Ben Trabzon Akçaabat doğumluyum. Lise tahsilimi tamamladıktan sonra 1974 yılında Belçika'da yaşayan ailemin yanına geldim.
Önceleri eğitimime devam etmeye çalıştım. 1979 yılında evlendim. Şu anda 5 çocuk babası ve birde torun dedesiyim.
Kısa adı BİF olan Belçika İslam Federasyonu başkanlığını 1997 yılında üstlendim. O günden bugüne görevimi aralıksız yapmaya devam ediyorum.
Milli Görüş düşüncesini benimsemiş bir teşkilatız.
Belçika'da resmi olarak tanımlanmamız Belçika İslam Federasyonu şeklindedir. Bunun yanında vizyon olarak Milli Görüş düşüncesini benimsemiş bir teşkilatız.
Bildiğiniz gibi Belçika'ya göç 1960'larda başladı. Dini ve Milli konularda hizmet eden kuruluşlarımızda bu yıllardan itibaren şekillenmeye başladı. Diğer milletlerin biz Türkler'den bazen farklı bir yapıda örgütlendiğini görüyoruz. Örneğin Yunanlılar buraya insanlarını gönderirken beraberlerinde de 'Papaz' şartı koydular. Bizde ise o dönem bu konuyu hiç düşünmemişler. Din hizmetleri açısından insanlarımız kendi öz kaynaklarını 1974'lü yıllara kadar bizzat kendilerinin kurdukları derneklerle çözmeye çalıştılar.
1974 yılında Belçika İslam Dinini resmen tanıdı. Bu durum İslam ülkesinden gelen vatandaşların devlet yetkililerini de harekete geçirdi. 1976 yılından itibaren ise Türkiye'den gelen görevliler buradaki sivil toplum kuruluşlarını harekete geçirdi ve yavaş yavaş bugünkü kuruluşların temelleri atıldı.
Belçika İslam Federasyonu altyapısı da aslında 1976'larda başladı. 1981 yılından itibaren cemiyet bazında değişik bölgelerde 6 kuruluş sayısına ulaşan Milli Görüş hareketi 1986 yılında Belçika İslam Federasyonu adı altında resmen kuruldu.
30 Camimiz 100 derneğimiz var.
BİF başta dini konular olmak üzere sosyal, kültürel, sportif, eğitim gibi birçok farklı konuda insanlarımızın ihtiyaçlarını karşılamak üzere faaliyetler yapıyoruz. BİF Din hizmetleri alanında çok yoğun faaliyetlerde bulumaktadır. Şu anda cami statüsünde 30 merkezimiz bulunuyor. Bu camilerin bünyesinde ayrıca kadınlar kolu, gençlik kolları, üniversiteliler, gibi 100'ün üzerinde faal birimlerimiz bulunmaktadır.
Bugün için Valon bölgesinde 4, Flaman bölgesinde ise 3 camimiz resmen tanınmış durumdadır. Bu arada Valon bölgesinde bulunan 3 camimizin İmamları Belçika devleti tarafından atanmış durumdadır. Diğer camilerimizin resmen tanınma sürecide şu anda devam ediyor.
.
İlk defa 1977 yılından itibaren din görevlileri gelmeye başladı.
Belçika'da 1974 yılında Suudi Arabistan Kralı Faysal ile zamanın Belçika Kralı Boudewijn arasında yapılan bir anlaşma ile İslam resmen tanındı. Başkent Brüksel'de 1967 yılında Arabistan kralına hediye edilmiş olan bir bina restore edilerek 1978 yılında Belçika İslam Kültür Merkezi adı altında hizmete açıldı. Bu merkezde başlatılan din hizmetleri kamuoyunda adı Rabıta olarak bilinen bir kuruluşun görevlendirdiği yetkililer tarafından yönetilmeye başlandı.
Belçika'ya Türkiye'den ilk defa 1977 yılından itibaren din görevlileri gelmeye başladı. O tarihlerde statüleri farklıydı. O dönemde Belçika Diyanet Vakfı gibi bir kurluş olmadığı için gelenler TC Brüksel Çalışma Müşavirliği bünyesinde görevli statüsü ile buraya gelmişlerdi. Diyanet Vakfı 1982 yılında kuruldu. Zamanla Belçika'da gelenlerin sayıları oldukça azaldı. Bir çoğu aramızdan ayrıldı. Örneğin Anvers şehrinde yaşayan büyüğümüz Mevlüt Karaaslan ilk gelen din görevlilerimis arasında bulunuyor.
Din görevlilerinin bir dönem maaşını Rabıta ödedi.
Belçika'ya gelen din görevlilerimizin önemli bir bölümü görev süreleri dolduktan sonra geri dönmediler. Din görevlilerimiz burada kalarak Belçika Kültür Merkezi bünyesinde çalışmaya devam ettiler. Belçika'da bir şekilde tezkere bırakmış olan görevlilerimizin bir bölümü İslam Kültür Merkezi bünyesinde din kültür dersleri öğretmenliğine devam ettiler, bir diğer kısmı ise istek üzerine bir çok camide İmam olarak görev üstlendiler.
Rabıta Belçika'da yaşayan Müslümanlara yönelik din hizmetlerinin ilk resmi adres oldu. Ancak Rabıta konusunda daha sonra bazı sorunlar yaşandı. Asıl adı "Rabıtat-al-allam-al-İslami" olan ve Suudi Arabistan kökenli olan bu kuruluşun misyonu aslında dünya üstünde İslam adına yapılan ne varsa ona maddi, manevi ve siyasi destek verdiği biliniyor. Bu örgüt bir şekilde Türkiye'den bakanlar kurulu kararnamesiyle 1982-1984 yılları arası Belçika'ya gelen İmamların maaşlarını ödedi. Bu durum zamanla Türkiye'de yoğun bir şekilde eleştirilmeye başlandı.
Bir şekilde Rabıta kontrolünde olan İslam Kültür Merkezi hem Türkiye ve hem de Belçika tarafından mercek altına alındı.
Bazı gelişmeler Belçika'yı kaygılandırmaya başladı.
1980'li yıllardan itibaren dünyada özellikle İslam ülkelerinde yaşanan gelişmeler batılı ülkeleri bazı konularda kaygılandırdı. Örneğin 1979'da İran'da Humeyni devrimi, Libya'nın Amerika tarafından bombalanması, bir Raşdi(Rushdie) olayı uzun zaman gündemde kalarak spekülasyonlara sebep oldu.
29 mart 1989 yılında Belçika İslam Kültür Merkezi müdürü İmam Abdullah Al Ahdal ve sekreteri Salim Bahri öldürüldü. Bu olayı Ruşdi hakkında yaptığı eleştiriler sebebiyle öldürüldü şeklinde açıkladılar.
Bu gelişmeler Belçika'da devlet yetkililerini kaygılandırmaya başladı. Belçika 1989 yılında din hizmetlerini denetim altına alma düşüncesi ile önce bir komisyon kurdu. Ancak bu komisyon pek kabul görmedi ve bir çok tartışma yaşandı. Ardından komisyon fes edildi.
Belçika Hangi İslam sorusuna cevap aramaya başladı.
Belçika'da 1988 yılında bir kararname ile Kraliyet Göçmen Politikası Komiserliği adı altında bir kurum oluşturuldu. Kısa adı KCM olan bu kuruluşun önceleri başkanlığını Paula D'Hondt yaptı. Burada daha çok Belçika'da ortak yaşamda İslam Dininin yeri ne olmalıdır sorusuna cevap bulmaya çalışıldı.
Artık yeni bir süreç başlatılmıştı. Belçika hangi İslam? Sorusuna cevap arıyordu. Belçika aynı zamanda İslam Din hizmetleri konusunda resmi bir otorite olması gerektiğini düşünüyordu. Bu alanda bir çok girişim oldu. İlk komisyon dememesi tutmayınca bir de Conseil Superieur-Yüksek Konsey adı altında bir yapı oluşturmaya çalıştılar. Bu yapı 1998 yılına kadar Belçika devleti nezdinde bir otorite olarak görev yaptı.
Belçika'da 1980-90 yılları arasında bir yandan İslam konusunda sağlıklı bir yapı oluşturularak din hizmetleri konusu etkin denetim ve güvence altına alınmaya çalışılırken, diğer yandanda klasik görevlendirme uyugulamaları değiştiriliyordu. Bu bağlamda Türkiye'den okullarda din dersi öğretmeni olarak gönderilen görevlilere artık kapılar kapatılmıştı. Bu alanda görev üstlenmek isteyenler istifa edip burada kalıyordu. Diğer yandan yeterli din bilgisi olanlar arasından konsey tarafından atanıyordu. Aslında Belçika'da bu dönemde başlatılan sistemde bir yanlış yoktu. İşin doğrusuda bu olmalıydı. Çünkü bu konuda daha önce yapılan görevlendirme siteminde birçok zorluk vardı. Hizmetler eksik-aksak yürüyordu.
Belçika bağımsız ülke olarak bünyesinde yaşayan Müslümanlar'a yönelik kendi kurumunu kurmak istedi. Belçika zaman içersinde İslam ülkelerinde meydana gelen siyasi çalkantılardan bir şekilde kaygılanmaya başlamıştı. Elbette bir ülke kendi topraklarında yaşayan insanların geldikleri ülkelerde meydana gelen dini veya milli olaylardan etkilenerek burada sorun yaratmasını istemez. İslam konusunda ise 1980-90 yılları arasında ortaya çıkan reaksiyoner İslam akımları korkusu ile Belçika biz aslında hangi İslam'ı tanıdık sorusunu parlementoda bir tartışma konusu olarak gündeme getirdi.
Hristiyanlarda din daha çok Tanrı ile Kul arasındaki ilişki olarak algılanıyor. İslam'da ise hem Allah ile Kul ve hem de dünyevi ilişkilerin tanzimi söz konusu. Bu bağlamda İslam'ın tanınması Hristiyanlık'ta olan yapısal model üzerine mi, yoksa farklı bir boyutta mı olacak soruları gündeme geldi.
Brüksel'de bulunan İslam Kültür Merkezinde 1989 yılında müdür Abu Ahdal'ın öldürülmesinden sonra göreve gelen Samir A. kendi döneminde bu alanda faal olan kurumların yöneticilerine Belçika hükümetinin bir İslam Temsil Örgütü oluşturma yönünde bir irade ortaya koyduğu ve bunun burada yaşayan Müslümanlar için çok önemli bir fırsat olduğu anlattı. Bu doğrultuda 1989 yılında oluşturulan ilk temsil örgütü 1974'den itibaren dayanağını kanundan alan sürecin zaman aşımına uğradığı gerekçesi ile kabul görmedi. Aslında burada hepimiz Belçika'da bir İslam Temsil Örgütü kurma hakkımızın olduğunu ve hiçbirimizin bu konuda bilgisi olmadığı ortaya çıkmış oldu.
Executif'in kuruluşu yeni bir dönem başlattı
1989-98 yılları arasında yeniden yapılanma süreci ilk defa Aralık 1998 yılında yapılan bir seçimle Executif(Exécutif des Musulmans de Belgique) adı altında bir kurumun temelleri atıldı. Aralık 1998 yılında yapılan seçim sonucu 68 kişiden oluşturulan bir karma meclis mayıs 1999'da resmen tanınarak göreve başladı.
Yapılan ilk seçimlere Belçika Diyanet Vakfı katılmamıştı. Bu oluşum zaman içersinde çeşitli sebeplerden dolayı 2005 yılında yeniden seçime götürüldü. Bu sefer Arap kökenli bir çok kurum bu seçimleri protesto ettiler. Bu seçimlerde ise Türk kökenli Müslümanlar çok iyi organize olmuşlardı. Bir şekilde çoğunluğu Türk kökenli üyelerden oluşam yeni bir yapı ortaya çıktı.
Bu tür yapılanmalar hep sancılı oluyor.
Belçika'da İslam 1974'de tanındı. Bu son seçimler ise 2005 yılında yapıldı. Şimdi 2010 yılındayız. Arada 36 yıl var. Bugün okulların bir çoğunda İslam dersleri verilmiyor. Özellikle Katolik okullarda okuyan Müslüman Türk çocukları Katolik dersleri almak zorunda bırakılıyor. Yani Din konusunda halen çok yönlü sorunlarımız var.
Executif, daha doğrusu din hizmetleri bağlamında sağlıklı bir yapının gerçek anlamda dizayn edilebilmesi için asıl önemli olan nokta bu konuda hizmet veren tüm tarafların bir araya gelerek uzlaşmasıdır. Örneğin Belçika Türk Diyanet Vakfı bu konuda taraflardan biridir. Diyanet Vakfı her zaman bu çalışmaların içersinde olmuştur. Fakat onlar hep 'Biz devletin kurumuyuz, biz işimizi devletler arası hallederiz" anlayışı ile olaya yaklaştılar. Geçmişte din dersleri öğretmenleri ve İmamlar Türkiye Cumhuriyeti devlet aracılığı ile buralara geliyordu. Ancak artık sistem değişti.
Belçika'da sadece Türk Müslümanlar yaşamıyor.
Burada Faslılar, Cezayirliler, ve diğer milletlerden gelmiş Müslümanlar söz konusu. Türk toplumunu oluşturan Müslüman kitlenin oluşturduğu ibadet merkezlerinin tamamı da Türk Diyanet Vakfına üye değiller. Bizler Belçika'da Türk toplumu içersinde üçte bir oranında bir kitleyi temsil ediyoruz. Türk toplumu içersinde Cami sayısı olarak da üçte iki oranındayız.
Belçika'da 640 bin Müslüman kökenli insanın yaşadığı biliniyor. Bunun ancak 200 bini Türk kökenli. Toplam cami sayısı 312 tane. Türkler'in kurduğu cami sayısı ise 100 civarında. Bu parçalı yapı içersinde tek seçenek uzlaşmaktır. Aksi takdirde sadece bize ait bir sistem istiyoruz diyerek diretirsek sonuç alamayız.
Belçika Modeli İslam yapılanmasına ihtiyaç var.
Bizler Belçika'da uzun yıllar yaşayan Müslüman kökenli göçmenleriz. Burada artık Türk Müslümanlığı, Fas Müslümanlığı, Cezayir Müslümanlığı gibi bir gelenek veya alışkanlığı devam ettiremeyiz. Biz kendi kültürümüzü kendi evimizde yaşayabiliriz. Ancak İslam denildiği zaman gelecek nesillerin bir Belçika Modeli İslam yapılanmasına ihtiyacı var.
Bizlerin kendi kültür ve inancımızdan kaynaklanan bir çok şeyi gerçek İslam gibi sunmaya hakkımız yok. Örneğin Faslılar'ın giysileri boydan boya giyilen yerel bir kıyafet biçimi. Bizler ise daha farklı giyiniyoruz. Giyim konusunda bazen çok dikkat çekici durumlar oluyor. Örneğin bakanlıkta yapılan bir toplantıya Fas kökenli bir İmam kendi yerel giysileri ve çıplak ayakla geldi. Şimdi siz İslam budur diye ortaya çıkarsanız insanları yanıltırsınız.
Kendi İslam modelimizi buraya empoze edemeyiz..
Peygamberimiz aslında kılık kıyafet konusunda zorlamalarda bulunmamıştır. İslam'da sadece kadının teseddür sınırı ortaya konulmuştur. Bu nedenle bir çok konuda Belçika şartlarında tüm Müslümanlar tarafında kabul gören bir anlayış tarzı geliştirmeliyiz. Küçük yaşta çocukların çarşafa, burka'ya bürünerek okullara gönderenlerin tutumunu densizlik olarak görüyorum. Bu durum karşısında okul yönetimleri normal örtü takanları da dışlamaya başlıyor. Bizler daha çok dış ülkelerde yaşanan ve çoğu geleneklerden kaynaklanan bir İslam modelini buraya empoze edemeyiz.. Kısaca bizler "Belçika'da İslam'ı nasıl yaşarız" soruna doğru ve kabul edilebilir bir cevap bulmanın kavgasını vermeliyiz.
Abdelghani Ben Moussa olayı bir manipülasyondur.
Executif konusunda kuruluşundan bu yana her zaman her zaman spekülasyonlar oldu. Abdelghani Ben Moussa adlı bir vatandaş 2005 yılında yapılan seçimlere katılmak istemiş, ancak bu başvurusu seçim komisyonu tarafından kabul görmemişti. Bu olay her nasılsa şimdi ortaya çıkarılarak birşekilde yeni bir manipülasyon devreye sokuldu. Halbuki bu şahıs istese o zamanlar bir başka şekilde aday olabilirdi.
Executif başkanı Şemsettin Uğurlu bu konuda güzel bir şey söyledi. Kendisi "Executif" gibi 600 bine yakın bir din topluluğunun temsil kurumunun olarak geleceği bir pamuk bağlı bir kurummuş gibi gösterilmesi kabul edilemez" demişti. Bu çok doğru bir söz. Din hizmetleri konusundaki haklarımız temelsiz bahanelerle ertelenemez. Bu son olay da geçmişte olduğu gibi temelsiz bir bahane olarak ortaya sürüldü.
Executif'in yapılanması aslında kurumların desteği ve onların belirleyeceği uzman ekiplerle yeniden yapılandırılmalı. Bu işi siyasi bir yapılanma modeli ile sokaklara taşıyarak götüremeyiz. Bu sistem işlerin kontrolden çıkmasına sebep oluyor ve siz bunu engelleyemiyorsunuz.
Bu bağlamda din hizmetleri alanında faaliyetlerde bulunan kurumlarla birlikte bir ortak değerlendirmede Executif kurumunun yapısının yeniden oluşturulması konusunda bir deklerasyona imza attık. Bu metin Belçika Adalet Bakanlığına sunuldu. Bizler bu konuda Cami tabanlı bir oluşumdan yanayız. Buralardan çıkacak yetenekli, ehil kişilerden oluşacak yeni bir yapıyı destekleyeceğimizi belirttik. Şu anda sistem bir siyasi partilerin çalışma düzeni gibi işliyor. Din hizmetleri konusunda yetkili bir kurumun bu düzen içersinde sağlıklı bir yapıya kavuşturulması mümkün değildir.
Diyanet Vakfı veya Bİf ortadan kalkmaz.
İnsanların bazılarında şöyle bir kaygı var. Executif kurumu istenilen noktaya geldikten sonra Belçika Türk Diyanet Vakfı veya Bİf gibi diğer kurumların ortadan kalkacağını düşünüyorlar. Böyle bir şey mümkün değil. Her kurum kendi mantığı ve varoluş nedeni çerçevesinde faaliyetlerini sürdürecektir. Executif burada sadece bizlerin Belçika Devletinden din hizmetleri konusunda almamız gereken haklarımıza aracalık yapacaktır. Executif pratikte bir noktada Müslümanların idari işlerini yürüten bir aracı kurum olacaktır.
Başörtüsü yasağının mucidi Fransa'dır.
Belçika'da son zamanlarda yoğun olarak görülen başörtüsü yasağı kararları aslında Fransa'da başlayan yasak uygulamalarının bir yansımasıdır. Bu yasak girişimi ilk önce Valon bölgesinin en büyük yerleşim bölgelerinden biri olan Charleroi'da başladı. Özellikle Valon bölgesi Fransız kültürü etkisindedir. Burada en küçük bir gelişme hemen Valon bölgesi tarafından kopyalanıyor. Bu yasaklar gündeme gelince bizim Mons şehrinde bulunan İbn-i Sina İslami İlimler Enstitüsü adlı okulumuza medya akını başladı. Bu duruma bizlerde epeyce şaşırdık.
Burada asıl ne yapılmak istendiğini iyi anlamak gerekiyor. Belçika İslam Dinini resmen kabul ettikten bir süre sonra kendisine "Hangi İslam'ı kabul Ettik" diye sormaya başlamıştı. Onlar daha çok bu sorunun cevabını arıyorlar.
Başörtüsü takma özel bir tercihdir.
Başörtüsü insanların hür iradeleri ile takdıkları bir örtüdür. Burada zorlama söz konusu olmamalı. Ben kendi aile bireylerime hiçbir zaman böyle bir zorlama getirmedim. Bir aile büyüğü olarak çocuklarınıza dayatmacı bir şekilde başörtüsü takmak zorundasınız demek yanlış bir tutum olduğu gibi, gerek devlet, gerekse okul yönetimleri tarafından başörtüsü takanlara başınızı açın demekte yanlıştır.
Kız, erkek ayırımı yapılmamalı.
Kız çocuklarımızın reşit yaşa eriştikten sonra başörtüsü takmaları kendi özel tercihleridir. Burada dikkat edilmesi gereken bir ince nokta var. Buda genelde yapılan kız, erkek ayırımıdır. Bir çok ailenin kız çocukları konusunda çok hassas davrandığını biliyoruz. Buna karşılık erkek çocukları oldukça serbest bırakılıyor. Erkek çocuklar bu serbestlikten dolayı sağda solda dolaşıyor, zaman zamanda yanlış işler yapıyorlar. Halbuki bir hassasiyet gösterilecekse bu aynı oranda olmalı ve kız erkek ayırımı yapılmamalıdır.
Bir konuşmamda "Kız çocuklarınıza yüzme havuzuna gitme konusunda baskı yapıyorsunuz, erkek çocuklarına ise bir şey söylemiyorsunuz" deyince cemaatten tepki almıştım. Erkek çocukaları diğer kız çocukları ile birlikte havuzda yüzerken helâl oluyorda, kız çocukları yüzerken mi haram oluyor. Değer yargılarını ortaya koyarken, hem bu ülkenin şartlarını iyi bilmek, hemde kız erkek ayırımı yapmamak gerekiyor.
Başörtüsü tartışması siyasi rant girişimidir.
Bu ülkede başörtüsü konusunda yaşanan tüm tartışmalar aslında siyasi rant girişimidir. Başörtüsü takıyor diye genç kızların okullara ve işyerlerinde dışlanması hak, hukuk, ve adalet anlayışına uymamaktadır. Bu yasaklarla Müslüman kökenli genç kızlarımız bunalıma itilmektedir.
Okul yönetimleri ve devlet kurumları Müslüman kökenli kız öğrencilerin veya çalışanların başörtüsü takmaları konusunda rahatsız olmamalıdırlar. Burada asıl önemli olan liyakat, beceri, çalışkanlık ve yetenektir. İşte Mahinur Özdemir örneği. Kendisini her şeyi ile bir başarı model olarak görüyoruz. Neyine itiraz edeceksiniz? Kendisi "Bana başörtüsü konusunda soru yöneltilmesinden rahatsızlık duyuyorum" diyor. Bu çok doğru bir açıklama.
Din kurumlarımızın tanınması ve yardımlar bir haktır.
Camilerin tanınması konusunda aslında epeyce geç kalınmıştır. Bu ülkenin vatandaşları olarak diğer din gurupları nasıl kendi ibadethaneleri ve din adamları için devlet yardımı alıyorlarsa bizlerde almalıydık. Artık bundan böyle din kurumlarımız tamamen kendi kaynaklarıyla ilel-ebet ayakta duramaz. Belçika'da yaşayan Müslümanlar artık mimari yapısı, projesi ile tertemiz sağlıklı yapılarda ibadetlerini yapabilmelidirler. Belçika devleti din hizmetleri konusunda herkesden eşit vergi kesiyor. O halde bu paraların da eşit dağıtılması gerekiyor.
Belçika'da ilk yıllarda gönüllülük esasına dayanan fahri İmamlık söz konusuydu. Dernekler onlara cüzi yardımlarda bulunuyordu.
Din görevlilerimiz bu ülkenin dillerini bilmelidirler.
Din görevlileri, İmamlar ve Din Dersi Öğretmenleri konusunda bazı önemli noktalara açıklık getirmek gerekiyor. Örneğin Din Dersi Öğretmenlerimizin bu ülkede konuşulan dilleri bilmesi çok önemlidir. Flaman Bölgesinde Flamanca, Brüksel ve Valon Bölgesinde ise Fransızca bilmek gerekiyor. Hatta uzun vadede Din Derslerinin bu ülkenin resmi dilinde verilmesi kaçınılmaz bir ihtiyaç olacaktır. Elbette Türk kökenli Müslümanlar olarak kendi dilimize çok değer veriyoruz. Bu bizim ortak iletişim dilimizdir. Ancak söz konusu İslam öğretisi olduğu zaman diğer milletlerden olan çocuklara da hitap edebilmek için bu ülkenin dili ortak dil olarak ön plana çıkyor.
Belçika İslam Literatürünü geliştirmeliyiz
İmamalarımız içinde bu durum geçerlidir. Gelecekte Camilerimizde Türkçe bilmeyen insanlarda olacaktır. Bu nedenle bu ülkenin şartlarından kaynaklanan Belçika İslam Literatürünü geliştirmeliyiz. İmamlarımız nasıl kürsüde Kuran-ı Kerim ayetlerini Arapça okuyup, Türkçe'ye tercüme ediyor ve anlatıyorsa, bu bilgiyi Flamanca veya Fransızca olarak da anlatabilmelidirler.
Bugün İmamlarımızın çoğu kendini kürsüde Türkiye'de imiş gibi görüyor. Aslında gerçek bu değil. Burada yaşayan gençlerimizin önemli bir bölümü artık İmamların kürsüde konuştuğu dili tam olarak anlamıyor. İşte bunun içinde onlara en iyi anladığı dilden tamamlayıcı bilgiler sunmak gerekiyor.
Camilerdeki söylemlerimizi gözden geçirmeliyiz.
İmamlarımızın bazı söylemlerini de gözden geçirmesi gerekiyor. Örneğin dua yapıldığı zaman bir İmamın "Allah'ım düşmanlarımızı, gayri Müslümanları kahr-u perişan et" gibi bir söylemi Belçika'da bulunan bir Cami kürsüsünde söylemesinin bir anlamı yok. Burada yaşadığımız ülkenin insanları ile barış içersinde olmamız, onlar için iyi şeyler düşünmemiz çok önemlidir. Dualarımızda onlar için "Tanrı'dan Hidayet" dilemek en doğru olanıdır. Düşmanlık ve karalamaya yönelik söylemlerden uzak durmak gerekiyor.
Bu bağlamda bizler kendi Camilerimizde İmamlarımızın yaptığı konuşmanın bir özetini o bölgenin dili ile aktarmasını sağlamaya çalışıyoruz. Bu şekilde bu ülkenin resmi otoriteleri de bizlerin Camilerimizde ne söylediğimizden haberi olmuş olur..
Kendi okullarımızı kuralım düşüncesini de sağlıklı bulmuyorum.
İslam Okulları veya diğerleri olayına pek olumlu bakmıyorum. Başörtüsü konusunda yaşanan sorunları bahane ederek Müslümanlar kendi okullarını kursunlar şeklinde bir anlayışı reaksiyoner bir çıkış olarak görüyorum.
Belçika'da doğan her çocuğun bu ülkenin eğitim kurumlarından yararlanma hakkı var. Ayrıca bu eğitim fırsatını bedava karşılıksız alıyoruz. Velevki özel bazı düşüncelerden dolayı bir okul açılması gündeme gelse bile bu da İslam Üniversitesi gibi yine geniş tabanlı bir uzlaşma sonucu olabilir. Öyle getirileri, götürüleri tartışılmadan alt yapısı oluşturulmadan, hedefleri tam olarak belirlenmeden pazarda tezgah açar gibi okul açılmamalı.
Belçika'da sadece başörtüsü bahane edilerek heryere İslam Okulu açamazsınız. Böyle bir yola girdiğiniz zaman herkes evinin önüne bir okul ister.
Belçika devletinin benim çocuklarıma gerekli eğitim hizmetini verme zorunluluğu var. Ayrıca mevcut eğitim sisteminin dışında bir ayrı sistem entegrasyona da aykırıdır. Bunun özellikle altını çizmek istiyorum.
Ayrı bir okul açmak çözüm değil.
Belçika'da mevcut sistem içersinde çocuklarımızın okullarda 2 saat din eğitimi dersi alma hakkı var. Siz ayrı bir okul açsanız dahi ancak 2 saat din eğitimi verebilirsiniz. Şu anda zaten yine kendi insanlarımız Belçika okullarında haftada 2 saat din dersi veriyorlar. Siz ayrı bir okul açsanız değişen bir şey olmayacak. Anne Babaların çocuklarını yaşadıkları bölgede bulunan okullara göndermeleri mefaatlerinedir.
Belçikalılar ile ilişkilerimizi geliştirmeliyiz. Sosyal anlamda onlarla daha çok bir arada olmalıyız. Elbette kendi dinimiz ve kültürümüzü muhafaza edecek, temel öğretileri çocuklarımıza en iyi bir şekilde aktaracağız. Ancak bir insan olarak farklı kültür ve dinlerde olan insanlarla birlikte yaşamayı da öğreneceğiz.
Belçika'da koloniler halinde yaşayamayız.
Belçika'da her şeyimizi yerel halk ile ayırdığımız zaman bu ülkede nasıl yaşarız. Spor derneği ayrı, kültür yardımlaşma dernekleri ayrı, okullar ayrı her şey ayrı olursa nasıl birlikte yaşarız. Bu ülkede yaşayan insanların biryerlerde buluşması gerekiyor. Ortak noktalarımız, ortak çalışmalarımız olmalı. Aksi halde tam anlamıyla gettolaşırız. Hem Belçika'da yaşayıp, hemde Belçikalılar'da izole olmuş, koloniler halinde yaşanan bir hayatı düşünemiyorum. Biz asla böyle bir şey istemiyoruz.
Bizler artık buralarda kalıcıyız.
Belki yüzyıllar boyunca buralarda yaşayacağız. Her şeyimizi ayırdığımız zaman birlikte yaşamamız da mümkün olmaz.
Belçika'da Avrupa çapında İslam Dinini resmen tanıyan ilk ülke oldu. Bunun kıymetini bilmeliyiz. Bu konularda aksaklıklar, eksiklikler olabilir. Haksızlıklar olabilir. Bunları uygun bir dille anlatabiliriz. Kötülüğe karşı kötülükle cevap verilmez. Bazen haksızlıklara da uğrasak iyilikle karşılık vermeliyiz.
Biz her zaman "entegrasyon ve diyalog"dan yanayız.
Bundan sonrada böyle olacak. Kendi kültürümüzden, dilimizden, dinimizden taviz vermeden yaşamayı bileceğiz. Her türlü aşırılığın karşısındayız. Bu ülkede hep birlikte sağlıklı ve huzurlu bir şekilde diğer kültür ve dinlere sahip komşularımızla beraber yaşamayı bir Türkler olarak başarabileceğimizi düşünüyorum..
Belçika'da yaşayan insanlarımıza düşüncelerimi geniş bir çerçevede aktarmamızı sağlayan Gundem Haber'e teşekkürlerimizi sunarız..