Hüseyin DÖNMEZ
Son günlerde gündemde olan ve en çok tartışılan konuların başında Kaz Dağları’nda yapılan altın madeni işletmeleri ve doğaya verilen zarar bulunuyor.
Bu tartışma sadece Türkiye’de değil aynı zamanda yurtdışında da sürdürülüyor. Kaz Dağları sorunu görüyoruz ki; Belçika’ya da sıçramış. Pek yakından tanıdığım değerli politikacılarımızdan biri olan Güler Turan’ın sosyal medya aracılığı ile doğayı koruma adına Tema Vakfı tarafından açılan imza kampanyasına destek verdiği ve dostlarını da bu kampanyaya destek vermeye davet ettiği gözüme ilişti. Şu sıralar memleketteyiz ama hem Belçika, hemde Türkiye kamuoyunda tartışılan konuları da iletişim kaynakları aracılığı yakından takip etmeye çalışıyoruz.
Güler Turan’ın Kaz Dağları ile alakalı paylaşımı kendi açısından ve içerik olarak her vatandaşın göstermesi gereken normal bir tepkidir, ancak olayların perde arkası detayları ile incelendiğinde ülkemizin geçmişte yaşadığı vahim olayların adeta bir tekrarı gibi gözükmektedir.
Güler Turan 2006 yılında Anvers belediye meclisi üyesi olarak başladığı siyaset arenasında 2009 yılında Flaman Parlamentosu’na milletvekili ve senatör olarak görevlerde bulunmuştur. Güler Turan istihdam, ekonomi, ve fakirlikle mücadele konusunda çok çarpıcı çalışmalarda bulunarak hem Belçikalı ve hemde Türk toplumunun takdirini toplamış bir kişiliktir.
Kaz Dağlarında doğaya yönelik yapılan tahribata itiraz eden ve doğayı koruma adına bir vatandaş olarak tepki koyan ünlü siyasetçi Güler Turan’ın samimiyetinden ve iyi niyetinden zerre şüphemiz yoktur. Güler Turan’ın paylaşımına yönelik kendisi ile olan hukukumuzdan cesaret alarak bir şerh koyduk. Bu şerhin gerekçelerini ise hem okurlarımızı, hemde kamuoyunu bir nebze de olsa farklı bir bakış açısıyla bilgilendirmek düşüncesi ile aşağıdaki yazıyı kaleme aldık.
MADENLER VE DOĞA’NIN TAHRİBATI.
Türkiye`de madencilik gelişmiş sanayi kollarından biridir. Türkiye madenler bakımından zengin bir ülkedir. Ayrıca bazı madenler bakımından dünyanın önemli ülkeleri arasındadır.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, bin 102 maden sahasını ihale yoluyla aramalara açacağını duyurdu. Yani Kaz dağlarında yapılan altın madeni işletmesi ne ilk, ne son işletme olacaktır. Burada esas olan bu işletmenin kurallara uygun şekilde faaliyetlerini yürütmesidir.
Türkiye birçok farklı maden konusunda adeta büyük bir şantiye platformu halindedir. Birçok maden kendi imkanlarımızla işlenirken, bir diğer çoğu da dış sermaye tarafından yapılan anlaşmalar çerçevesinde işlenir. Örneğin altın bunlardan biridir. Bor bir diğer önemli kaynaktır ve işletmesi için ciddi yatırım gerekmektedir. Örneğin Dünya Bor rezervinin %72 ‘isi Türkiye’de bulunur.
Bor plastik, cam, boya, ilaç, çimento, roket yakıtı, jet yakıtı ve enerji üretimi gibi iki yüz elli farklı alanda kullanılıyor. Teknolojik yetersizlikler yüzünden yarı işlenmiş olarak ihraç ediliyor. Demir, krom, kömür, bakır, asfaltit, alüminyum, fosfat, trona, mangenez ve daha bir çok maden çeşidi ile yüzlerce alanda maden işletmeleri bulunmaktadır.
Tüm bu işletmelerin faaliyetleri için mutlaka bağlayıcı bir yönetmenlik bulunmaktadır. Önemli olan ekonomimizin ihtiyacı olan bu madenleri ortaya çıkarma ve işletme sürecinde insana ve doğaya zararını önleyici kuralların, gereken şekli ile uygulanıp, uygulanmadığının etkin bir şekilde izlenmesidir. Bu izlemeyi ve denetimi yapacak olan önemli bir kurumda doğa koruma vakıflarıdır.
VAKIFLAR, BİR HİZMET VE DENETİM MEKANİZMASIDIR, ANCAK..
Türkiye’de farklı çalışma alanlarında yüz binin üzerinde vakıf ve dernek bulunmaktadır. Ancak maalesef ülkemizde kuruluş amaçlarının dışında faaliyetler sürdüren ve toplumsal fayda yerine kitlesel zararlara yol açan, amacının tamamen dışında işlerle uğraşan bir çok vakıf ve dernek bulunmaktadır.
Örneğin dini cemaatler; bu konuda çok şey anlatabilirim, fakat sadece Fetö terör örgütünün bir dini cemaat gibi içimizde bulunup ardından son derece örgütlü, amacı devleti ele geçirmek olan paralel bir yapı olarak karşımıza çıktı.
Ülkemizde yazılı ilkeleri arasında siyasete mesafeli olduğu yazılı olduğu halde iktidarlara yakın, yada iktidar karşıtı faaliyetleri ile dibine kadar siyasete batmış bir çok vakıf, yada dernek bulunmakatadır.
Bu konuda Arama Kurtarma Derneği AKUT önemli bir örnektir. Akut Derneği 1999 tarih ve 12304 Sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile "Kamu Yararına Çalışan Dernekler" arasına alınmıştır. Ali Nasuh Mahruki’nin öncülüğünü yaptığı bu dernek 1999 Marmara Depremi sürecinde çok popüler olmuş ve yaptığı işlerle çok takdir kazanmıştır. Ancak Nasuh Mahruki’nin derneğin faaliyet alanları doğrultusunda daha profesyonel bir derinlik kazanmaktan ziyade sürekli siyasi fikirleri ile medyada yer almaya başlaması ile beraber hem siyasi ,iktidar ve hemde kendi kurumunda tartışılı hale gelmiştir. Mahruki kurucusu olduğu dernekten 2016 yılında önce başkanlıktan, yakın zamanda ise onursal başkanlıktan istifa ederek kurumla ilişkisini tamamen kesmiştir.
Kuruluş değerleri arasında gönüllülük, karşılıksız yardımseverlik, başta insan hayatı olmak üzere tüm canlıların hayatına değer vermek, dürüstlük, güvenilirlik gibi ilkeler bulunan AKUT Arama Kurtarma Derneği siyasetle uğraşamaz kuralına tüzüğünde yer vermesine rağmen siyasetle olan ilişkileri nedeniyle dağılma noktasına gelmiştir.
PEKİ ‘’TEMA VAKFI’’ NE DURUMDA?
TEMA, Vakfı Türkiye’nin önemli kuruluşları arasında yer alıyor. Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı olarak bilinen TEMA kurum iletişim sayfasında yer alan bilgilere göre iki toprak sevdalısı, Toprak Dede Hayrettin Karaca ve Yaprak Dede A. Nihat Gökyiğit, tarafından 1992 yılında kuruldu.
“Türkiye Çöl Olmasın” sloganı toplumda büyük yankı uyandıran TEMA bugüne kadar yaptığı faaliyetleri ile Anadolu’da yaşanmakta olan erozyon ve çölleşme tehlikesine kamuoyunun dikkatini çekmesi genel bir kabul gördü. Hatta siyasi iktidarlar zaman zaman Tema Vakfı`na yönelik övgü dolu sözlerde söylediler.
Bu haliyle devlet tarafından da özel izinlerle desteklenen TEMA Vakfı, Türkiye Diyanet Vakfı, Türk Hava Kurumu gibi imtiyazlı vakıflar statüsünde olup izin almadan yasal yardım toplama statüsüne sahip 18 vakıf arasında bulunmaktadır.
Tema Vakfı kuruluş felsefesi göz önüne alındığında hedefi doğayı, insanı ve tüm canlıları koruma adına yapılacak mücadelenin bir devlet politikası haline gelmesine katkı sağlamaktı..
Ancak Tema Vakfı yaptığı birçok dikkat çekici çalışmaların yanında son zamanlarda giderek tartışılan bir kurum olmaya başladığı görülüyor.
Tıpkı Akut derneğinde olduğu gibi Tema kurumu da temel ilkeler arasında ‘’güvenirlilik ve saygınlık, bilimsellik, şeffaflık, gönüllülük, yaratıcı katılımcılık, herkesi kucaklama ve siyasi tarafsızlık’’ başlıkları bulunuyor.
Bu bağlamda bir diğer çarpıcı gelişme ise su ve yaşam alanı savaşlarının ‘yaramaz çocukları’ Karadeniz İsyandadır Platformu (KİP), 14 Ocak’ta düzenlediği basın açıklamasıyla doğa katili şirketleri aklayan sözde çevreci oluşumları deşifre serisine Türkiye Erozyonla Mücadele Vakfı (TEMA) ile başladığını duyurması oldu. KİP suları yağmalayan HES’çi şirketlerin TEMA ile ilişkilerine yönelik, ‘’Tema; çevreye hiç bir faydası olmayan sermayedarlardan oluşan, oraya buraya ağaç dikme bahanesiyle bina dikenlere göz yuman, çevre bilincinden uzak bir kuruluştur’’ şeklinde ağır eleştirilerde bulundu.
KOÇ GURUBU AĞAÇ KESEBİLİR, DİĞERLERİNE HAYIR.
Tema kurumu kurucu başkanı Hayrettin Karaca’ya Koç Üniversitesi`ne tahsis edilen orman alanla alakalı açıklamaları nedeniyle ‘’büyük kapitalistlere diyet ödüyor. Kapitalizmin Truva Atları’’ şeklinde ağır eleştirilerle karşı karşıya kaldı.
Koç Üniversitesi inşaat bölgesinde adeta bir ağaç katliamı yapılmıştı. Sarıyer İlçesi, Rumeli Feneri Köyü hudutları dahilinde bulunan Mavramoloz Devlet Ormanı içerisinde kalan 160 hektarlık bir arazi Özel Üniversite Kampüsü kurulmak üzere Bakanlar Kurulu`nun 26.04.1992 tarihli kararı ile 49 yıl süre ile Koç Üniversitesi`ne tahsis edilmişti.
KOÇ Üniversitesi yargı kararına karşın, inşa edilirken Hayrettin Karaca’nın, “Ağaç kesilecek, ama yerine ağaç dikilecek” diyerek şeklindeki açıklamaları birilerini doğa katili olarak tanımlarken diğerlerini kısmen de olsa korumaya çalışıyor şeklinde yorumlanmıştı.
TEMA’nın kurucu ve mütevellilerinden bazı isimlerde çok çarpıcı. Örneğin, “Cem Boyner, Aydın Doğan, Faruk Eczacıbaşı, Rahmi Koç, Halis Komili, Osman Kavala, Mustafa Balbay, Sabri Ülker, Fikret Evyap, Hüseyin Özdilek, Asım Kocabıyık, Nihat Gökyiğit gibi isimleri yanyana konulduğunda bugün Kaz Dağları ile alakalı isyanvari kampanyanın karşılıklı geçişkenliği çerçevesinde Hdp, Alevi-Bektaşi Dernekleri, aşırı sol fraksiyonlar ve Tema Vakfı ülkemizde onca doğa sorunu varken bir anda aynı çizgide buluşması nasıl açıklanabilir acaba?
DOĞAYI KORUMAYA EVET, KİRLİ İTTİFAKLARA HAYIR
TEMA Vakfı’nın kuruluş öyküsünü Kurucu Onursal Başkanlarımız Toprak Dede Hayrettin Karaca ve Yaprak Dede A. Nihat Gökyiğit’in ‘’Varoluş Nedenimiz Toprak...Toprak...Toprak...’’ şeklinde tarifine kim itiraz edebilir.
‘’Ülkemiz yılda 743 milyon ton toprağını erozyonla kaybediyor. Oysa yaşam üreten bir cm toprağın oluşması binlerce yıl sürüyor. Toprak kaybetmeyi göze alamayacağımız kadar kıymetli bir varlık. Bize aşımızı, işimizi, sanayimize hammaddeyi toprak sağlıyor. Eğer toprağımızı kaybedersek hayatımızı da kaybederiz. TEMA`nın varoluş nedeni yaşama yani toprağa sahip çıkmak, korumaktır’’ beyanına nasıl karşı olunabilir?
Türk Halkı olarak şayet kanunlarda, kurallarda bir usulsüzlük söz konusu olduğunda topyekün itiraz edilmesi gerekirken ne kadar sol fraksiyon varsa hepsini asker gibi dağlara çıkartarak hükümet karşıtı bir aksiyona dönüştürmek nasıl izah edilebilir?
Bu arada bazı Kardeş Vakıflar olarak tanımlanan bazı vakıfların temsilcileri de Kaz Dağlarında. TEMA Hollanda Kaz Dağlarında, TEMA Almanya Kaz Dağlarında. Acaba Kaz Dağlarında, altın Almanya tarafından çıkarılsa idi, bu kardeş vakıflar orada olurlar mıydı?
BİR KİRLİ SİYASİ TEZGAH MI?
Kaz Dağlarında yaşayan insanlarımızın bir bölümü Alevi Bektaşi inancına sahip. Bölge illerinde başta Balıkesir olmak üzere Alevi-Bektaşi köyleri bulunmaktadır. Örneğin 53 Köy Balıkesir’de, 33 köy İzmir’de ve 24 köyde Çanakkale’de bulunduğu bilinmektedir.
Çanakkale’den İzmir Dikili’ye kadar olan bölgede başta bölücü örgüt PKK`nın militanlarının nasıl artan oranda aktif oldukları biliniyor. PKK-HDP dışında bir başka ittifak olan THKPC çizgisinde aşırı sol fraksiyonların son yerel seçimlerde nasıl aktif olduklarını bölgenin yerli halkını nasıl rahatsız ettikleri de biliniyor. Birer sade vatandaş gibi bölgeye sızan militanların günlük sosyal hayata yön vermeye çalışmaları işte bu tür masum görüntüler içerisinde ortaya konan aksiyonlarda birden karşımıza çıkabiliyor.
Kaz Dağları konusunda Alevi-Bektaşi toplumlara yönelik yapılan çağrılarda; ‘Kaz dağına Dokunmayın’ başlığı ile bastırılan broşürlerle yapılan mitinge çağrıya Almanya’dan da yoğun destek geldi.
HDP ve Sol Fraksiyonların büyük bir ittifakla hazır bulundukları Kaz Dağı buluşmasına destek verenler arasında Hüseyin Güzelgül, Gani Kaplan, Doğan Demir, Ercan Geçmez, Hüseyin Mat, Celal Fırat, Remzi Akbulut, Selda Güneş gibi Almanya Alevi Dernekleri Federasyonu Başkanları’nın isimlerinin bulunması insanı ciddi bir şekilde düşünmeye sevkediyor..
Şimdi soru şu, bu kampanyanın gerçek konusu Kaz Dağları mı, Doğa mı, Üzüm yemek mi, yoksa dert Bağcıyı dövmek mi?
Yoksa bir ‘’Gezi’’ tezgahı daha ‘’Kaz Dağları’’ üzerinden mi geliyor?
Kısacası bana göre tüm ulusumuzun bir sorunu olarak görülmesi gereken bir konu, ülkenin yönetimine diz çöktürmek gibi kirli bir oyuna alet ediliyor.
Doğanın korunmasına yönelik her bireyin elbette sorumluluğu vardır. Bu konu siyaset dışı milli bir konu olmalı ve her vatandaş üzerine düşeni yapmalıdır. Topyekün bir doğayı koruma politikası için tüm kurumlar halk tarafından baskı altında tutulmalıdır. Ancak siyasi kampanyaların gölgesinde yapılan her aksiyon, faydadan ziyade doğayı koruma mücadelesine zarar vereceği bilinmelidir.
Ben doğayı elbette hep birlikte koruyalım diyorum; ancak kirli hesaplara da dikkat edelim, sazanlık yapmayalım, alet olmayalım da derim,
Sevgili Güler Turan, bilmem anlatabildim mi?