İzzet Dönmez Yazdı...
Çevremde eşime, dostuma her daim söylediğim bir söz vardır.
Mustafa Kemal Atatürk`ü ben 40 yaşından sonra tanıdım.
Dünya`ya gözümü açtığımdan itibaren müthiş bir Atatürk düşmanı ortamda yetiştim.
Aile büyüklerim katı Demokrat Partiliydi.
Aile büyüklerim İsmet İnönü`ye İnönü demezler, "sağır" derlerdi.
Cümle sağır diye başladı mı, anlardık ki İnönü`den bahsediliyor.
Aile büyüklerim bu sağır kelimesini birazda Karadeniz şivesi ile "zağır" ya da "zağar" diye telaffuz edelerdi.
Yani İnönü`ye köpek derlerdi.
Çünkü merhum İnönü`nün kulağı biraz ağır işitiyordu.
Atatürk`ten bahsedilirken, ona Atatürk denmez, "kör" denirdi.
Atatürk`ün gözleri renkli ya.
Anadolu`da şöyle bir tevatür yaygınlaşmıştı.
Güya Atatürk bir çatışmada gözünün birini kaybetmiş, kendisine cam- göz takılmış.
Bu yalana da yüzbinlerce insan inanıyor ve ondan bahsederken de adı anılmaz, ona sadece " kör" denirdi.
Köyde ilkokulu bitirince eğitim seviyesi son derece düşük ailem beni bir dini cemaate ait yatılı Kur`an kursuna verdi.
Orada Atatürk`ün adı " Kefere Kemal`di" zaten.
Yıllarca burada din eğitimi alırken, müthişte Atatürk düşmanı olarak yetiştirildik.
Daha sonra, 1968 yılında Sakarya İmam-Hatip Lisesine geldik.
Orada da nasıl yetiştirildiğimizi anlatmaya bile gerek yok.
İmam- Hatipte okurken ilk okuduğum Siyasi içerikli kitap, Kadir Mısıroğlu`nun yazdığı iki ciltlik "Lozan Zafer mi? Hezimet mi?" Adlı kitaptı.
Kitabı büyük bir heyecanla ve bir solukta okuduğumu hatırlıyorum.
Meğer ki Devlet büyüklerimiz cephede kazandığımızı masada vermişlerdi.
Daha sonra bu çizgide yüzlerce kitap okumuştum.
Hatta bu konuda nutuklarda atmaya başlamıştım.
Çünkü her şeyi çözmüştüm ve kendimden emindim.
Hani bazen bu sütunlarda, bazen de eş dost arasında " Dünya görüşlerim hayatım boyunca 4-5 kere değişti" derken, bu düşünce ikliminden bir yerlere doğru savrularak geldiğimi anlatmaya çalışıyorum.
Bunu anlatmaya çalışıyorum da, gıravatlı dostlarım dahil, beni anlayacak düzeyde insan sayısı o kadar az ki.
Ne yapalım, mevcutla iktifa edeceğiz.
Din konusunda, Atatürk ve Cumhuriyet Tarihi konusunda, Milliyetçilik konusunda, Etnik Kürt Milliyetçiliği konusunda, İslam`ın Alevilik yorumu konusunda.
40 yaşına kadar edindiğim bütün birikimlerimi kafamdan söktüm, attım.
Belki de Gazi Mustafa Kemal`in kendi içinde yaşadığı süreci bende yaşadım.
Muhtemeldir ki Gazi Kemalde Şemsi Efendi Mahalle Mektebinden itibaren savrula savrula gelmişti, geldiği yerlere.
Özellikle Belçika`da öğrenciyken büyük bir fikri çöküşe uğradım.
Kafamda birikmiş hiç bir soruya cevap veremez hale geldim.
Ülkemle batılı ülkelerin arasındaki korkunç gelişmişlik farkı beynimde müthiş çökmelere neden oldu.
Orada Kürtlerle karşılaştım.
Sıradan Kürt değil, akademik alt yapılı Kürtlerle.
Bütün ezberlerim bozuldu.
Klasik ezberlerimle onlara cevap veremedim.
Alevileri orada tanıdım.
Ezberlerim yine bozuldu.
Güya ileri düzeyde din eğitimi almıştım.
İslam`ın Alevilik kolu koskoca bir dünya.
Bu konuda iki satırlık doğru bilgiye sahip değilim.
Bildiklerimde rezilce şeylerdi.
Kendimden, bildiklerimden utandım.
Bir paket sigaranın, bir paket sana yağının karaborsada satıldığı ülkeden gelmiştim.
Sağcılık, solculuk adına kanın aktığı ülkeden gelmiştim.
Fert başı milli geliri 40 bin dolar olan ülkeye gelmiştim.
Bütün ezberlerimi unutmam gerektiği, dünyayı yeniden okumam, yeniden yorumlamam gerektiği kanaatine vardım.
Türkiye`ye dönünce 1982 yılında Çark Caddesinde bir kitapçı dükkanı açtım.
Çünkü Türkiye`ye döner dönmez soluğu Cağaloğlu`nda almıştım.
Sahaflar çarşısını tek tek dolaşıyordum.
Birilerine cevap verebilecek yeni şeyler öğrenmeliydim.
Artık hayatımın yarısı Cağaloğlu`nda geçiyordu, okuyordum, gece- gündüz.
Satın aldığım kitapları hem okuyordum, hem de kitapçı dükkanımda satıyordum.
Nerdeyse Sakarya`nın ikinci Necati Mert`i olmuştum.
Çok iyi bir Üniversite eğitimi almama rağmen, eğitimimle ilgili alanda çalışma yerine, kendimi bu alanda yetiştirme gereğine inanmıştım.
Ben niçin tek taraflı yetiştirilmiştim?
Sorulara niçin cevapsız kalıyordu ezberlerim?
1980 öncesi okuduğum ideolojik propaganda alt yapılı kitaplar artık midemi bulandırıyordu.
Bu arada Atatürk`ü de doğru tanımaya, onu doğru anlamaya çalışıyordum.
Hadi Atatürk düşmanı yayınları anladık da; Atatürk yandaşı yayınlarda mide bulandırıcı ve boştu.
Yani o kulvarda da düşünce ortaya koyanlar boş tenekeydi.
Hatta diyebilirim ki; bu gün geldiğim yerden gördüğüm o`dur ki; sözde Atatürk yandaşları, Atatürk düşmanlarından daha boş, daha slogancılar.
Doğru Atatürk`ü nasıl öğrenecektim.
İşte 40 yaşından sonra çözdüm işi.
Sadece Atatürk okumakla, Atatürk öğrenilemiyor.
Atatürk`ü doğru anlamak için, onun dışındaki dünyayı çok iyi bilmek gerekir.
Ondan önceki Batı`yı, onun dönemindeki Batı`yı çok iyi bilmek gerekiyor.
Ondan önceki ve onun dönemindeki din- devlet felsefesini çok iyi bilmek gerekir.
İslam ve Osmanlı tarihini mükemmel bilmek gerekir.
Atatürk`ün düşünce dünyasını şekillendiren okuduğu bütün kitapları bilmek gerek.
Onun yaşadığı devirdeki ruh dünyasını çok iyi analiz etmek gerekir.
Bunların hepsini bilirsen, kafanda ve vicdanında doğru Atatürk profili oluşur.
Kafamda her şey yerli yerine oturmuş durumda.
Bütün düşüncelerimi yazacak olsam, bu sütunlara sığmaz.
Aktif ticari hayatımı bitirmek üzereyim.
Allah ömür verirse yazacağım kitapta.
Benim penceremden " Doğru Atatürk`ü" göreceksiniz.
Şimdi tek satırla iktifa edelim.
23 Nisan 1920`de Ankara`da Türkiye Büyük Millet Meclisini Kuran Atatürk, bu milletten tam yüz yıl ileridedir.
Zaten bütün sıkıntıda budur."