Uzun bir zamandır Assos Antik Kentini görmek istemişimdir. Nasip bu yıla imiş. Güneşli bir yaz gününde Küçükkuyu beldesinden Assos yollarına düştük. Sahil boyu zeytin bahçelerinin çevrelediği, doğanın bağrında kıvrım kıvrım akan yolu takip ederek ilerledik. Dünyada eşi benzeri bulunmayacak güzellikte yeşilin, denizin, dağların, bağların iç içe olduğu bu mükemmel bölgemizi adeta yeniden keşfetmiş olduk. Assos Antik Kenti öncesi dağların eteğinde bulunan Kadırga koyu bir başka doğa harikası. Kadırga koyunu kelimelerle anlatmak çok zor. Sadece çıplak gözle görmek lazım.
Assos Antik kenti döneminin yapıları içersinde en çarpıcı olanlarının başında geliyor. Birçok yanı ile Pergamon Antik Kentin özelliklerini taşıyan Assos Antik kentini aslından liman kısmından sindire sindire yukarı doğru çıkarak ziyaret etmek gerekiyor. Biz ise kolayını seçerek Behramkale köyünden geziye başladık.
Antik çağın bir çok yerleşim bölgesi daha çok deniz yolu ile ulaşımın kolayca yapıldığı yerlere serpiştirilmiş. Hemen hemen tüm Akdeniz kıyılarında bu düzeni görmek mümkün. Ancak Sagalassos antik kenti gibi denizden uzak benzerleri de mevcut elbette.
Assos Antik kentin tarihi hakkındaki bir dökümü aşağıda bulacaksınız. Ancak bu özel tarihi mekanı ziyaretimizde kısa bazı gözlemlerimizi okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Farklı çağlar, farklı kültürler iç içe.
Assos Antik köyü yamacına doğru yokuş yukarı çıktıkça adeta bir eski çağ masalında yaşıyormuşsunuz duygusuna kapılıyor insan. Bir yandan hafif serinlik, diğer yandan her yeri ile tarih kokan müthiş bir manzara. Farklı çağlar, kültürler iç içe. Yöreyi keşfeden her medeniyet bir şeyler bırakmış arkada. MÖ 10 yy`dan günümüze Assoslular; Midilliler, Lidyalılar, Persler, Yunanlılar, Romalılar, Anadolu Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları. Her gelen uygarlık güzellik katmış bu doğa harikası tatil beldesine.
Assos doğa ile tarihin iç içe geçtiği, insanı büyüleyen antik bir kent.
Yüzyıllarca önce, özellikle Ege’deki adalardan bu bölgeye göç olduğu düşünülüyor. Assos’a daha çok Midilli’den göç olmuş. Çünkü Assos ile Midilli Adası neredeyse burun buruna. Assos’a ulaşıldığında hemen karşısındaki görkemli Midilli Adası geleni gideni gözlüyor. Gelmiş geçmiş en büyük filozoflardan Aristo’nun hayatının önemli bir dönemini burada geçirdiğini öğreniyoruz.
Aristo, dönemin yöneticilerinden birinin kuzeniyle evlenmiş ve bir de kızı olmuş. Assos’u daha sonra Persler ele geçirmiş ve kenti yağmalamış, ardından da İskender Perslerle savaşmış, Romalılar ve Bizanslılar derken Osmanlıların egemenliği altına girmiş.
Burada adım atılan her karış alanda tarih yatıyor. Taşı toprağı bir hazine, bölge tarihi yapılardan kalan taşlar ve kalıntılar ile kaplanmış.
Behramkale kentlerin yoğun gürültüsünden kaçanların restore ettirerek kullanıma açtığı Taş evler ilk bakışta insanı ürkütüyor, şaşırtıyor, büyülüyor, hayran bırakıyor. Dar sokaklarında yürüdükçe mistik bir havası olduğunu görüyor, hissediyorsunuz.
Assos Behramkale Köyünün, Osmanlı döneminde kurulmuş. Assos Antik Kenti`nin hemen yanı başında olması bu köye turistik bir değer katmış. Evler neredeyse tamamı Assos taşı kullanılarak yapılmış.
Sit alanı ilan edildiği için köy içerisinde yeni yapı yapılmıyor. Genellikle şehir dışından köyün sakinliği ve mistik havasına hayran kalanların restore edip yaz aylarında bazen yılın büyük bir kısmı kullandıkları taş evler, küçük otel ve pansiyonlar ile köy halkının yaşadığı evlerin sayısı onlarla ifade edilebilir.
Assos Antik Kenti`nin yanı başında kurulmuş olması, evlerin otantik yapıda olması ve bütünlük arzetmesi, bütün bölgeye hakim bir tepede olması Behramkale Köyün önemini arttıran önemli bir nokta olarak gözüküyor. Yılın büyük kısmı özellikle tatil dönemlerinde hareketlenen köyde restoran, cafe, otel, hediyelik eşya satan dükkanlar gibi tatilcilerin birçok ihtiyacını karşılayan mekanlar var.
Behramkale köyünde paylaşabileceği bir ilginç anektot ise şöyle. Köy merkezinde tarihi camii ve minare var. Belli ki; minare restore edilmiş. Köy sokaklarına kurulan tezgahlardan birine yaklaşarak anne ve 3 kızından oluşan ve hediyelik eşyalar satan bir aileye bu cami ve minare hakkında bilgileri olup olmadığını, özellikle minarenin ne zaman restore edildiğini sorduğumda aldığım cevap oldukça üzücüydü. Satıcı anne’nin büyük kızı ‘’Biz ne bilelim, caminin kapısında bir şeyler yazıyor, git orayı oku’’ demez mi. Doğma büyüme Behramkaleli olduklarını söyleyen anne ve kızları köylerinin tarihi ile hiç ilgilenmemişler, onlar için sadece bir gün içersinde sattıkları hediyelik eşyalar önem taşıyor.
Assos Antik kent’e çıktığımızda, hemen girişte bizi Athena tapınağı karşılıyor. Biga Yarımadası ve Edremit Körfezi’ne bakan bu tapınak eski ihtişamıyla restore edilmiş. Tepeden denize doğru, agoralar, bir tiyatro ve bir de gymnaisum görülüyor. Hemen aşağıda bir köprü bir de kale bulunuyor. Harabelerin alt kısmında ise ufak ve sevimli bir liman yer alıyor.
Assos Antik Kentinde su sarnıcı çok dikkat çekiyor. Bu kadar yüksek bir yere su çıkarmak kolay iş değil elbette. Pergamon Antik kentine su taşıyan kanallar görmüştük daha önce. Burada ise su bir sarnış yapılarak tedarik edilmeye çalışılmış. Metrelerce yeraltına inilerek su kanallarına ulaşılmış ve sarnıçlarla tepeye su çıkarılmış.
Assos Antik kenti sit alanı içersinde birde cami var. Hüdavendigar Camii Osmanlı sultanı 1. Murat Hüdavendigar tarafından 14.yy `da yaptırılmış. Osmanlı`nın kendine özgü eserlerinden olan cami tek kubbeli ve kare planlı olarak inşa edilmiş. Antik kent sınırlar içinde , tepede yer alıyor camii. İçerisinde yer alan kadırga resimleri Osmanlı cami mimarisinde pek karşılaşılmayan bir örnek oluşturuyor.
Cami`nin giriş kapısı, kendisinden daha eski Cornelius kentinin kapısı aslında. Cornelius Kilisesini onartan Kral Skamandros`un kapıya yazdırdığı yazılara dokunulmamış. Sadece haç işaretinin iki kanadı kırılmış..
Assos Antik kentinde dakikalar boyunca hem doğayı, hem tarihi, hemde Ege denizinin güzelliğini seyrettik. Bu güzide turizm ve tarih zengini özel mekanı fırsat bulursanız mutlaka ziyaret etmenizi tavsiye ederiz.
ASSOS – BEHRAMKALE HAKKINDA GENİŞ BİLGİLER:
Gülpınar`dan doğuya doğru ilerleyen ve hepsi 26 km. olan yol Assos/Behramkale`ye çıkıyor. Assos İskelesi eski antrepolardan restore edilmiş butik otelleri, iyi balık lokantaları ile aslında "bir avuç" denilebilecek kadar bir yer. Ama bu bölgenin turizminde yıllardır lider konumunda. Bu liman aslında çok eski tarihlerde de vardı ve gene böyle küçük bir limandı. 1950`lere kadar da sanayi hammaddesi olarak meşe palamudu ihraç edilirdi.
Son yıllardaki araştırmalar buradan demir de ihraç edildiğini gösteriyor.
Assos antik kenti
Kent bir volkan konisi üzerine yerleşmiş. Güneye, denize doğru teraslarla iniyordu. Bugünkü köy ise kuzeyde. Türkler bölgeye geldiklerinden başlayarak güneye doğru yerleşim kurmamışlar. Bunun korsanlardan korunmak için olduğu anlaşılıyor. Oysa Antik dönemde kent denize bakıyor ve Ege`nin ünlü İmbat rüzgarını alıyordu.
Antik kentin etrafı dört km`lik surla çevrili. Surların bir kısmı yokolmuş. İ.Ö. 6. yy`dan beri surlarla çevrili olduğu biliniyor. En son dönem surları 4. yy`a ait. Bunlar onarılarak Roma döneminde de kullanılmış. Günümüzde de önemli ölçüde ayakta, iyi durumda.
Kentin yapıldığı zor işlenen ama çok dayanıklı taşa antik yazarlar "insan yiyen taş" diyorlardı. Zor işlense de dayanıklı olan bu taş Assos`un ihraç malları arasındaydı. Taştan yapılan lahitler satılıyordu. Araştırmalar lahitlerin değerinin kullanılan şap`tan geldiğini ortaya koyuyor. Şap ticareti o denemde önemli ve kazançlıydı.
Batı Nekropolü (mezarlık)
İlk kazı 1981 yılında başladı ve ilk kazı alanı nekropoldü. Mezarlık İ.Ö. 7. yy`dan 2. yy`a kadar; 9 yy. mezarlık olarak kullanılmış.
En eski gömüler yakılan cesetin külleri çömleklere konulup ve ağzı kapatılarak gömülmesi şeklinde yapılıyordu. Sonra daha büyük küplere ölü ana karnındaki gibi konuluyor ve dönemin inancı gereği geri gelmesin diye ağzı taşla kapatılıyordu. Ölen erkekse geri gelme ihtimaline karşı eşi tanınmamak için bir süre peçeyle dolaşıyordu.
Assos kazılarını yöneten ve bu yazımızda yararlandığımız Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu günümüz batı dünyasında cenazelerde kadınların tül (peçe) takmasının kökeninde bu dönemdeki inancın olduğunu söylüyor.
Küp gömülere ölü için hediyeler de konuyordu. Türkiye`de define avcılarının mezar kazmaya meraklı olmaları ve çok sayıda "bir küp dolusu altın" bulma öyküsünün altında da bu kültürün olduğu anlaşılıyor.
Daha sonraki mezar tipi lahitler. Yüzeye yakın bulunan lahitlerin hepsi daha önce defineciler tarafından soyulmuş. Ancak altlardaki lahitlerde iskelet kalıntıları ve ölü hediyeleri bulunabilmiş.
Bu buluntuların en değerlisi İ.Ö. 4. yy`a tarihlenen pişmiş topraktan yapılma bir kadınlar orkestrası heykelciği. Hiçbir müzede benzer bir örnek yoktur.
Önce tarihe yolculuk
Assos antik kenti, limana inmeden önce karşılıyor ziyaretçileri.
Bir liman kentiydi. İhracat yapılır, buradan geçen ticaret gemilerine ikmal yapılır ve vergi (gümrük) alınırdı.
Adı biraz tartışmalı. Mesela Homeros Assos adından hiç sezetmez. Troia`nın destekçilerinden sözederken Pedesa`dan söz eder. Strabon ise II. Yy`da Pedesa`ya gittiğinde buranın terk edilmiş bir kent olduğundan sözediyor. Oysa Assos`un tarihi boyunca her zaman iskan gördüğü biliniyor. O zaman Pedasa bir başka yer olmalı. 6. yy`da Assos paralarının üzerinde Assi yazılı. Bu ad Helence değildir, Anadolulu yerli bir addır.
Kent bir volkan konisi üzerine yerleşmiş. Güneye, denize doğru teraslarla iniyordu. Bugünkü köy ise kuzeyde. Türkler bölgeye geldiklerinden başlayarak güneye doğru yerleşim kurmamışlar. Bunun korsanlardan korunmak için olduğu anlaşılıyor. Oysa Antik dönemde kent denize bakıyor ve Ege`nin ünlü İmbat rüzgarını alıyordu.
Antik kentin etrafı dört km`lik surla çevrili. Surların bir kısmı yokolmuş. İ.Ö. 6. yy`dan beri surlarla çevrili olduğu biliniyor. En son dönem surları 4. yy`a ait. Bunlar onarılarak Roma döneminde de kullanılmış. Günümüzde de önemli ölçüde ayakta, iyi durumda.
Kentin yapıldığı zor işlenen ama çok dayanıklı taşa antik yazarlar "insan yiyen taş" diyorlardı. Zor işlense de dayanıklı olan bu taş Assos`un ihraç malları arasındaydı. Taştan yapılan lahitler satılıyordu. Araştırmalar lahitlerin değerinin kullanılan şap`tan geldiğini ortaya koyuyor. Şap ticareti o denemde önemli ve kazançlıydı.
Akropol (yukarı kent)
En yüksek noktada tanrıça Athena`ya adanmış Athena Tapınağı var, İ.Ö. 525 yıllarında yapılmış. Arkaik Çağ`da Anadolu`da yapılmış ilk ve tek Dor düzenindeki tapınaktır. Tapınakta ayakta gördüğümüz sütunlar yoktu. Kazı çalışmalarında sağlam kalabilmiş sütunlardan çıkarılan kalıplarla yeni sütunlar dökülmüş ve böylece ayağa kaldırılmış. Sütunların üzerindeki firizlerin bir kısmı 1881`de Boston Müzesi`ne götürülmüş. Bir kısmı Louvre Müzesi`nde ve bazı parçalar da İstanbul Arkeoloji Müzesi`nde. Kabartmalarda kahraman Herakles`le ilgili bir mitos anlatılıyor.
Bulunan ikinci tapınak ise bir Bizans Bazilikası. (4. yy)
Agora
Güney yamaçta teras üzerindeki Agora`nın kuzey stoası iki katlı, güne stoası dört katlı. Ortada tanrıça Athena`ya adanmış küçük bir tapınak var.
Bu yörede 2002 yılında yapılan arkeolojik çalışmalara 6. yy konut yapıları bulundu.
Tiyatro
1985 Yılından beri çalışılan tiyatronun deprem gördüğü ve çöktüğü anlaşıldı. Devrilmiş duvarları yeni baştan örüldü. 4000 kişilik.
Bir zamanlar taş ocağı gibi kullanılıp taşları götürülmüş. İki yanda tonozları varmış, tonozlardan biri yeni üretilen taşlarla ayağa kaldırıldı. Yeni yapılan sıralarla eksikler tamamlandı. Sahne binasının yanından giden 2000 yıllık bozulmamış bir cadde ortaya çıkarıldı.
Konut Alanları
Kentin güneybatı yönündeki konut alanlarında yapılan kazılarda hıristiyan mahallesi bulundu. 6. yy`a tarihlenen seramikler ele geçti., bir başka konutta aynı tarihten bir sarnıç ortaya çıkarıldı. Kentte bulunan diğer sarnıçlar o dönemlerde kentin su sıkıntısı çektiğini gösteriyor.
Su sıkıntısı bugün de sürüyor.
Oysa çok daha eski çağlarda İda Dağı`nın sularının künklerle kentlere taşındığı biliniyor. Bu kitabımızın önceki sayfalarında da bu örneklerden söz edilmişti.
Ayazma Tepe
2002`de Kazılan bir başka alan Ayazma Tepe`ydi. Düzgün teras duvarları, dikdörtgen planlı büyük yapı burada büyük bir hıristiyanlık merkezinin işaretleri.
Şehrin Akropol eteklerindeki yerleşimi Tunç çağına kadar iniyor. Sonraki dönem yerleşimleri de aynı yerde gerçekleşmiş.
Assos İskelesi
Antik kent gezisinden sonra yazın otomobil inişine izin verilmeyen kısa ama dik yokuşu inerek, yoğun sezon dışında limanın girişindeki park yerine otomobil bırakılarak limana giriliyor. Zaten burada otomobilin bir anlamı yok. Bir avuç yer, sokakları daracık.
Kentin limanında iki mendirek vardı. Biri bugün de onarılmış olarak kullanılıyor. Limanda çoğu otel, motel olan taş yapılar geçen yüzyılın yapıları.
Yeni bina yapılmasına izin verilmemesi burayı asıl değerli kılan şey oldu. Halen kullanılan bir çeşme Roma döneminden kalma.
Assos yıl boyunca her mevsimde gidilebilecek bir yer, zaten kış tatillerinde de dolup taşıyor. Ama asla gürültülü patırtılı bir yere dönüşmüyor. Bu hem buradaki turizmcilerin hem de Assos müdavimlerinin birlikte sağladı bir huzur ortamından geliyor.
Deniz kenarında felsefe
Bir ilginç özelliği de 5. yy`dan sonra kentin bir tür "özelleştirmeye" uğraması. Zengin banker Euboulos kentin yönetimine gelmiş.
Kentin ondan sonraki hakimi de bankerin azatlı kölesi ve mirasçısı Hermias olmuş. Hermias felsefe eğitimi görmüştü. Platon`un öğrencisi olmuştu ve mantık biliminin kurucusu Aristotales`in arkadaşıydı.
Aristotales Hermias`ın çağrısı üzerine Assos`a gitti ve üç yıl kadar burada dersler verdi. Doğrusu felsefe dersi almak için çok uygun bir yer.
Bir de şiir için uygun yer olduğu kanısı var. Akşam günbatarken, sabah İda Dağı`nın eteklerine doğru yürürken, gece ayışığında güzel bir sofrada sevdiğinzle otururken insanın aklına bir şiir, birkaç mısra gelmemesi mümkün değil.
Öylesine romantik ve değişik bir atmosferi var bu antik limanın.
Ve limandaki balıkçı teknelerinin her gün attıkları ağlara takılan balıklar, ahtapotlar, kalamarlar ve daha başka deniz ürünleri çevre bahçelerde yetiştirilen taze sebzelerin eşliğinde vemutlaka zeytinyağıyla sofraları süslediği yerde kilo almamak için zeytin ağaçları arasında uzun yürüyüşler yapmakta yarar var.
Behramkale`den Ayvacık yoluna girildiğinde Tuzla Çayı üzerinde 14. yy`da yapılmış Hüdavendigar Köprüsü`nden geçiliyor. Halen ayakta ve sağlam bir tarihi köprü. Kemerleri dikkat çekici, gördüğümüz köprü elbette orijinal halinden onarımlarla farklılaşmış. Ama kemerleri orijinalliğini koruyor