ZAVALLI ÇOCUK TESTİSİNİ KAYBETTİ AMA UĞUR DÜNDAR'I DA TESTİSİNDEN YAKALATTI…
Türk basınından seçmeler....
Özür dilemek bir erdemdir.
Son günlerde bunu bir haber dolayısıyla HABERTÜRK, sonra da HÜRRİYET yaptı.
Büyüklüğün, kendine güvenin bir emaresidir özür. Bir zarafettir.
Özür sosyal bir alışkanlık değil, sınıfsal bir teamüldür de. Mesela köylüler ve işçiler kolay kolay özür dileyemez. Burjuvalar daha rahat özür diler..
Hatalı olduğunu bilse dahi özür dilemeyi kendine yediremez köylüler. Çünkü özür dilerse küçüleceğini zanneder.
Oysa iyi eğitimli burjuvalar bilir ki büyütür insanı özür.
Bu yazının konusu "sınıfsal bir mesele olarak özür" değil, Uğur Dündar'ın "testisleri"
Bildiğiniz gibi Uğur Dündar imzalı bir manşet haber yayınlandı Hürriyet'te geçenlerde:
"Tesettür Faciası…"
İddiaya göre, tesettürlü iki bayan hekim, bir erkek çocuğun testislerinin tıbbi görüntülemesini, hastanın erkek olması nedeniyle ifadan kaçındığı için, doğan vakit kaybı çocuğun bir testisinin alınmasına yol açmıştı"
Haber yayınlandığı gün, gazeteleri okurken, eşim Gaya'ya gazeteyi gösterdim ve dedim ki, "bak bu haber yalan çıkacak"
"Neden?" diye sordu:
"Çok basit" dedim, "Türkiye'de hiçbir devlet hastanesinde hiçbir kadın hekim böyle bir ayrımcılık yapamaz. Kadın doktor ne kadar tesettürlü olursa olsun, ne kadar dinci olursa olsun, hastanelerimizin tıbbi gelenekleri din, dil, cinsiyet ırk ayrımcılığını aşar. Bazı tesettürlü kadın doktorlar özel muayenede erkek hasta kabul etmeyebilir, buna hakkı da olabilir, ama devlet hastanesinde bunu yapamaz, yapmaz. "
Eşim sordu: "ama doktor raporu varmış"
"O doktorun öbürlerine husumeti vardır, siyaset vardır" diye cevap verdim. "Husumet ve siyaset türbandan çok daha eski bir insanlık fenomenidir"
Peki, "yahu kardeşim sen oturduğun yerden bir bakışta meseleyi çözüyorsun da koca araştırmacı gazeteci, üstelik araştırıyor da nasıl çözemiyor?" sorusunu bekledim, bekledim ama bir türlü sormadı Gaya.
Belli ki zamana bırakmıştı cevabı. Eğer haber yalanlanmazsa ilerde her gün beni taciz edebileceği bir koz yakalamıştı.
Fazla beklemedik. Ertesi gün raporda suçlanan doktorlardan ikisinin de o gün görevde olmadıkları ortaya çıktı. Ardından çoban çocuğun, kadın müstahdem, kadın hemşire ve kadın doktorların tümüne birden "doktor" dediği ortaya çıktı.
Ve tam bir gazetecilik faciası. Uğur Dündar, bırakın araştırmacı gazeteciliğin, sıradan gazeteciliğin dahi temel kurallarını yerine getirmeden büyük bir skandala imza atmıştı.
Şimdi yaptığı yanlışları sıralayayım:
Bir gazeteci önüne böyle bir iddia geldiğinde ona "inanarak" değil, "inanmayarak" işe koyulursa doğruya daha çabuk ulaşır. İşin ta başında "tesettürlü kadın doktorların erkek hastaya bakmamaları nedeniyle erkeğin testissiz kalması" haberi Uğur Dündar'a o kadar cazip gelmiş ki, gerekli "double check" mekanizmaları işletilmemiş. Bir araştırmacı gazeteci, elindeki rapora dayanarak imza atmaz o habere. Rapor husumete, iç çekişmelere dayalı olabileceğinden başlı başına bir veri değildir gazetecilikte. Rapor ilgili haberi kuvvetlendiren bir veri olabilir ancak. Bu yüzden de bir gazetecinin ilk yapacağı iş, "haber doğru mu" yerine "rapor doğru mu " fenomenini şu sıralamayla araştırmak olmalıydı. 1)raporun varlığı doğru mu 2) raporun vaaz ettiği doğru mu? Belli ki doktorun raporunun varlığını araştırmışlardı ama vaaz ettiğini araştırmamışlardı.
Tıpki dinimiz gibi, mesleğimizin de bir "şartları" bir de" farzları" vardır. Mesela "acurracy" bir şarttır mesleğimizde. Eğer yaptığın gazetecilik "accurate" değilse, kötü gazetecilik yapmışsın demektir. Buna karşılık "tüyü bitmemiş yetimin hakkını kötülere karşı korumak" mesleğimizin olmazsa olmaz şartlarından biri değildir, ama farzdır. Sadece gazeteciliğin değil, insanlığın farzlarından birisidir. "İyi gazeteci" olmak için "kötülere karşı mücadele" gerekmez, ama "accurate" olmak mutlaka gerekir. Eğer "kötülere karşı mücadele, tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunmak, testisi giden çobanın hakkını aramak" tek başına "iyi gazeteciliğin" şartlarından sayılsaydı, o zaman Robin Hood da araştırmacı gazeteci olurdu. O halde neymiş? Araştırmacı gazetecilik yaparken "accurate reporting" yapmak mutlaka gerekiyormuş.
Uğur Dündar şimdi ağlıyor: "efendim bırakın ayrıntıyı, ihmal nedeniyle çocuğun testisleri gitmiş, siz ona bakın"
Yok öyle…
Senin "bırakın ayrıntıyı" dediğin şey, gazeteciliğin anasıdır..
Zavallı çocuğun testisleri gitti ama sen de testislerinden yakalandın.
Bu gazetecilik skandalından sonra sevgili dostum Ertuğrul Özkök ile birçok defa çeşitli yerlerde bir araya geldik. Ne ben açtım bu konuyu, ne de o.
Ertuğrul, o keskin zekâsıyla mutlaka fark etmişti benim bu konudaki sessizliğimin sırrını: Yoksa Uğur Dündar konusundaki tezlerimi doğrulayan böyle bir fırsatı yakalamışken Dündar'ı nasıl testislerinden tutup duvardan duvara çarpacağımı bilirdi. Bu olayı rahatça televizyona taşıyıp Dündar'ı adam içine çıkamaz hale getirebilirdim. O çobanı özel bir uçakla getirtip TV'ye çıkarmak hiç de zor değildi benim için. Peki, neden yapmadım? Çünkü eğer yapsam Özkök ve Hürriyet'in itibarı da Uğur Dündar'ın yanında tartışılmak zorunda kalacaktı. Bence bunlar asla bir arada anılmamalıydı. Dündar gibi adamlar mesleğimizden gelip geçiyor ama HÜRRİYET gibi bir gazete kolay kolay abideleşmiyordu.
Bekledim, Özkök'ün zekâsına güvendim. Dedim ki Özkök gibi akıllı bir adam böylesine büyük bir skandalın altına yatmaz. Dediğim de çıktı. Özkök kamuoyu önünde adam gibi özür diledi.
Hem yazanın hem de yazı işlerinin uyarıldığını da vurguladı.
Bu konuda bir deneyimi aktarmak isterim:
Gazete yazı işleri zaman zaman, ünlü muhabir ve yazarlardan gaz yer. Uğur Dündar da özellikle Pazar günleri Gazete yazı işlerindeki zafiyet nedeniyle manşet sıkıntısı çekildiğini bildiğinden Pazar gününe sakladığı bazı haberleri manşete sokmak için lobi yapar. Bu lobi Uğur Dündar gibi meşhur bir şahsiyetten gelince, yazı işleri tutuklaşır, normal mekanizmalar işlemez. O haber rutin editoryal süzgeçten de geçirilmeden sayfaya girer. Bunu nerden biliyorsun? Başıma geldi de ondan.
Milliyet'in Genel Yayın Müdürüydüm. Bir gün Uğur Dündar'ın yanında çalışan Haluk Şahin bizim yazı işleri müdürlerinden birisini aramış, Uğur Dündar'ın büyük bir haber yakaladığını, şöyle ortalığı sarsılacağını böyle sarsılacağını falan söylemiş. Tabii ben de SHOW TV'den geldiğim ve Uğur Dündar'ın yardığı kafa gözü bildiğimden hemen bir başka müdürü çağırıp, Uğur Dündar'ın haberini check etmesini istedim. İkinci müdür bizim Cumhuriyet ekolünden geldiğinden kılı kırk yarardı. Bir baktık ki, haberi yayınlarsak tekzip yiyeceğiz çünkü haber tamamen retorik.
Haluk Şahin ile konuşan eski Yazı İşleri müdürünü çağırdım ve dedim ki bu haberde iş yok yayınlamayacağız. "Nasıl olur" dedi, biz hep yayınlarız Uğur Dündar'dan gelen haberleri."
Ben de "biliyorum, Milliyet o yüzden bu halde" diye cevap verdim. Düşünün Yazı işleri, dışardan kendisine empoze edilecek haberleri sorgusuz sualsiz yayınlayacak kadar pasifleşmiş. Sanki büyük bir gazetenin ağır toplardan oluşan astığı astık, kestiği kestik güçlü yazı işleri kadrosu değil, ikitelli noteri. Telefon eden manşet oluyor.
Anılara değinmişken biraz da size Uğur Dündar'ın kendi grubu içinde nasıl algılandığını anlatayım ki o haberin nasıl Hürriyet'te manşet olduğunu daha iyi anlayın.
Uğur Dündar, AB grubundan rating alsa bile temel olarak C grubuna dönük bir consomedir . Zaten dikkat edin onun için kullanılan "araştırmacı gazeteci, usta gazeteci " palavrası sadece iç tüketim için kullanılır. Mesela "usta gazeteci Ugur Dündar kokoreççide fare yakaladı" falan. Ama dış tüketimde kullanılmaz. Mesela Doğan grubu son aylarda birisi Medya Davos'u olmak üzere İstanbul'da iki büyük etkinlik yaptı. Buralarda Uğur Dündar'ın hiçbir aktif rolü olmadı. Madem "usta gazeteci, madem İngilizceye hâkim araştırmacı gazeteci" neden buralarda konuşmacı olarak yok? Çünkü kendi grubunun içinde öyle algılanmıyor. Uğur Dündar kendi grubu içinde biraz çekinilen, "biz atarsak gider karşı grupta aleyhimize yazar" diye bakılan, patron ve onların yeryüzündeki gölgeleri genel yayın müdürleri tarafından dirsek mesafesinde tutulan bir şahıs. Yani, "Türk'e Türk propagandası" gibi bir şey. Halka gelince "araştırmacı gazeteci" , grup içi ciddi tüketime gelince "aman karıştırmayın onu" Tabii bunun vebali var. Çünkü bu kadar tartışmalı bir konsomeyi Türk halkına "araştırmacı gazeteci, usta gazeteci" diye satmanın sıkıntısı ilerde çok daha büyük olacak.
Sonuç olarak Uğur Dündar geldi duvara tosladı.
Ben belki göremem diyordum, ama ben de gördüm
Uğur Dündar'a testis davası açıldı..
Konya Numune Hastanesinde görevli kadin doktorlardan Ayse Yüceaktas ve Keziban Arbag, testis ultrasonu çekmedikleri iddia edilerek, internet ve yazili basin organlari kanaliyla kisisel haklarina saldiri yapildigi gerekçesiyle, haberi yapan kisi ve yayin organlari hakkinda toplam 300 bin YTL lik maddi ve manevi tazminat davasi açti.
Arbag ve Yüceaktas in avukatlarindan Hasip Senalp, Konya Gazeteciler Cemiyetinde basin toplantisi düzenleyerek Özür neleri tamir eder? Özür dilemek bir erdemdir ama sadece özür dilemek yeter mi yetmez mi? 2 kadin müvekkilim, çocuklarinin günlerce Anne sen doktorsan neden o filmi çekmedin gibi sorularina maruz kaldilar. insanlar, müvekkillerime günlerce görevini yapmayan insan olarak baktilar. Bunlara sebebiyet verdikten sonra yapilan özür açiklamalari, her seyi çözmüyor diye konustu.
Haberi yapan ünlü gazetecinin bugüne kadar birçok olayi aydinlattigini, gözler önüne serdigini dile getiren senalp, ancak bundan sonra onun haberlerine süpheyle bakacagini, çünkü Konya daki kadin doktorlarin ultrason çekmedigi yönündeki haberinin asparagas çiktigini ileri sürdü. senalp, müvekkillerinin magduriyetlerinin büyük oldugunu, yapilan haberler üzerine psikolojik tedavi aldiklarini vurgulayarak, "Ayrica Türkiye deki kadinlarin haklarini savunan dernekler olayla ilgili sessiz kaldi. Biz bunu da anlamis degiliz. dedi.
Kaynak:M.Üstün(Türk basını)