Birol Ertan
***
“Türkiye Cumhuriyeti’ni, Cesur ve Dürüst İnsanlar Kurtaracaktır”
***
Çok sayıda okurumuzun makalenin başlığından rahatsız olacağını biliyorum. Ne yazık ki, Türkiye’nin çökme ya da parçalanma riskini söz konusu görüyorum. Yaşadığımız gelişmeler, Türkiye’nin geleceği için umutlu olmamızı sağlayacak noktadan çok uzaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş dönemine göz atarsanız, bilimden ve teknolojiden kaçış, bağnazlık, devlet yönetiminde liyakat ilkesinden uzaklaşma, yozlaşma, adam kayırmacılık, şatafatlı yaşam, gelenek ve görenekler ile devleti ayakta tutan temel kurumsal yapıların tahribatı gibi birçok neden görürüz. Bütün bu olumsuzlukların bugün için de geçerli olmaya başladığını görmek, Türkiye’nin geleceği için umutlu olmamızı engelliyor. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, bu ülkeyi yaşatacak sihirli bir güç olduğuna da inanıyorum.
Peki, bugün Türkiye Cumhuriyeti için endişeli olmamızı gerektiren gelişmeler ya da olumsuzluklar nelerdir?
Her şeyden önce, bilimi temsil eden üniversitelerin kalitesinde ve özerkliğinde ciddi bir erozyon yaşanıyor. Bu konuda üç örnek vermek yeterli olacaktır. Birinci örnek, iktidar yalakalığı yaparak merdivenleri uçarak tırmanan genç bir üniversite rektörünün din âlimi kesilerek milyonlarca insanın inandığı bir mezhep olan Şii’leri dinsiz ve sapkın ilan etmesi, Şii olmanın Hıristiyanlıktan bile kötü olduğu yorumunu yapabilmesidir. Ne yazıktır ki, bir bilim yuvasının başındaki isim, bir din ve bir mezhep hakkında aşağılayıcı ifadeler kullanmasına rağmen, siyasal iktidar ve devleti yönetenlerce el üstünde tutulmaya devam ediliyor. İkinci örnek, bir başka üniversite rektörünün yaklaşımıdır. Küçük bir ilimizin üniversitesinin rektörü, kurtuluş savaşında bin bir güçlükle ve emperyalist güçlere karşı canları pahasına savaşarak kurmuş oldukları ülkenin (Türkiye Cumhuriyeti) kahramanlarına ve kurucularına minnet duyacağına, onları katliamcı olarak ilan etmekte sakınca görmüyor. Bu açıklamaları yapan Rektör ise hala görevinin başında bulunuyor. Üçüncü örneğimiz, üniversitelerin geneline ilişkin olacak. Ülkede bunca olumsuz gelişme yaşanırken, üniversiteler muhalefet olmaktan uzaklaştı, sessizleşti, sinikleşti, korkaklaştı. Oysa, demokratik ülkelerde üniversiteler, her türlü olumsuz gelişmeye karşı seslerini yükselterek iktidarların arka bahçeleri olmadıklarını göstermektedirler. Üniversitelerin hali ortadayken, bilimsel gelişme konusunda ne söylenebilir. Türkiye Bilimler Akademisi, hükümetin atamaları kontrol altına almaya çalışması üzerine dağılmış durumda. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde olduğu gibi, bilim alanında da bir çöküş süreci yaşıyoruz.
Diğer bir çöküş nedeni ise bağnazlıktır. Bir ülkede gelişmelere ve değişime, reformlara ve devrimlere karşı olan bağnazlık, o ülkenin gelişmesine engel olduğu gibi, gerilemesinin ve çöküş sürecine girmesinin de kaynağı olmaktadır. Türkiye’de “Mele” Projesi kapsamında eğitimsiz din adamlarının devlet tarafından ödüllendirilmeye ve devlet görevlisi yapılmaya çalışılmasının bağnazlığa verilen bir prim olduğu açıktır. Bunun dışında, tarikatların devlet yönetimindeki etkisi, din adamlarının ve kurumlarının devlet yönetiminde üstlendikleri yüksek görevler ve roller, dış politikanın din eksenine oturtulmaya çalışılması gibi gerçekler, ülkenin bir bağnazlık batağına sürüklenme noktasına geldiğini gösteren işaretlerdir.
Bir devletin çöküşünün kaynaklarından birisi ve en önemlisi, devlet yönetiminde Liyakat ilkesinden uzaklaşmadır. Her nerede bir çökmüş devlet varsa, devlet yönetiminde liyakat ilkesinden vazgeçilmesinin rolü olduğu görülmektedir. Bugün Türkiye’de devlet yönetiminde ve devlet kurularında çok yüksek oranda liyakatsizlik ve kalitesizlik egemen olmaya başlamıştır. Van depreminin bölge insanının uyuşturucu kullanması sonucu Tanrının verdiği bir ceza olduğunu iddia eden bir Vali, bir mezhebi sapkınlık olarak gören bir Rektör, resim yapanı terörist ilan eden bir Bakan, kadın sanatçıya yakışıksız ithamlarda bulunan bir devlet televizyonu müdürü, protestocu gençlere yuh çeken bir Vali yardımcısı, Büyük Önder Atatürk’e hakaret eden bir Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yöneticisi, maden kazasında ölen işçilere güzel öldüler diyen bir Çalışma Bakanı, hukukçu olmayan Anayasa Mahkemesi Başkanı, neredeyse yaptığı her açıklama gaf olan Öğrenci Seçme Yerleştirme Merkezi Başkanı … gibi çok sayıda örnek; ülke yönetiminde liyakat ilkesinin neredeyse tamamen ortadan kalktığını gösteren kanıtlardır. Devlet yönetiminde neredeyse tamamen liyakat ilkesi ortadan kalkmış, yandaş atamalar dönemi başlatılmıştır. Bu durum, bir devletin çöküş sürecine girmesi için yeterli nedenlerden birisidir.
Yukarıda sıraladığımız devleti çökertme nedenlerine başkaları da eklenebilir. Bunlar arasında; her alanda yozlaşma, adam kayırmacılık, iktidar yandaşlarının şatafatlı yaşamları, yerel yönetimlere yönelik aşırı partizanlık, gelenek ve göreneklerin tahribi ile devleti ayakta tutan temel kurumsal yapıların tahribatı (TSK, MİT, Emniyet, YÖK, ÖSYM vd.) bulunmaktadır. Bunca olumsuzluk söz konusu iken, bu devletin nasıl olup da ayakta kalmaya devam ettiğini açıklamak kolay değildir. Bu devleti ayakta tutan, vatan sevgisiyle yoğrulmuş bireylerin her alanda yaptığı yürekli ve özverili çalışmalardır. “İnsanlık Kurtaracak Dünyayı” sözünden esinlenerek, Cesur ve Dürüst İnsanlar Kurtaracak Türkiye Cumhuriyeti’ni sözüyle yazıma noktayı koymak istiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak için birileri içeriden, bazıları dışarıdan çalışmaya devam ediyor. Ancak, Türk insanının mücadeleci ruhu ve vatan sevgisi teslim alınamadığı sürece TÜRKİYE sonsuza kadar yaşamaya devam edecektir.