Önemli ticari ortaklarımızdan ve Türkiye’ye doğrudan yatırım yapan başlıca AB ülkelerinden İspanya ile ilişkiler özellikle ikili zirvelerin ilkinin gerçekleşmiş olduğu 2009’dan bu yana ivme kazandı.
Akın Özçer |17.11.2021
İstanbul AA
Emekli Diplomat Akın Özçer, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez’in 17 Kasım'da Ankara'ya gerçekleştireceği ziyaret kapsamında Türkiye-İspanya ilişkilerini AA Analiz'e değerlendirdi:
İspanya Başbakanı Pedro Sanchez ve beraberindeki heyet, VII. Türk-İspanyol Zirvesi için bugün Ankara’ya geliyor. İspanyol dış politikasında önemli görülen ve az sayıdaki ülkelerle yapılan bu tür zirveler, stratejik nitelikli ikili ilişkilerin, belirli aralıklarla, tüm veçheleriyle ele alınmasına ve güncellenmesine imkan sağlıyor. Çeşitli nedenlerle son dönemlerde düzenli aralıklarla yapılamamış olsa da İspanya ile Türkiye arasındaki zirvelerin ikili ilişkilerin her alanda daha da sıkılaştırılmasına katkı sağladığı bir gerçek. Nitekim bugün önemli ticari ortaklarımızdan ve Türkiye’ye doğrudan yatırım yapan başlıca Avrupa Birliği (AB) üye ülkelerinden biri olan İspanya ile ilişkiler, son 20-25 yıl içinde, özellikle ikili zirvelerin ilkinin gerçekleşmiş olduğu 2009’dan bu yana, ivme kazandı ve yoğunlaştı.
İspanya-Türkiye ilişkileri son yıllarda ivme kazandı
2009’da iki ülke başbakanları Jose Luis Rodriguez Zapatero ile bugünkü Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında gerçekleşen İstanbul Zirvesi, iki devlet adamının o tarihten dört yıl önce Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında başlattıkları “Medeniyetler İttifakı” girişiminin ikili ilişkilere yansıması olarak kabul edilebilir. İstanbul Zirvesi’nde Başbakan Zapatero, o dönem, gündemin ilk sıralarında olan Türkiye’nin AB sürecine verdikleri desteği açık ve net şekilde dile getirmiş ve iki ülke ilişkilerinde yeni bir dönemin kapısını ardına kadar açmıştı.
Bu bağlamda, bugün gerçekleşme olasılığı giderek azalmakta olan AB üyeliğimize sadece Zapatero’nun mensubu bulunduğu İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) değil, aynı zamanda alternatif olarak İspanya’yı yönetmiş olan diğer büyük parti Halkçı Parti (PP) hükümetlerinin de destek verdiğinin altını çizmek gerekir. Nitekim V. ve VI. Zirveler Ankara ve Madrid’de PP’li Mariano Rajoy’un başbakanlığı döneminde 2014 ve 2018 yıllarında gerçekleşmişti. Başka bir deyişle İspanya, birçok AB ülkesinden farklı olarak AB üyeliği dahil Türkiye’ye birçok konuda iktidarı ve ana muhalefetiyle destek veren ve bu konuda devlet politikasına sahip olduğu anlaşılan bir ülke.
"Gerçek dost İspanya"
Aslında İspanya’nın bu desteği sadece Türkiye için değil, bugün kurucu babalarının ruhlarına ihanet ederek hortlatılan farklı dini inançları dışlayan akımların kol gezdiği, ayrıca büyük devletlerin sömürge geçmişlerine özlem duyan politikalarının ağırlık kazandığı AB’nin fabrika ayarlarına dönmesi için de çok değerli.
İspanya’nın Türkiye’ye desteği sadece AB üyeliğiyle sınırlı değil. ABD’nin bugün Suriye’de müttefik ilan ettiği terör örgütünü ve Doğu Akdeniz ile Ege’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan’ı kullanarak Türkiye’yi çevreleme girişimlerine sömürgecilik özlemleriyle destek veren Fransa’yı, AB içinde frenleyen üyelerin başında yine İspanya geliyor. Son olarak Ankara’da görevli bazı büyükelçilerin imza koyduğu Kavala bildirisine de katılmadığı gibi İspanya, diplomatik teamüllere aykırı bu tür girişimlerde Türkiye’nin karşısında yer almamaya özen gösteriyor. Türkiye ile ilgili bu yönde benimsediği siyasi tutum, İspanya için “gerçek dost” ifadesini kullanmamızı haklı kılıyor.
Bu tanımlamayı yaparken büyük Fransız devlet adamı Charles de Gaulle’ün diplomaside genel kabul gören “devletlerin dostları değil, sadece çıkarları vardır” mottosunu göz ardı etmek de mümkün değil elbette. İspanya’nın hem iktidarı hem muhalefetiyle benimsediği bu devlet politikasının bir arka planı olduğunu kabul etmek gerekir. Bu bağlamda genel kabul gören yaklaşım ise iki ülkenin tarihleri arasında paralellikler olduğu yönünde.
Türkiye ile İspanya arasındaki tarihsel paralellikler
Kabul etmek gerekir ki, iki ülke arasında 18. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı döneminde kurulan ilişkilerin en önemli özelliği, dönemin bazı büyük Avrupa ülkelerinden farklı olarak, barış ve dostluk çizgisinden sapmamış olmasıdır. Bunda rol oynayan başlıca etmenin iki ülkenin etki alanlarının 1571 İnebahtı (Lepanto) savaşından sonra pek çakışmaması olduğunu söylemek mümkün. Örneğin, Yeni Kıta’nın keşfinden sonra, Akdeniz’den Latin Amerika’ya yönelen İspanya’nın, yüzyıl önce olduğu gibi bugün de ikili ilişkilerimizde ciddi sorunlar yaşadığımız Fransa’dan farklı olarak sınırlarımızın dibindeki bölgelerde sömürgeci emelleri olmadı. Üstelik 98 Küba bozgunuyla büyük devlet statüsünü yitiren ve içine kapanan İspanya ile aynı dönemde topraklarını kaybetmekte ve ölüm kalım savaşı vermekte olan Osmanlı’nın kaderleri de bir yerde kesişti. Birçok tarihçi iki ülkenin yaşanmışlıklarındaki bu tür paralelliklere dikkati çekiyor.
Türkiye’de de tanınan İngiliz araştırmacı William Chislett, El Pais’te yayımlanan “Türkiye için İspanyol dersleri” başlıklı yazısında bu konuyu işliyor.[1] Chislett, güncelliğini biraz yitirmiş olan bu yazısında, halkı Hristiyan olan İspanya’nın, halkı Müslüman bir ülkenin AB üyeliğine ciddi destek veren ender ülkelerden biri olduğuna vurgu yapıyor. Ardından bu desteğin nedeni olarak iki ülkenin hem uzak hem yakın tarihte yaşadıkları benzerlikleri ortaya koyuyor. Bu bağlamda 50’li yıllardan itibaren her iki ülkenin jeostratejik önemleri nedeniyle topraklarında Amerikan üsleri bulundurduğuna, bir süre askeri darbe ya da dikta rejimleriyle yönetildiğine, mikro milliyetçilik ve ayrılıkçı terörle (ETA ve PKK) mücadele ettiğine dikkat çekiyor. Ardından Türkiye’nin, ilk Felipe Gonzalez hükümetinin Savunma Bakanı Narcis Serra’nın 80’li yıllarda İspanya’da başarıyla gerçekleştirdiği ordunun demokratikleşmesi sürecini o tarih itibarıyla örnek almasını, ayrıca İspanya’da olduğu gibi iktidar ve muhalefetiyle birlikte AB hedefinde kenetlenmesini ve yeni bir anayasa yapmasını salık veriyor.
Türkiye’nin İspanya’dan örnek alacağı birçok konu var kuşkusuz. Chislett’in önerilerine gelince, bugüne kadar sadece birinin gerçekleştiğini, FETÖ mensupları ayıklandıktan sonra Türkiye’de artık kendini devlet adamı ilan eden komutanların siyasete karıştığı dönemin kapanmış olduğunu görüyoruz. Ama AB hedefi daha çok dışımızdaki, yeni anayasa konusu da içimizdeki sorunlar nedeniyle kilitlenmiş bulunuyor. ABD, silah ve teçhizatla donattığı için Suriye’deki koluyla (YPG) birlikte terör örgütünü, İspanya’nın ETA’yı silah bırakıp kendini feshetmeye mahkûm ettiği gibi sonlandırmak da şimdilik pek kolay görünmüyor.
İkili ilişkilerin stratejik niteliği
Sonuç olarak, iki ülke arasındaki tarihsel paralelliklerin birçok yazıya hatta kitaba konu oluşturabilecek kadar kapsamlı olduğu ortada. Ancak özetle, İberia Yarımadası’nın bir dönem -Osmanlı topraklarında da olduğu gibi- 3 dinin kavşak noktasında bulunmasının, farklı kültürlerin ve dinlerin barış içinde bir arada varlığının uluslararası barış ve güvenliğe katkısını önemsemeleri hususunda Türkiye ve İspanya’yı, Medeniyetler İttifakı’nda olduğu gibi, ilkesel temelde bir araya getirdiğini söylemek mümkün.
Ayrıca iki ülkenin dinsel, dilsel ve kültürel etki alanlarının coğrafi olarak kesişmiyor olması da bir avantaj. Bu durum, iki ülke arasında samimi bir stratejik ortaklığın kurulması ve geliştirilmesinin önünde engel oluşturmuyor. Tam aksine iki ülkenin birbirlerinin etki alanlarına karşılıklı olarak açılmasını sağlıyor. Türk-İspanyol stratejik ortaklığı, sadece her alanda ikili ilişkilerin daha da sıkılaştırılmasını değil, aynı zamanda Türkiye’nin Latin Amerika ülkelerine, İspanya’nın da yakın çevremizde yer alan ülkelere ve yeni kurulan Türk Devletleri Teşkilatı bölgesine açılmasını sağlıyor. Bu da her iki ülkenin çıkarlarını kucaklayan, tanımına uygun bir dostluğun temellerinin sağlam olduğunu ortaya koyuyor.