Pandora'nın Kutusu ilk bakışta yeni bir şey söylemeyen, aile, şehirleşme, iletişimsizlik gibi meselelerin yanında aidiyet, toplumsal bellek kaybı gibi sorunlar üzerine belli bir denge içinde eğilen yalın bir film olarak görülebilir. Yine Güneşe Yolculuk'taki (1999) politik (ve içeriği bakımından dönem için sert görünen) tavırla kıyas edilerek Pandora'nın Kutusu'nun Ustaoğlu sineması için bir dönemeç olduğu da iddia edilebilir. Ama bütün bunlar yönetmenin diğer filmlerindeki ortak derdini düşününce kayboluyor. Yani yaraya temasını hesaba katınca.
Ustaoğlu bu kez –bir yara olarak– aileyi odağına alıyor. Türlü sorunlara değinilse de en şiddetli temas aile olarak kalıyor. Unutulan, bastırılan, kabuk tutan yara kanayarak yeniden gün yüzüne çıkıyor. Ama bir yandan hakiki iletişimin, saf temasın imkânı olarak da açılıyor bu yara.
Üzeri örtülen anılar, acılar, hesaplaşmalar adım adım gün yüzüne çıkıyor. Annelik rolünü (aynı zamanda babalık rolünü de!) üzerine alan, her şeyden anlayan, her şeye karışan, hayatı "sorunsuz" olan anne-abla Nesrin; annesine nefretini bastıran, onunla yüzleşmeyi erteleyen Güzin ve babasının yokluğunun ardındaki sırdan bihaber "parazit" Mehmet arasındaki iletişimsizliğin boyutları anneye giden, eve giden yolların uzunluğuyla, kavisleriyle, uçurumlarıyla, engelleriyle çiziliyor. Ustaoğlu ailenin/çocukların anne/bellek kaybını annenin dağlarda kaybolmasıyla ve hafızasını yitirmesiyle (Alzheimer ile) anlatırken çarpıcı bir strateji izliyor. Ailenin/evin içindeki iletişim yokluğu bir içe doğru patlamayla gün yüzüne çıkıyor: içerinin/özün/annenin önce kaybı, sonra Alzheimer'ıyla.
[ZpicL:14088]Bir şekilde (aile) belleğin(in) paradoksal yapısı da tasvir ediliyor. Hatırlamanın aslında bastırılan bir unutmayı da içerdiği, psikanalitik teoriye göre hatırlamanın da aslında bir unutma biçimi olduğu hatırlatılıyor. Bu, çocuklarda birdenbire ama kesitler halinde hatıraları ortaya çıkarmasıyla, (yaralarını) hatırlamalarıyla; annedeyse yakından uzağa parça parça hafızanın silinmesiyle kendini gösteriyor.
Ailedeki iletişim yarası, bağ kopukluğu sürerken açılan yara, nostalji filmlerinin aksine, güzel bir geçmişe, tatlı hatıralara, ailenin güzide tarihine açılmıyor. Hatırlama eyleminin bugünkü odağı aile bireylerinin birbirlerinden uzaklıklarını, birbirlerine yabancılaşmışlıklarını çerçevelerken, uzandığı geçmiş, acıları, sıkıntıları açığa çıkarıyor. Ama aynı yara başka bir iletişim imkânı açıyor. Ailenin en genç üyesi Murat ile en büyüğü anneanne arasında gerçekleşen saf iletişim film ilerledikçe daha baskın hale geliyor. İkisi de bildiklerini –bilinçli ve/veya bilinçsizce– silerek, bütün güvencelerini yok sayarak gerçek bir iletişimin içine düşüyorlar. Anneanne çocuklaştıkça Murat büyüyor, anneanne eve/doğaya doğru ilerledikçe Murat'ın yüzünde kendine ait bir ev/doğa tasavvuru yansıyor.
İşte bu yüzden Ustaoğlu geçmişi bir "müebbet çocukluk"a hapsetmiyor. Ama apaçık bir reçete de sunmuyor. Sadece yaraya işaret ediyor. Soruya, soruna. Toplumsal anlamda da gerçek sıhhate ancak yarayı tanımakla, onun üzerine gitmekle erişilebileceğini ima ediyor. Bataille'ın diliyle, kirlenmeden, kendini tehlikeye atmadan, yaralanmadan gerçekleşen iletişimin sahte ve suçlu olduğunun altını çiziyor.
Regie & scenario: Yesim Ustaoglu, Turkije/België/Frankrijk 2008; 112 minuten
Plaats: Euroscoop Genk - C-mine 1 - Winterslag
Prijs:€ 6,00 - € 5,50 (studenten/senioren)
Kijk op www.projectorcinema.be voor meer filminfo!