YAŞAM TARZI
KONUKSEVERLİK SANATI: ZEYNEP ERSAVCI.
BAB-I ALI’DEN TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE - UCCLE SEMTİNDEKİ KONUT
Uzun yıllardır Uccle’deki Guy d’Arezzo meydanı ile Jules Lejeune sokağının köşesinde bulunan bu güzel klasik evin önünden geçiyorum. Herkes bu binayı tanısa da buraya girmek o kadar kolay değil. Zira bu bina 1940’lı yıllardan beri Türkiye Büyükelçilerinin konutudur. Türk Devleti binayı 1958 yılında satın aldı. 1848 yılında Belçika’ya yerleşen ilk Osmanlı temsilcisi 161 yıldır süren dostane ilişkileri burada başlattı. İstanbul, Boğaz, Aya Sofya, Topkapı bugün bize Osmanlı İmparatorluğunun görkemini hatırlatan isimler. Türkiye’nin Belçika’daki 40. Büyükelçisi Ekselans Murat Ersavcı’nın eşi bizi bu muhteşem konutta ağırladı.
İlk önce Zeynep Ersavcı bizi doğuya mahsus nezaket ve içtenlikle karşılayıp ünlü Türk kahvesi ve yanında atıştırılacak geleneksel tatlardan ikram ediyor. Ancak Saint Aulaye Pastahanesinin tatlılarını da sevdiğini inkar etmiyor. “O kadar Türk değil ama nefis” değerlendirmesini yapıyor. Kibar eşi Büyükelçi benimle tanışmak için beklemişti, biraz konuştuk ama görevi onu bekliyordu. Onun ayrılışından sonra evi gezmeye başladım. Geniş bir giriş, daha ileride söz edeceğimiz merdiven, açık renk tonlarında birbirini izleyen 3 salon ve büyük bir yemek odası.
Bu evin ortamı bana başka evleri, özellikle bir evi hatırlatıyor. Paris’te bulunan ve Fransız Jansen’in gerçekleştirdiği ihtişamlı, rafine Windsor Dük ve Düşesinin evi. Bu hislerimi Sefire Hanım’a söyledim ve gerçekten de 1957 yılında Büyükelçi Zorlu’nun evin dekorasyon işlerini Jansen’in büyük dekoratörlerinden Stéphan Boudin’e verdiğini doğruladı. Hepsi içinde kendini gösteren bu stili her ikimiz de seviyorduk ve koltukları ters çevirmeye başladık, mühürleri bulduk ve hatta mobilyaların yerlerini değiştirmeye başladık.
Üst katlarda tanınmış Paris mobilyacısının eşyalarını keşfettim.
Zeynep Ersavcı bu konuta hayran. Geldiğinden beri, evi tanıtmak için konuklarına batılı bir dekor içinde Türk duygularını vermeye çaba harcıyor.
Bu ev 1900’lü yıllarda Kont R. De Liedekerke tarafından Mimar René Sergent, Léon Fegnan ve René Betourne’a ısmarlanmış.
Girer girmez, büyük evlerin lüksünü oluşturan genişlik ve geniş mekan duygusu sarıyor. Merdiven muhteşem. Yakından bakıldığında hiç bir basamağın birbirine benzemediği görülüyor. İçbükey, dışbükey basamaklar bir yontma sanat eseri oluşturuyor.
Küçük salonun XV. Louis ahşapları yeşil ve beyaz renklerle kendini gösteriyor, kafesi ise Jansen yapımı. Mobilyalarda aynı tonlarda, lake masalar, zamanın ünlü parçalarından “zencilerin” taşıdığı konsollar, hanedanların ve bu dünyanın büyüklerinin çok hoşuna giden olağanüstü dokunuşları anımsatıyor. Unutmayalım ki, Jansen, Prenses Rethy tarafından Laeken ve Argenteuil saraylarının yenilenmesi ve dekorasyonu için görevlendirilmişti.
Zeynep Ersavcı, ailesinden kalma gümüşleri, doğal olarak halıları, İngiliz servis takımlarını ve altın işlemeli mükemmel kristal takımını birbiri ile eşleştirmeye dikkat ediyor. Çağdaş Türk sanatı da konutun değişik salonlarının duvarlarında ön plana çıkarılıyor.
Her yerde lale var, zira unutmayalım ki Hollandalı olmadan önce laleler 18. yüzyılda doruk noktasını yaşarlarken bize doğrudan Türkiye’den geldi. Her ilkbaharda dolunay zamanında Sultan 3. Ahmet bu “çanak çiçek” için çok görkemli şölenler düzenliyordu. 14. Louis döneminde ise Versailles sarayında resmi çiçekti. Zaten o dönemde lale soğanları, onu temsil eden tablolardan daha pahallıydı.
Sefire Hanım’ın “Hereke” halılarına karşı bir zaafı var. Bunlardan değişik desenlerde ve renklerde bir kaçı kendi başlarına Bab-ı Ali ihtişamının temsilciliğini yapıyorlar. Büyük salonda ender görülen cam göbeği renkleri arasına serpilmiş kırmızı laleli “Lalezar” halının üzerinde yürüyorsunuz. Zaten “Lalezar”, lale bahçesi anlamına geliyor. Girişteki, daha küçük boyutlardaki stilize kuşların bulunduğu Uşak halısı, Topkapı Sarayı’nın tören salonunda bulunan halının bir örneği.
15. Louis stili yemek odasına yöneliyoruz. Yemek için masa hazırlanmış. Burada da doğu ile batı arasında harmoni içinde, Türkiye tüm rafine detayları ile burada temsil olunuyor. Zeynep Ersavcı, bu evin Türk kültürünü ve ülkeyi tüm çehreleri ile temsil etmesine özen gösteriyor. Masa beklenmedik eşyalarla dekore edilmiş, gümüşten, kadehlere, gumus gulabdanlardan, İznik fayanslarına kadar.
Bu ziyaretin sonunda bizi mükemmel bir öğle yemeği bekliyor, tam bir keşif. Giriş tabağından tatlıya, şaraba kadar her şey Türk. Taze ve hoş dereotlu midye dolması ile başlıyoruz. Ardından Hünkar Beğendi ile sunulan Glaze Tavuk ile devam ediyor ve çok özel bir tatlı ile yemeği sonlandırıyoruz: Kaymaklı taze kayısı ve Şam fıstığı eşliğinde Osmanlı usulü sakızlı muhallebi. Tüm bunlara, tanıdığımız şarapları hiç aratmayan şaşırtıcı ve hoş Türk şarapları eşlik ediyor. Ve sonunda geleneksel şekilde Türk kahvesi ile bitiriyoruz. Sefire Hanım, kendi sahalarında başlı başına birer otorite olan Maître d’Hôtel Dursun Yılmaz ile Aşçı Abdurrahman Koca’nın yardımlarını görmekten çok memnun.
Ülkemizde Türkiye’nin bir parçasına sahip olma şansımız olsa da Boğaz’a kadar gidip tüm şaheserleri görmenizi ve belli mi olur bazılarını eve getirmenizi tavsiye etmekten geri kalamayacağız.