Yazan, Sevim Ünal
Kısa sürmüş bir tatilin ardında, verandaya oturmuş, yorgunluklarını atmaya çalışıyorlardı.
Anavatana yapılan her yolculuk, bir kendine dönüştü. Yoğunlaşan ülke özlemiydi valizlere yüklenen.
Oraya varıldığında; gocunmadan, teleşa kapılıp temizlik yapacak kişi arama derdine düşmeden, kendi elleriyle temizledikleri o minik evin verdiği ülkeye dönüş hissini düşündü kadın.
Türkiye’ye doğru yapılan her yolculuğu çok önemsiyorlardı. Bunları yaşamadan başka bir ülkede hayat sürmek kolay olur muydu? diye geçirdi aklından.
Seneye daha uzun kalma planları vardı. Bu düşünceyle yüzüne bir gülümseme yerleşti. Bakışları karşı blokta yaşayan İspanyol komşusuna takıldı. “O da aynı duyguları yaşıyor mu acaba, her yıl ülkesine bizim gibi gidip geliyor mudur?’ Düşüncelerinden eşinin sesiyle sıyrıldı.
“Nerelere dalıp gittin?” Kadının baktığı yere çevirdi başını. “Hergele, bulmuş yine fıstık gibi kadını. Yahu insan bir kadınla iki defa çıkmaz mı? Bu adam çıkmıyor. Ne zaman baksam başkası var balkonunda. Vallahi adam hayatını yaşıyor” dedi gür bir sesle. Ardından keyifli bir kahkaha attı.
Kadın, ona döndü “Ne oluyordu buna?” içinde hafiften yükselen öfkeli sesi dışına taştı.
“Bakıyorum çok özeniyorsun! Çok istiyorsan sen de git!”
Adam arkaya yaslandı, karısının gözlerinin içine derince baktı. “Aa, ama ciddiye alıyorsun” sonra ayak-ayak üstüne attı, “İstiyor musun öyle yaşamamı?”
“Ben değil sen istiyor musun?” kadın bu mevzuyu kendilerine getirmekten sıkılmıştı. Aceleyle, “Neyse bırak şimdi. Baksana bu diğerlerinden daha güzel” dedi. “Adam da yaşlandı” diye mırıltıyla ekledi. “Saçları iyice kırlaştı.”
Uzun, dar balkonun, siyah demir parmaklıkları arasında kadının düzgün-biçimli bacakları görünüyordu. İspanyol, kollarını havaya kaldırıp gerindi. Ardından bakışlarını masada gezdirdi. Ayağa kalktı, içeriye girdi. Masada yalnız kalan kadın, çantasından makyaj aynasını çıkarıp yüzünü şöyle bir inceledi, sonra aynayı torba şeklindeki çantasına atıverdi. Başını, adamın ne yaptığını görmek için içeriye doğru uzattı.
Aynı anda içerden bir kedi çıktı. Uzun, gri- beyaz karışımı tüyleri vardı. Gevşek adımlarla yürüyüp kadının önüne gelince durdu, başını kaldırıp kadını incelemeye koyuldu. Kadın da eğilip ilgiyle ona baktı. Onunla konuştu, kulağının altını okşadı. Hayvan, onu hiç yadırgamamıştı. Geriye doğru kaykılıp kucağına sıçradı. Başını göğüslerine sürttü. Kadın, sevgiyle kedinin çenesinin altını okşayıp onunla mırıltılı bir sesle konuşmaya başladı.
Adam geri geldiğinde onları öyle gördü, yüzünü buruşturdu. Elindeki tabağı ahşap masaya bırakıp, kediye baktı. “Git şuradan Don” diye azarladı. Sesi verandada oturanlara kadar gelmişti. Kedi isteksizce yere atlayıp gerisin geriye içeriye girdi.
“Bu kedi de nerden çıktı? Daha önce görmedim onu. Sen görmüş müydün?” Dönüp kocasına baktı.
“Yok, ben de ilk görüyorum. Bizimkine de ne çok benziyor değil mi?”
“Hı hı” dedi kadın.
Karısının ilgi odağı olan balkona döndüğünü görünce ayağa kalktı Metin.
“Ben kahve yapacağım, ister misin?’ Karısı onu duymamış gibi, “Kedi yeni olmalı. O da sahibi gibi çapkın” diye devam etti sözüne. Baksana adamın yokluğunu fırsat bilip kadının kucağına atlayıverdi.”
“İnsanın kedi olası geliyor” dedi Metin kapıyı yana çekip içeri girerken.
“Bırak zevzekliği... Az süt ve biraz da şeker koy” dediğini duydu onun.
İspanyol’un hareketlerinin ağırlaştığını düşünüyordu ki, Sevcan, adamın cep telefonu çaldı. Az da olsa telaşlanmıştı sanki. Gözlerini kısarak ekranda kimin aradığını görmeye çalıştı. Sonra kulağına götürdü. Konuşmaya başladı. Karşısındaki kadın ise kahve fincanına uzandı, yavaşça yudumlamaya başladı. Telefon konuşması ilgisini çekmiyordu, belli. Belki de Adam görüşmeyi İspanyolca yapıyordu. Kadın ise anlamıyor olmalıydı. İspanyol, telefonla konuşurken bir yandan da kadını kaçamak bakışlarla süzüyordu. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Konuşması bittiğinde, başını kaldırıp karşı evin verandasına şöyle bir baktı.
“Ah! Bize mi baktı bu? Vallahi bize baktı. Acaba izlediğimizi fark etti mi? Yok canım etmemiştir. Ne konuştu acaba telefonda? Allah bilir ya, yeni birini ayarlamıştır. Pis çapkın. Kadınları bozuk para gibi harcıyor. Ne var? Evlen şu güzel kadınla, git yaşa işte. Ama yok, bu biter başkası gelir. Bütün erkekler aynı.”
“Kendi kendine ne mırıldanıyorsun Sevcan?” Kocası elindeki kahveyi dikkatlice önündeki yüksek sehpaya bıraktı.
“Adam buraya baktı Metin!”
“Ne var bunda? Sen de yıllardır oraya bakıyorsun. Bırak bir defa da adam baksın.”
“Hayır, belki izlendiğini fark etmiştir diyorum. Ay, öyle ise çok ayıp olur. Neyse dinle. Az önce telefon geldi bizimkine. İddiasına girerim bu yeni bir kadın buldu!” dedi kadın kahvesine uzanırken.
“Nerden çıkardın bunu?”
“Nerden olacak telefondan. Konuşurken bir garip halleri vardı.”
“Hımmm. Anladın yani.”
“Bunu anlamamak mümkün mü?”
“Eee, adamın yaşam tarzı bu! Buraya taşınalı on iki yıl oldu. Kaç kadın gördük sayısını ben bile unuttum.”
Bir Hafta Sonra.
Kadın atölyesindeydi. Sipariş aldığı, büyük bir resmi bitirmek üzereydi. Elindeki fırçayı, boyalarının yanındaki su kabına atıp, derin bir nefes aldı. Tualden uzaklaşıp, son bir kez şöyle bir göz attı. “Tam istediğim gibi oldu” diye geçirdi zihninden. “Umarım onlar da beğenir.” Bir süre sonra atölyeden çıkıp posta kutusuna bakmaya gitti. Dışarda hava oldukça güzeldi. Kutuya anahtarı sokup, çevirdi. Eğilip içine baktı. İsimsiz bir zarf dikkatini çekti. Alıp açtı.
“
Hola;
Ben karşı komşunuzum. Şu sürekli merakla izlediğiniz komşunuz. Size keyifli dakikalar izlettiğimin farkındayım. Benim de sizden bir isteğim olacak; gelecek hafta bir Türk kızı konuğum olacak. Söylesenize Türkler nelerden hoşlanır gözetlemek dışında?
Buen dia…
Mr. Calvino
Ertesi Sabah
Mutfaktaydı. Musluğun önünde, su kaynatıcısını doldururken gözü adamın balkonuna takıldı. Artık çok dikkatli izliyordu. Gri, beyaz, o güzel kedi sandalyeye yerleşmişti. Tam o sıra adam içerden çıktı. Yavaş yavaş masaya doğru yürüdü. Kedinin karşısındaki sandalyeyi çekip oturdu. Gözlerini ona dikti. Yüzünde üzgün bir ifade vardı.
“Oh olsun” diye mırıldandı. “Demek o Türk kızını ayarlayamadı. Tabi kız yemi yutmamış olmalı. Aferin kıza.”
İçindeki merakı yenemiyor, bakışlarını balkondan alamıyordu. Elindeki su kaynatıcısı dolup taştı. ‘Ah!’ diye bir çığlık koptu ağzından. Hemen yarısına dek boşaltıp, yerine yerleştirdi. Düğmesine bastı. Kahvaltı hazırlığına girişti; peynir, salam, az reçel...yumurta...tamamdı. Bunları yaparken evin arka bahçesine bakan mutfak penceresinden bütün bir bloğu gözleriyle taradı. Duvarların arkasına gizlenmişlerdi. Kaybolmuş, ölmüş gibi. Görünür olan bir kendi bir de İspanyol’du. Balkonları kullanan başkaca da kimse yoktu.
İspanyol’un balkonuna tekrar bir göz attı. Hala oradaydı. Üstünde kot bir şort ile rengi kaçmış açık kahve bir t-shirt vardı. Ayakları çıplaktı. Elleriyle masaya dayanıp kalktı. İsteksizce içeriye girdi. Uzunca bir süre de çıkmadı.
Bizi izleyen de var mı acaba?’ diye geçirdi zihninden Sevcan. Onların bizi izlemeleri daha kolay üstelik. Koca camlarımız var. Balkon kapılarımız sonra...Ne çok şeyi görüyorlardır! Aman canım sende. Ne yapıyoruz ki, ne görecekler!’ Aynı anda tam karşıdaki dairenin perdesi hafifçe kımıldadı. Orada meraklı bir çift gözün olduğunu biliyordu. Tıpkı kendileri gibi.
Başını mutfak penceresine iyice yaklaştırdı, belki görebilirdi onu. Bir karartı görür gibi olduysa da emin olamayıp geri çekildi.
Kocası, sessizce mutfağa girip, “Ne mırıldanıyorsun gene?” deyince irkildi.
“Ayy!”
“Sen yaşlandıkça değişiyorsun. Kendi kendine konuşmaya başladın. Sonra bu komşu izlemeler falan...”
“Korkuttun beni.”
“Hep gözetliyorsun...Neyi merak ediyorsun?”
“Bilmem gözüm takılıyor işte”
“Gelsin ister miydin?”
“Kim?”
“Karşıdaki şu yakışıklı İspanyol. Seni de karşısına oturtup sohbet ederdiniz. Tabi o sandalyeye oturmadan önce neler olur onu bilmem.” “Kendi saçma sapan fantezilerini bana mı mal ediyorsun!”
“Benim adamın karşısına oturmak gibi bir hayalim olabilir mi?”
“Saçmalama. Ama adamın sandalyesine oturmak gibi bir fantezin olabilir.” Ardından, kocasına sert bir bakış atıp, hazırladıklarına döndü. Tepsiyi alıp verandaya çıktı.
“Aaa! Bak şuna’ dedi başını içeriye uzatıp seslenerek. “Getirmiş Türk kızını. Ah be kızım, ne diye takılıp geldin bu pis zamparaya! ”
‘Ne dedin? Tük kızı mı? Hayal gücünü komşularımız üstünde de mi kullanıyorsun Sevcan?’
Yok ya, dün bir not aldım İspanyol’dan. Sen gece geç geldiğin için söyleyemedim. Şu yanındaki kız Türk’müş .’ Kadın sergi hareketlerle içeri girip, elinde notla geri verandaya döndü. Adama uzattı.
“Demek izlendiğinin farkındaymış. Bak sen şuna!”
Az sonra balkonda karşılıklı oturup bakışlarını İspanyol’a diktiler. Bir ara kadının bakışları diğer dairenin penceresine takıldı. Perdenin kımıldadığını gördü. Hatta emin olamadığı o karaltı, pencerenin bir köşesine sinmiş onları gözetliyor gibi geldi ona.
“Meto! Yoksa bizim şu İspanyol’u izlediğimiz gibi, başkaları da bizi mi gözetliyor”
“Ne oldu ki” dedi adam bloktaki pencereleri yoklayarak. “Bir şeyden mi şüphelendin?”
“Tam karşıdaki şu daire var ya, onun penceresinde bazen bir karartı görüyor gibi oluyorum. Belki de yanılıyorumdur”
“Görüyor musun, görüyor gibi mi oluyorsun?”
“Demin de biri vardı orada. Bizi izliyor gibiydi. Biliyorum, emin değilim.”
“Sanırım bu binada herkes birilerini izliyor”
Sevcan, derin bir nefes alarak kalktı. “Ne sıkıcı bir ülke” diye söylendi. Bazen canı bir şeylere sıkılınca, bu cümleyi kuruveriyordu. Verandanın penceresine yüzünü yaklaştırıp, tam karşıdaki daireye dikti gözlerini. “İzle bakalım kart zampara” dedi mırıltıyla.
Bir Sabah
“Anneeee!”
“Söyle tatlım.”
“Biri bana bu notu sana vermem için verdi.”
“Ver bakalım.”
Not:
Goedendag;
Ben karşı komşunuz. Eviniz, penceremizin tam karşısında olduğu için ister istemez izliyorum. Geçen siz, Türkiye’de tatildeyken, fırtına kopmuştu. Çatınıza yan komşunun çatısından bir şey kopup gelmiş. Onu oradan temizleyin, ilerde sorun yaratmasın.
Karşı Konşunuz.
Met vriendelijke groeten
“İyi de, bu bizim Türkiye’ye tatile gittiğimizi nereden biliyor? Aman tanrım, karşı bloktaki o karaltı….”
13-08-2018
Anvers-Belçika