Belçika’da 1982 yılından bugüne yazıp çizen birkaç kişiden biri olduğumu beni yakından tanıyanlar bilir. Bugüne kadar yazmakta en çok zorlandığım konu ise Din, Diyanet ve İmamlar hakkında bir konuyu ele alarak irdelemek olmuştur. Hani hassas konuya.
Neyse; Bu seçimler sonrası bir konuyu gündeme getirdik. Aslında bu konuda özellikle muhalefet partilerinin temsilcileri burunlarından soluyor. Diyanetin aşırı politize olduğunu ve imamların AKP militanı gibi çalıştığını daha çok onlar dile getiriyorlar. Hani pekte haksız sayılmazlar. Durumu çıplak gözle herkes görüyor.
Şimdi gelelim asıl meseleye;
Dr Adil Şahin, Beringen Camii Din görevlisi, bildiğimiz kadarı ile aynı zamanda sosyolog. Facebook sayfasında Anvers seçim merkezine oy vermeye gelmeyen Beringenli vatandaşlar hakkında bir yorum yapmış. Bize göre haddini aşan bir yorum. Aynı zamanda içersinde birçok kabul edilemez gerçeği de barındırıyor. Ciddiye aldık ve gündeme taşıdık. İlk yorum yazımıza cevap verilmiş ve okurlarımızla cevap hakkı başlığında paylaştık. Şimdi ise sorularını yanıtlıyoruz.
Şimdi cümle cümle ne demiş bir bakalım:
A. Şahin: S.A. Hüseyin bey, "Oy Atmayan Münafık mı?" başlıklı yazınızı okudum. Konuştuğumu yanlış anlayanı çok gördüm ancak yazdığımı doğru aktarıp yanlış anlayan ve yanlış yorumlayan olarak sizin yazınızı gördüm.
H. Dönmez: Hocam biz okuduğumuzu yanlış anlamayız. Bir yazıyı defalarca okumadan kalem tutmayız. Şimdi tüm argümanlarınıza tek tek bakalım yanlış anlamış mıyız kamuoyu bir değerlendirsin.
A. Şahin: Bir defa seçimle direkt ilgilenmemiz seçim sandığında görevli olmamızdan, vatandaşın ilgisizliği dolayısıyla sandık başında boş boş oturmamızdan kaynaklandı. Bizim üzüntümüz her hangi bir adaya yönelik değil, genel olarak vatandaşın vatandaşlık görev ve hakkını kullanmamasına, Türkiye’ye yönelik aidiyet duygusunun zayıflığına yönelikti.
H. Dönmez: Şimdi burada 3 anahtar cümle var. Sandık başında boş boş oturmak, vatandaşlık hakkının kullanılmaması ve Türkiye’ye yönelik aidiyet duygusunun zayıflığı. Boş boş oturduğunuz doğru. 127 bin seçmen ve 8 bin kişi sandık başına gitmiş. Vatandaşlık hakkı tam kullanılmamış. Ancak aidiyet duygusu zayıf cümleniz çok yanlış. Size göre Beringen’de Anvers’e vatandaş giderse aidiyet duygusu var, gitmezse yok öyle mi? Siz hiç Türkiye’de seçimlerde oy atmak için köyünden şehre davet edilen seçmen gördünüz mü? Seçimde randevu sistemi, seçim merkezlerini Brüksel ve Anvers olarak belirlenmesi, aile bireylerine farklı tarihlerde randevu verilmesi gibi konuları görmemezlikten gelip konuyu aidiyet duygusunun zayıflığı ile açıklamanızı bir sosyolog olarak çok çok hafif buldum.
Eğer seçim sandığını Beringen’e taşıyabilseydiniz, o zaman görürdünüz aidiyet duygusunu. Seçmene emri vaki yapılmaz. Yapılırsa tepkisi böyle olur. Ben sizin yerinizde olsaydım, seçmeni eleştirmek yerine bu durumundan sadece ders çıkarırdım.
A. Şahin: Bütün bunlara ilave olarak görev yaptığım Beringen`den gelen otobüs 7 kişiyle gelince üzüntüm tavan yaptı ve bana o yazıyı yazdırttı.
H. Dönmez: Hocam işte bütün mesele bu. Belliki üzüntünüz tavan yapmış. Halbuki siz Belçika’da din görevlisi olarak görev yapıyorsunuz. Söz konusu olay ise bir seçim. Siyasi bir olay. Adaylar var ve vatandaş bir tercih yapacak. Oy atar, atmaz, birini seçer, seçmen. Sonra Türkiye’de oy atmak bir hak ama zorunlu değil. İnsanlar hür iradeleri ile kendi kararlarını vermekte özgürler. Hal böyle iken size ne oluyorda üzüntünüz tavan yapıyor? Yoksa gönlünüzdeki adayın seçilememe riski mi sizi üzdü? Burada bir din görevlisi olduğunuzu unutup duygularınızın esiri olduğunuzu görüyorum.
A. Şahin: Ben Cumartesi oy kullanacakların tespiti yapılarak liste yapıldığını ve otobüsle geleceklerin tespit edildiğini buna rağmen gelmediklerini sanıyordum. Yani söz verip sözünde durmadıklarını "münafıklık sıfatının ağır yükünü üzerine aldıklarını" düşünüyordum.
H. Dönmez: ‘’Söz verip sözünde durmadıklarını "münafıklık sıfatının ağır yükünü üzerine aldıklarını düşünüyordum’’ cümlesinden sizce ben ne anlamalıyım? Farzedin ki; gerçekten oy atmaya geleceğiz diyen ancak bir şekilde işi çıkıp gelmeyen vatandaşlar oldu. Vatandaşlara ``söz verdiniz gelmediniz münafıksınız`` mı diyeceğiz. Bana da cumartesi günü 4 arkadaşım söz verdi, ancak ikisi farklı günde randevusu olduğu için, diğerleri ise özel işleri dolayısı ile gelemediler. Seçime tek başıma gitmek zorunda kaldım. Şimdi benim arkadaşlarımı münafık mı oldu?
A. Şahin: Durumun öyle olduğunu düşünerek o tepkimi yazdım. Ancak sonra öğrendim ki tek tek isim listesi yapılmayıp ortaya ilan yapılmış. Duyarsızlık yine anlaşılır değil ama Ömer Ünlü`nün yazdığı destek yazısına yazdığım cevapta durumun farklı olduğunu sonradan öğrendiğim için yorumum ağır oldu diye yazdım. Bunu siz bir pişmanlık ve geri adım olarak aktarmışsınız. Ancak farklı duruma göre düzeltme diyebilirdiniz.
H. Dönmez: Hocam bu cümlenizde ise katılımın azlığı ile alakalı ön yargılı olduğunuzu ifade etmişsiniz. Sizin gibi tecrübeli bir din adamı için burada nefsin aklın önüne geçtiğini görüyorum. İşte insan taraf olunca böyle oluyor. Bence siz bu durumu tekrar bir düşünün. Zaten yazınızın ağır olduğunu arkadaşınıza itiraf etmişsiniz. Gerçeği öğrenince düzeltme yaptım diyorsunuz. Keşke düzeltme yapmak zorunda kalacağınız cümleleri sarfetmeseydiniz. Ayrıca ``oy atanlar duyarlı insanlar atmayan duyarsız`` tanımlaması da sağlıklı bir yaklaşım değil. Bu durum da belkide bir tepkinin ifadesidir. Sizin aslında bir sosyolog olarak bu duruma bilimsel bir yaklaşım ortaya koymanız gerekirdi.
A. Şahin: Benim Akp sempatizanı olduğumu yazmanız da şık değil. Elbetteki herkesin gönlünde bir aslan yatar. Ancak önemli olan onu bağımsız alanlarda dillendirmemesidir. Benim de buna azami gayret gösterdiğimi düşünüyorum.
H. Dönmez: Hocam sizin artık siyaset konusunda bir din adamı olarak azami dikkati gösterdiğinize inanmıyorum. Beringen’de UETD tarafından organize edilen bir siyasi buluşmada sizi AKP milletvekili Metin Külünk, AKP yöneticileri ve UETD yöneticileri ile birlikte toplantı salonunda görüntüledik. Bir siyasi şahsiyet, hangi devletten olursa olsun, hangi siyasi parti temsilcisi olursa olsun, eğer sizin görevli olduğunuz bir mekana gelir ve siz ev sahibi iseniz onu en iyi şekilde karşılamanız sizin en tabii hakkınız. Ancak bir siyasi partinin toplantısına katılmanız ise yoruma açık olur. Bilmem anlatabiliyor muyum.
Bizler 1980 öncesi Din Görevlileri ve Türkçe Kültür Dersleri Öğretmenlerinin siyasetle aşırı alakalı olmalarından çok çektik. O günlere tekrar dönmek istemiyoruz. Ancak bugün görüyoruz ki; özellikle son yıllarda Din görevlilerimizin büyük bir çoğunluğu AKP Militanı gibi bir duruş sergiliyor. Bu durum bizde endişe yaratıyor, bilesiniz..
A. Şahin: Benim tepkim söz verip sözünde durmamak üzerini. Oy kullanmamak üzerine değil. Bunu çarpıtarak başlığa çekmeniz hiç hoş değil. O otobüs Anvers’e seçime değil de Ardenen’e pikniğe de, veya futbol maçına da gidebilirdi. Nitekim Paris’e ermeni protestosuna geleceğini yazdırıp gelmeyenlere de aynı hassasiyetle tepki vermiştim.
H. Dönmez: Hocam gördüğünüz gibi cümlelerinizi tek tek alıyorum. Çarpıtıyor muyuz yoksa iyi mi anlamışız takdir okurlarımızın. Yukarıda tekrar vatandaşın söz verip gelmemesinden dem vuruyor ve tepkinizin buna olduğunu net bir şekilde tekrarlıyorsunuz. Vatandaş oy atmak konusunda size veya dernek başkanına niye söz versin ki. Ayrıca tüm Avrupa’da Diyanet Vakıflarının siyasi konularda öncülük yapmaya kalkışması kadar yanlış bir şey olamaz. Son 10 yıl süresince bu konuda bir çok yanlış yapıldı.
Vatandaş kutlu doğum programı söz konusu olunca kitleler halinde otobüslerle bir yerden bir diğer yere gidiyor. Siyasi konular söz konusu olunca ise bölünüyor. Bunu sizlerinde anlaması ve üzerine düşünmesi gerekmez mi?
Ayrıca Paris’e sözde Ermeni soykırımı ile alakalı protesto mitingi için diyanet camileri değil diğer sivil toplum örgütlerinin öncülük yapması gerekiyordu. Zaten en büyük yanlış da burada yatıyor. Sizin yukarıdaki satırlarda şikayet ettiğiniz duyarsızlık aidiyet duygusunun zayıflığı gibi konuların gizli açıklaması burada yatıyor. Diyanet dini ve milli federasyonlarının rolünü çalmaya çalıştıkça insanların bu tür milli konulardaki refleksi zayıflıyor.
Burada asıl konu sivil toplum örgütlerinin kendi dinamikleri içersinde yarattığı disiplin ve otorite ile diyanet camilerinin arasındaki farktır. Diyanet camilerine yöneticilerine ve imamlara din hizmetleri ve sosyal konular dışında söz konusu siyasi konularda gereksiz ve tehlikeli bir misyon yüklenmeye çalışılması günümüzde yapılan en büyük yanlıştır. İşte asıl bu zorlama sorunların kaynağını teşkil ediyor. Şu anda tartışmaya konu olan tutumunuz sizin gibi daha akılcı ve bilimsel yaklaşımlar sergilemesi gereken bir kişiye de yanlış yorumlar yaptırabiliyor.
A. Şahin: Hazreti Peygamber: `Mümin hırsızlık tapabilir, zina yapabilir ancak asla yalan söylemez" buyurmuş. Ayrıca söz verip sözünde durmamak, yalan söylemek ve emanete ihanet etmek sıfatlarının üzerinde toplandığı kişi halis münafıktır buyurmuş. Bu sıfatlardan biri üzerinde bulunan kişi ise münafıklık sıfatlarından birini taşımış olur diye ifade etmiş. Fransa’ya gelmeyenleri eleştirirken şu ifadeyi kullanmıştım. "Adam öldürürsün katil olursun. Günahkar olursun. Söz verip sözünde durmaz münafık olursun. Hangisi ağır? diye sormuştum.
Bu sefer sözümü tersinden anlayanlar katillik bu kadar basit mi diye sordular. Peynir ekmek gibi sabah akşam yalan söyleyen, söz verip sözünü yiyenlere bunu anlatmanın ne kadar zor olduğunu bilmem anlatabildim mi?
Şimdi gelelim sorunuza. Oy atmaya gitmeyen münafık olmaz. Yarın birlikte oy atmaya gidelim diye biriyle randevulaşıp randevu yerine gelmeyen münafıklık alametlerinden bir alameti üzerine almış olur. Aynı kişinin emanete de ihanet ettiği, yalancılığı da tinet edindiği tespit edilirse hadis-i şerif gereği halis münafık olur.
H. Dönmez: Hocam yukarıdaki satırları hep birden aldım. Bu satırlar tamamen hamaset. Sizde iyi bilirsiniz ki; Sui`zan, birinin kötü bir iş yaptığını zannetmektir. Siz tüm bu yazılara böyle bir duyguya kapılarak sebep oldunuz. Tereciye tere satmak istemem ama ‘’Kur’an-ı Kerim’de; “Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zanların ciddi bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini de araştırmayın.” (Hucurât Suresi, 49/12) buyrulmaktadır.
Değerli hocam sizi Sui’zan değil, Hüsnü’zan sahibi iyi bir din adamı olarak kabul ediyor, bundan sonrada öyle görmek istiyoruz.
A. Şahin: Birine ait bir söz var. Sözün sahibi hatırımda değil. Biri beni anladı ancak o da yanlış anladı diye. Sizin yazınız da buna uyuyor maalesef. Ben bu mesajı size özelden atıyorum. Yayınlayıp yayınlamamanızı veya düzeltme yapıp yapmamanızı takdirinize bırakıyorum.
H. Dönmez: Değerli hocam, işte size söz hakkı verdik ve edebi üslubu ile tüm sorularınıza cevap verdik. Aslında bu durum benim zevk aldığım bir polemik durumu değildir. Ben din adamlarını toplum içersinde tartışılan değil, hep saygın insanlar olarak görmek istiyorum. Biliniz ki; isyanımız onadır. Din görevlilerimiz ve diyanet teşkilatımız siyasetten uzak olmalıdır. Bizler nice liderler gördük. Ecevit, Türkeş, Özal, Demirel, Çiller, Yılmaz, Erbakan ve daha niceleri. Çoğu bir varmış bir yokmuş gibi şimdi. Tayyip Erdoğan`da bir fani. Yarın o da olmayacak.
A Şahin: Yazınızda sonradan farkettiğim bir hususa daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Otobüsün 700 auro’ya tutulduğunu duymuştum. Ancak parayı kimin verdiğini bilmiyordum. Cami başkanı şu an yanımda. Biz para falan vermedik diyor. Siz ise sanki otobüslerin cami imkanlarıyla tutulduğunu iddia etmişsiniz. Bunu da bir cevap verecekseniz dikkate alınız.
H. Dönmez: Değerli hocam bu durum hiçte önemli değil. Konuyu herkes biliyor zaten. Sadece Beringen değil, diğer bölgelerden de otobüs tutuldu. Örneği Heusden-Zolder’de gelen otobüs 30 kişi ile geldi. Şoförü ise parasını cami değneğinden aldığını belirtti. Siz şimdi Beringen’de gelen 7 kişinin otobüs parasını gelenler kendi aralarında paylaşmışlar derseniz bu inandırıcı olmaz. Bunların nasıl organize edildiğini hepimiz biliyoruz. Burada önemli olan her şeyi tekrar bir gözden geçirip neyin doğru neyin yanlış olduğunu bulmaktır.
Saygılarımla…
Hüseyin Dönmez/Belçika