitlere göre, Osmanlı Türkleri Mekke'de Eski Tarihi Eserleri ve Mimari Üslubu özelliği taşıyan yapıtları ile bir " İslami Açık Hava Müzesi", yani eşine az rastlanan bir Medeniyet ve Sanat hazinesi bırakmıştır.
Şöyle ki: 8 büyük Cami, 69 küçük Mescit, sayısız Türbe, Kışla, Kale, Sur, 7 Medrese, ikisi büyük, biri küçük 3 Kütüphane, 2 Orta Okul, 45 İlk Okul, Bir Hastane, Üç Çeşme ve 19 Rıbatla, Üç Hamamı Müslümanların hizmetine sunmakla Türkün Kutsal mekanlara olan saygınlığını kanıtlamıştır.
TAİF: 1843'de Taif şehrini çevreleyen bütün Kale, Sur ve şehirde bulunan Kışlalarla Camilerin revaklarının genel onarımı yapılmıştır.
1851'de Ulu Cami'ye yeni bir Muvakkıthane inşa edilmiştir.
1869'da ise şehre bir Hükümet Konağı yapılmıştır.
Şimdi Suudi bedevilerinin ülkelerinde bulunan Türk-İslam eserlerine karşı almış oldukları tavır ve tutumun ne noktaya geldiği hakkında birkaç örnek verelim.
1667'de Türk Mimari Üslubu ile İbrahim Ağa tarafından Medine'ye yaptırılmış bulunan Surlar Birinci Dünya Savaşından sonra Bedeviler tarafından yıkılarak yerle bir edilmiş, ama varlığından bile haberimiz olmamıştır.
Başta 450 şehidimizin yattığı Hicaz'daki "Abha" Şehitliği olmak üzere Mekke, Medine ve Taif'deki şehitliklerimiz de yıkılarak enkaz haline getirilmiş, her nedense yine sesimiz çıkmamıştır. (Ek 2)
60'lı yılların sonu ve 70'lı yılların başında Kraliyet Sarayının emriyle Medine, Mekke, Taif ve Cidde şehirlerindeki Cumbalı Osmanlı Evlerinin yıktırıldığının duyulması da maalesef bizi harekete geçirememiştir.
Yine Osmanlıdan kalma Kabe'deki eski Türk Çarşısı yıkılarak ortadan kaldırılmış, yerine ise otel yapılmıştır. Fakat, uyuşukluğumuz yine de açılmamış ve tepkisiz kalmışızdır. Suudi Bedevilerinin Kabe içerisindeki Osmanlı revakları ve Hz. Peygamber Camisindeki Çinilerle süslü Sütunları sökülerek yok edilmiş, sesimiz yine çıkmamıştır,
Tarihi Hicaz Demir Yolu rayları söküldü, sustuk, Osmanlıdan geri kalan Tren lokomotiflerinin üzerindeki Osmanlı Forsları çıkarıldı, yine uyanamadık.
Suudiler her halde, yaptıkları bu kültür yıkımlarından tatmin olmamışlardır ki, şimdi de "Kültür Soykırımı" zincirinin bir halkası olarak yerinde "otel veya saray" yapılacağı gerekçesiyle Kabe'nin düşman saldırılarından korunması için, 1781 yılında ecdadımız tarafından yaptırılarak, 1884'de de tamamı yenilenen, bulunduğu tepeden Kabe'yi ve Kutsal Mekanları Türkün Güvencesi, Hoşgörüsü ve Sanatseverliği ile selamlayan, Haremeyn Vakfı'na ait olduğu iddia edilen arazi üzerindeki muhteşem "Ecyad Kalesi" Suudi Kralı Faht'ın 25 Aralık 2001 tarihli Fermanı ile 01-02 Ocak 2002 tarihinde yıktırılmıştır (Ek 1).
Bedeviyet zihniyetli Vahabilik Krallığı bu tahribatlarla da yetiıınıeyip, Osmanlılar tarafından yaptırılmış olan, Mescid-i Harem'deki Ön revakları, Mescid-i Nebevi'de bulunan Yeşil Kubbe altındaki Çini süslü bölümleri de sökmek için programlamış olduğunu, değerli araştırmacı ve yazar Murat Bardakçı'nın yazılarından öğrenmiş bulunmaktayız.
"Tarihi ile, Kültürü ile, Medeniyeti ve Güzel Sanatları ile Günümüz Nesillerine, Mazisine Ait Milli, Manevi ve Kültür Varlıklarını Belgeleyen Bir Miras Bırakamayan Milletlerin Mevcudiyetinin Zamanla Coğrafyalardan Silinerek Unutulmaya Mahkum Oldukları Gibi,Tarih Sayfalarından da Çıkarılarak Milli Kimliğini Kaybetmesi Mukadderdir"
İnsanlığın ve İslam aleminin Ortak Kültür ve Sanatsal Değerleri olarak, korunmaları gereken bu Tarihi Eski Eserlerimize karşı Suudi Krallığı tarafından takılan tavır, aslında sadece Türkleri değil, bütün İslam alemini rencide ettiği inancını taşımaktayız.
Bu eserlerin asıl sahipleri olarak bizler bu barbar ve haksız davranış karşısında artık canlanmalı, şimdiye kadar olan suskunluğumuzu bozmalı ve uykudan uyanmalıyız.
Resmi kurum ve kuruluşların yanında Sivil Toplum Örgütleri olarak Batı Dünyası kamuoyunun ve İslam Alemini bilgilendirmeli ve bu konuda milletçe ilgili yetkili Uluslararası kuruluşları harekete geçirmeliyiz.
Türk-İslam aleminin müşterek Tapulu Kutsal Malı sayılan bu gibi tarihi eserlere karşı yapılan veya yapılmakta olan "kültür soykırımı" amacını taşıyan saldırılarda Türk toplumu olarak, bilinçli, tek vücut ve kararlı olmalıyız.
"Gerek yurt içinde, gerekse de yurt dışında her hangi bir devirde yapılmış olursa olsun,nesilden nesle aktarılarak, günümüze kadar varlığını korumuş olan, Anıt niteliğindeki eski eserlerimizin, Milli Kültür ve Sanat Tarihimizin kimliği olduğunu unutmayalım. 'Bu kimliğe milletçe sahip çıkalım. Yoksa tarih bizi insanlığın ortak malı olan Milli Kültür ve Sanattan nasibini almamış milletler gibi, bu alan kimliksiz bir Maziye mahkum eder."
Tabii ki, tarih boyunca çadırlarda göçebe çöl hayatı yaşayan Bedevi Vahabilerinin, Osmanlının vücuda getirdiği imar edilmiş şehirciliğe ve çağdaş medeni yaşam şartlarına uyum sağlayamadıkları Sanat ve Medeniyete karşı yıkıcı faaliyetleriyle kanıtlanmıştır.
Hiç şüphesiz ki, Arap milliyetçiliğini ve Arap üstünlüğünü ön planda tutan ve ecdadımızın İslam kültürüne büyük bir hassasiyetle önem vererek vücuda getirmiş oldukları Tarihi Kültür ve Sanat eserlerimize yapılan barbarca saldırılara kayıtsız kalamamız da mümkün değildir.....